1 Mayıs 2014 Perşembe

DERSİM’İN ŞECERESİ (XIV) SEYFİ CENGİZ

DERSİM SORUNU (ÇALDIRAN’DAN 38’E)
DERSİM ULUSLAŞMASININ ÜSTÜNDE YÜKSELDİĞİ TEMELLER 13.-16. YÜZYILLAR ARASINDA KIZILBAŞLIK SAYESİNDE ATILDI
Dersim uluslaşmasının önünü açan Geç Dersimliler’in Dersim’e göçü ve beraberinde getirdikleri Kızılbaşlık inancını Erken Dersimliler’e benimsetmeleri oldu. Bu Geç Dersimliler arasında Babailer (Babalar) ve Kızılbaşlar (Safeviler) da vardı. Bunlar Dersim geleneğinin Seydanlılar dediği gruptur. Kızılbaşlığı Dersim’e benimsetenler onlardı.
Dersim’in Erken ve Geç halk tabakalarını birleştiren Kızılbaşlık oldu. Geç Dersimlilere (sonradan gelenlere) kendi adlarını veren Erken Dersimliler, bu inancı olduğu gibi değil, kendi inançlarından birşeyler katarak benimsediler.
Bu süreç, 13. ve 15. yüzyıllar arasında yeraldı.
Sürecin başını merkezlerini Batı İran, Irak, Harran ve Karaman‘dan Dersim‘e taşıyan ocaklar çekiyordu.
Dersim uluslaşmasının üzerinde yükseleceği temeller, işte bu dönemde, Dersim coğrafyasının kendisinde, Dersim adı etrafında atıldı.
Başlangıçta “Kızılbaş Sorunu“ adını taşıyan “Dersim Sorunu“ da bu aynı tarihlerde başladı.

İSLAM DÜNYASI KIZILBAŞLIĞI İSLAMDAN AYRI BİR DİN OLARAK GÖRÜYOR VE ONA KARŞI CİHAD ÇAĞRISI YAPIYORDU
1473 yılında Şah Hasan (Uzun Hasan)‘ın Otlukbeli Savaşı’nda Osmanlı padişahı Fatih karşısında aldığı yenilgi, fiili planda Dersim’in de yenilgisi anlamına geldi.
Akkoyunlu imparatorluğunda yönetim 1501/2‘de Kızılbaşlar‘ın eline geçti. Kırmanciye’de Şerefname’nin deyişiyle “Kızılbaş Devleti“ kuruldu. Dönemin kaynakları bu devletin topraklarından “Mülk-ü Kızılbaş“ (Kızılbaş Ülkesi), halkından ise “Surh-u Ser Cemmi“ (Kızılbaş Cemaati, Kızılbaş Toplumu) diye sözederler.
Dersim, bu toprakların ve bu toplumun bir parçasıydı.
“Kızılbaş“ sözcüğü, İrani bir kavram olan “Surh-u Ser“in Türkçesiydi.
Kırmanciye’de hakimiyet peşinde koşan Osmanlılar, her yanda güçlü bir Kızılbaş direnişiyle karşılaştılar. Bunlardan en ünlüleri Şah Kulu ve Hasan Halife (1511) ile Nur Ali Halife (1512)‘nin önderlik ettikleri direnişlerdi. Bu direnişler kırımlarla bastırıldılar.
Ardından Yavuz Selim tarafından icra edilen Kızılbaş kırımı geldi. Bu olayda 40 bin Kızılbaş yaşamını yitirdi. Osmanlılar tarafından icra edilen Kızılbaş kırımlarının ilk perdesi böyle açıldı. Onu Çaldıran Savaşı içinde tanık olunan bir diğer Kızılbaş katliamı izledi (1514).
Dönemin Kızılbaş kaynakları Çaldıran Savaşı’nı Kerbela Savaşı (680)‘nın bir devamı olarak tanımlarlar. Bir öncekindeki gibi, bu katliamda da Dersimliler çok kan kaybetti. Çünkü bu savaşta Dersimliler Şah İsmail’in yanıbaşında Osmanlılar’a karşı dövüştüler.
Yavuz Selim’in hedefi İran’ı zaptedip “İslam birliği“ adına Kızılbaşlığı ortadan kaldırmaktı. Yavuz’un Kızılbaş kırımı ve Çaldıran seferi öncesinde kaleme alınan fetvalar Kızılbaşlar’a karşı savaşın “din düşmanları“na karşı bir savaş olacağını ve “cihad“ sayılacağını ilan ediyorlardı. Kürt önderleri İdris-i Bitlisi ve Şerefhan, çatışan taraflardan “İslam ordusu“ ve “Kızılbaşlar“ diyerek sözediyorlardı. Bu dönemin Müslüman otoriteleri Kızılbaşlar’ı Müslüman olarak görmüyor, Kızılbaşlığı “Sapkınlık“ ve “Dinsizlik“ olarak tanımlıyorlardı.
Bugün Alevilik adı altında Bektaşilikle birlikte İslam’ın bir mezhebi gibi gösterilmek istenen Kızılbaşlık, bu ilk evresinde Müslüman dünyasında İslam-dışı bir din veya dinsizlik olarak görülüyordu.

SADECE DERSİM 38‘E KADAR OTONOM VARLIĞINI KORUYABİLDİ
Otlukbeli (1473) ve Çaldıran (1514) yenilgileri Dersim tarihinin seyri ve Dersim uluslaşması üzerinde oldukça olumsuz etkilerde bulundular. Çaldıran’ı takiben Kırmanciye’de Kızılbaş yönetimi son bulmuş, Osmanlı hakimiyeti kurulmuştu. Bu tarihte ve sonraki süreçte sadece Dersim, özellikle İç-Dersim kendi otonom varlığını koruyabildi. Dersim’in bu fiili statüsüne son veren 1938 soykırımı oldu.
Dersimli, 38 kırımını Kerbela’nın ve Çaldıran’ın bir devamı gibi görür.
Dersim uluslaşması, Çaldıran’dan 38‘e kadarki 500 yıllık meşakkatli tarih yolculuğunda pekişti. Bu yolculuk boyunda Celaliler’e adını veren ünlü Şah Celal’in, onu takiben de Şah Veli (1519) ve Kalender Çelebi (1527)‘nin direnişlerinden, sonraki yüzyıllarda patlak veren diğer Kızılbaş direnişlerinden ve bunları izleyen sayısız kırımlardan dolaylı ya da dolaysız şekilde yakından etkilendi.
İç-Dersim, bu süreçte, Anadolu’da Kızılbaşlığın mihrakı/merkezi olmuştu. Kızılbaş toplumunu, özellikle Kırmancki ve Kırdaski konuşan Kızılbaş nüfusu beş asır boyunca birarada tutan, merkezleri Dersim’de bulunan ocaklardı.
Çaldıran’dan 38’e dek Kızılbaş toplumunu birarada tutan Dersim ocakları belirli bir otonomiye sahipti. Resmen tanınmamış bile olsa fiilen dinsel (veya dinsel-kültürel) bir otonomi mevcuttu.

DERSİM SİSTEMİ: OTONOM DERSİM VE DERSİM KOMÜNÜ
Otonom Dersim’de 38‘e kadar birçok aşirette Komün hayatı vardı. Dersim Komünü’nü vareden koşullardan biri beş asırlık İslami kuşatmaydı, bu kuşatmanın dayattığı sürekli savunma ve direniş zorunluluğuydu. Bu özgün koşullar kavranmadıkça Dersim Komünü anlaşılmaz kalır. Dersim’de komünal yaşam tarzı ilkel aşiret evresinden çok bu koşulların dayattığı bir sonuçtu. Müslüman kuşatması altındaki Kızılbaş Dersim, ünlü ütopyalardakine benzer bir ada görünümü sunuyordu.
İç kesimlerde hemen her aşiretin kendi aşiret adıyla bilinen sınırları belli bir bölgesi vardı. Bu bölgede toprak, orman, otlak, mera tüm aşiretin ortak mülküydü. Bu bölgeden taşınan biri evini başka aşiretten birine vermezdi. O aşiretin üyesi olmaktan ileri gelen haklarını devredemezdi. Her aşiretin ve kabilenin kendi içinde bu aynı ortakçı ilişkiler egemendi. Belirli kabilelerin yerleşik bulunduğu köy toplumunda bu aynı model yürürlükteydi.

DERSİM‘DE VATAN SAVUNMASI VE ULUSAL BİLİNÇ
1514 sonrasında Dersim Osmanlı ve Kürdistan sınırları içinde görünse de fiilen bağımsızdır. O tarihte Dersim’de açık bir ulusal bilinç olmasa da, vatan/yurt savunması anlamında bir ulusal içgüdü mevcuttu. Müslüman çevrenin (Osmanlı-Kürt-Zaza) seferlerine karşı Dersim savunması bir vatan bilinci doğurmuştu. Uzun süre korunabilen bağımsız ya da yarı-bağımsız statü bu bilinci güçlendirdi. Dersim, devlet içinde devlet gibiydi. Onun bu statüsü resmi tanınma görmese de, Dersim’in kendisi de Osmanlı ve Türk otoritesini tanımamakta kararlıydı. Ne Dersim devlete, ne de devlet Dersim’e üstün geldi. Mücadele 38‘e dek bu minvalde sürüp gitti.
Tanzimat’tan 38‘e kadarki Dersim direnmeleri çağında ulusal bilinç daha açık ve net ifadeler kazandı. Rus ve Ermeni desteğinin katkısıyla Birinci Savaş içinde Ovacık’ta minyatür bir yönetim (Hokmate Kırmanciye) kuruldu. Bu yönetim ancak 1916-18 arasında yaşayabildi. Rus ordusunun geri dönüşü bu yönetimin yaşama şansını yoketti. Böylece İkinci Savaş sırasında Kızıl Ordu desteğinde İran’da doğan Mahabat Cumhuriyeti‘nin kaderine benzer bir durum ilkin Dersim’de görüldü.
Batıda Türk-Yunan Savaşı’nın sürdüğü 1920-21 Koçgiri direnişi yıllarında Tujik Dağı karşısındaki Ağdat’ta üç renkli (Kırmızı-Beyaz-Yeşil) bir Dersim bayrağı dalgalanıyordu. Bu bayrağın renkleri Dersim’in en kutsal üç rengiydi. Bu ulusal simge, ulusal bilincin vardığı aşamaya işaret ediyordu. Seyit Rıza’nın Ağdat’taki konağı bu yıllarda Özgür Dersim (Otonom Dersim)’in hükümet merkezi gibiydi. Bu yönetimin kullanımında gerektiğinde hemen toplanabilen önemlice bir ulusal milis gücü vardı.
Kürt milliyetçileri üç renkli bu Dersim bayrağını kasıtlı olarak çok sonraları Mahabad’da doğanYeşil-Kırmızı-Sarı Kürt bayrağı ile karıştırırlar. Oysa Dersim bayrağında sarı renk mevcut değildi.

DERSİM‘E KARŞI KÜRT VE ZAZA TAVRI
Çaldıran’da ve sonrasında Kürtler ve Zazalar Kızılbaşlar’a ve Dersim’e karşı Osmanlı’nın müttefikleri oldular. Kırmanciye’de Kızılbaş (Safevi) yönetiminin yıkılması ve Osmanlı hakimiyetinin kuruluşunda önemli rol oynadılar. Çaldıran sonrasında Osmanlı desteğindeki fetihler yoluyla pek çok yeri Kızılbaşlar’dan aldılar, bu süreç boyundaki Kızılbaş kırımlarında belirli bir rol üstlendiler.
Dersim ve Kızılbaş direnişleri ilkin Osmanlı-Safevi (İran) savaşları sürecine, daha sonra da Rus-Osmanlı savaşlarına paralel bir seyir izlediler.
Osmanlı-Safevi savaşları peryodunda Dersim Sorunu Kızılbaş Sorunu'nun bir parçası iken, Osmanlı-Rus savaşları sürecinde Dersim için “Milli haklar“ talebi gündeme girer.
Dersim’in “milli haklar“ talep etmeye başladığı Osmanlı-Rus savaşları peryodunda da Dersim’e karşı Kürt veya Zaza tavrında bir değişiklik görülmez. Bu tutum 38 Dersim soykırımına kadar böyle devam eder. Örneğin 1853-54‘te Ruslar’la savaşa tutuşmadan önce Dersim’e saldıran Osmanlı ordusu ile işbirliği içindeler. 1908‘de Cibran aşiretinden oluşan Hamidiye Alayı, Osmanlı ordusu ile birlikte Koçan direnişini bastırma seferine katılır. 1916 Dersim direnişinin bastırılması sırasında da Kürt ve Zaza aşiretlerinden milisler kullanılır. 1916‘da Ovacık’ta oluşan özyönetimin yıkılmasında Kürt Hamidiye Alayları’nın yanında Gökdereli Şeyh Şerif’in kumandası altındaki Zaza aşiret milisleri de görev almıştır.
Kürt milliyetçilerinin Dersim’e bakışında bu arkaplanın bugün bile öğretici bir değer taşımaması düşündürücüdür. Zaza milliyetçilerinin Dersim’e bakışı da ne yazık ki bundan farklı değildir.

PSD KENDİ PROGRAMININ BAŞINA DERSİM MUHALEFETİNİN GELENEKSEL TALEBİNİ YAZMIŞTIR
Dersim muhalefetinin Dersim için geçmişte “Milli haklar“ talep ettiğini biliyoruz.
Dersim muhalefetinin temel ulusal talebi uzun tarihi boyunca zaman zaman bağımsızlık (1916 Dersim direnişi ve 1920-21 Koçgiri hareketi yıllarında), ama genelde otonomi olmuştur.
PSD de Dersim için bir özyönetim talep etmektedir. Bence ayrılma hakkı saklı tutulmak kaydıyla bu özyönetim talebi günümüz koşullarında OTONOM DERSİM biçiminde formüle edilebilir.
Partimiz Dersim‘in kendi dinsel, kültürel, sosyal, iktisadi ve siyasal yaşamı üzerinde otonomiye sahip olmasını istemelidir. Bu, yalnızca dinsel-kültürel alanla sınırlı olmamalı, siyasal alanı da kapsamalı, siyasal hakları içermelidir. Özcesi laik ve demokratik bir politik otonomi talep etmeliyiz. Bu otonomi Dersim’in kendisinde lokal bir parlamento ve hükümeti içermek zorundadır.
Mustafa Kemal’in imzasını taşıyan Amasya Protokolü (1919)’nün gizli bölümlerinde Dersim’in otonomi talebinin tanındığına ilişkin duyumlarımız vardır. Ama bu gizli metinlere henüz ulaşamadığımız için kesin konuşacak durumda değiliz.

Bu bilgi doğruysa, TC devleti için bir bağlayıcılığı olmak zorundadır.

DERSİM’İN ŞECERESİ (XIII) SEYFİ CENGİZ

1021’de Deylemiler Ermenistan’a girdiler. Bu istila ağırlıkla Kafkasya üzerinden gelişti. Yaklaşık aynı sıralarda Selçuk akınları da başladı. Malazgirt’te Bizans savunmasının çökmesi ile birlikte fethedilen topraklarda çeşitli beylikler yükseldi.
Selçuklular sonrasında Kırmanciye topraklarında sırasıyla Moğollar, Timuriler, Kara ve Ak Koyunlular, Safeviler ve Osmanlılar göründüler. Bu istilalar boyunda Dersim’de en süreklilik gösteren oluşum Çemişgezek Konfederasyonu’dur.
Dersimliler’in adı geçen güçlerle ilişkileri bu konfedersyonun tarihinde saklıdır.
Başka deyişle, Çaldıran Savaşı (1514)’na öngelen dönemde Dersim coğrafyasındaki en önemli oluşum Çemişgezek Beyliği’dir.
Bu nedenle bu beyliğin tarihi üzerinde özetle durmak zorundayım.

ÇEMİŞGEZEK BEYLİĞİ
Şerefname’de bu beyliğin tarihi anahatlarıyla anlatılmıştır.
Şeref Han’ın kayddettiği geleneğe göre Çemişgezek beyleri Saltuklular (1071-1202)’dan gelmedir. Erzurum başkentli Saltuklular Beyliği’nin emirlerinden Melkiş (Melik Şah)’in soyundan geldikleri için “Melkişiler” olarak bilinmişlerdir.
Şeref Han’ın Melkiş (Melik Şah) dediği emir, İzzeddin Saltuk’un torunu, Nasıreddin Mehmet’in de oğludur. Nasıreddin Mehmet, Doğu Dersim’de izleri henüz yaşayan, adı türkülerimizde de geçen ünlü Mama Hatun’un kardeşidir. Kaynaklar O’nun oğlu Melkiş (Melik Şah)’ten Ali Şah, Melik Şah, Rükneddin Melik Şah veya Alaeddin Melik-Şah gibi ad ve ünvanlarla sözederler. 1190-1200 tarihleri arasında yaklaşık on yıl yönetmiş olan Saltuklu emiresi Mama Hatun’dan hemen sonraki yöneticidir (1200-1202).
Selçuklular’dan bağımsızlaşma girişiminde bulunan Melkiş (Melik Şah), bu girişimi yüzünden patlak veren savaş sırasında kendi başkenti Erzurum’u yitirir. Erzurum Selçuklular’ın işgali altına girer. Ama önemlice bir bölümü daha önce de Saltuklu devletine dahil olan Mamekiye (“Tunceli”), Mıcıngerd (Sarıkamış-Pasinler arasındaki bölge) ve diğer topraklarda Saltuklular’ın direnişi devam eder. Dersim dağlarına çekilen Melik Şah, burada Çemişgezek Beyliği’ni kurar. Şerefname’ye göre Çemişgezek beyliğinin sonraki yöneticileri de onun soyundandır.
Böylece Çemişgezek Beyliği’nin gerçekte 1071/2’de kurulduğu söylenen Erzurum merkezli Saltuklular Beyliği’nin bir devamı olduğu anlaşılıyor. Sadece başkenti Erzurum’dan Çemişgezek’e taşınmış gibidir.
İlki 1202 yılında sona ermiş, çok geçmeden diğeri başlamıştır.
Şerefname, bu beyliğin 32 kale ve 16 nahiyeyi kapsayacak denli büyük olduğunu kayddederse de, bu yerlerin hepsini saymaz. Mıcıngerd gibi Erzurum’a bağlı bazı bölgelerin yanısıra başka kaynaklardaki bilgilere göre Malatya ve Harput’unda da bir dönem boyunca Çemişgezek Beyliği’ne dahil oldukları anlaşılmaktadır.
Çemişgezek Beyliği’nin 13’üncü yüzyıl başlarında doğduğu hemen hemen kesindir. Ama eldeki veriler bu beyliğin başlangıcı konusunda kesin bir tarih vermek için henüz yeterli değildir. Saltuklular’dan bu yüzyılın en ünlü isminin Babai önderlerinden Sarı Saltuk olduğunu biliyoruz. Şeref Han’ın Melkiş (Melik Şah) olarak referans verdiği kurucunun Sarı Saltuk olması olanaksız değildir. Saltukname’de anlatılanların Babai ayaklanmasının yanısıra Saltuklu ve Çemişgezek beyliklerinin öyküsü ile ilişkisi de kurulabilir.
Şerefname’deki bilgilere göre bu beyliğin yöneticileri ve onlara bağlı olanlar yukarıda sözü edilen Melik Şah’ın kendisinin veya onun soyundan gelen ve yine Melkiş (Melik Şah) diye bilinen kurucu şahsın adından dolayı Melkişiler diye bilinmişlerdir.
Kirzioğlu’nun aktardığı bir geleneğe göre, Saltuklular Çanestan (Eski Dersim)’ın yerlileridir. Onların bölgeye Malazgirt savaşı sonrasında geldikleri doğru değildir. Örneğin “Tevarih-i Cedid-i Mirat-ı Cihan” adlı eserde onların daha 941/942 yılında Eski Dersim (Tzanica)’in Pasin-Erzincan-İspir gibi bölgelerinde bulundukları kayddediliyor (aktaran Kars Tarihi, Kirzioğlu).
ÇEMİŞGEZEK BEYLİĞİNİN BAZI YÖNETİCİLERİ VE DÖNEMLERİ HAKKINDA ÖZET BİLGİLER

TACEDDİN YALMAN (BELAN, BALAN, 1389?-1402/1460?)
Benim ulaşabildiğim verilere göre Emir Yelman, Timur’un 1393-1394 Anadolu seferi sırasında Erzincan emiri Tahirten (Mutahharten)’e bağımlıdır. 1394’te Tahirten’le birlikte Timur’la görüşüp bağlılık bildirmiştir. 1389’da Tahirten ile Akkoyunlular arasında barışı sağlamak için arabuluculuk yapar. Timur ve Bayezid arasında 1402 yılında yapılan savaş sırasında Timur’a tabidir (Bk. Prof. Dr. Yaşar Yücel, Anadolu Beylikleri Hakkında Araştırmalar, cilt II, s. 162-296).
Üstündeki yazıtta Timur döneminde Taceddin Yalman (Taceddin Yalmak) tarafından yaptırıldığı kayıtlı olan Çemişgezek’teki Yelmaniye Camii’nin onun adını taşıdığını düşünüyorum.

BİRİNCİ ŞAH HASAN (1460?-1473?)
Şerefname’ye göre bu emir zamanında Akkoyunlu Uzun Hasan Hırbendelu aşiretiyle Çemişgezek Beyliği’ni istila etmiş, beyliği ondan almıştır.
Çemişgezek’in hangi Akkoyunlu yöneticisi tarafından, hangi tarihte istila edildiği çok net değildir. Bazı kaynaklara göre bu istila 14’üncü yüzyıl başlarında, bazılarına göre de 1433 veya 1461 yılında yeralmıştır. Dolayısıyla sözkonusu istila sırasında Çemişgezek emirinin kim olduğu da kesin değildir.
Fatih Sultan Mehmet ile Uzun Hasan arasındaki savaş sırasında Çemişgezek emiri bu Şeyh Hasan’dır (1461). Uzun Hasan tarafından elçi olarak Fatih’le görüşmeye yollanan heyetin başkanıdır. Uzun Hasan’ın annesi Sare Hatun da bu heyettedir.
Bu Çemişgezek emirinin adı bazı kayıtlarda “Şeyh Hüseyin” olarak verilir.

MANSUR SUHRAB (1476?-?)
Birinci Şah Hasan’ın oğlu ve halefi. Minorsky, onun adını “Mansur Suhrab Bey” olarak tespit eder. Bacısı ya da kızı Akkoyunlu sultanı Halil’le evli. Akkoyunlu Halil’in İran’ın Fars eyaleti valisi olduğu sırada düzenlenen bir geçit töreninde kendisinden “Büyük Emir” olarak sözedilen Mansur Suhrab da hazır bulunmuştur (1476).
(Bk. Minorsky, A Civil and Military Review in Fars İn 1476).

HACI RÜSTEM (ölm. 1514)
Mansur Sohrab’ın oğlu ve halefi.
Uzun süre Kemah’ı yönetti. Fatih Sultan Mehmet’in 1473’te Kemah Kalesi üstüne seferi ve Uzun Hasan’la savaşı sırasında Kemah Kalesi’nin Fatih’e teslim edilmesini engelleyen kişi olarak bilinir (Bu olay için bk.Naşit Uluğ).
Sonraları Kemah da dahil olmak üzere Çemşgezek yönetimini Şah İsmail Safevi’nin halifesi Nur Ali Halife’ye (ölm. 1512) bırakıp İran’a gitti. Kendisine Şah İsmail tarafından Irak’a bağlı (Irak ve Isfahan yöresinde) bazı toprakların yönetimi verildi. Çaldıran Savaşı’nda Şah İsmail’le birlikte dövüştü.
Yenilgiyi takiben Yavuz Selim’le görüşmeye gittiğinde, kendisi, torunu ve kendi aşireti Melkişiler’in önde gelenlerinden 40 kişi ile birlikte katledildi.

İKİNCİ ŞAH HASAN (PİR HASAN, PİR HÜSEYİN, 1514-1543/1544?)
Hacı Rüstem’in oğlu. Benim görüşüme göre Dersim geleneğinin Şeyh Hasan olarak referans verdiklerinden biri budur. Bu gelenekteki Irak-Mısır-Malatya seyahati onun dönüşüdür. Çemişgezek emiri Birinci Şeyh Hasan (Şah Hasan), bu Şeyh Hasan’ın büyük dedesidir.
Şerefname bu Şeyh Hasan’dan bazen “Pir Hüseyin”, bazen de “Pir Hasan” diye sözeder. Babası Yavuz Selim tarafından öldürüldüğünde Irak’taydı. Olayı duyar duymaz Mısır’a iltica edip Osmanlılar’a karşı Mısır Memlük Sultanı’nın hizmetine girmeye karar verdi. İlkin Irak’tan Malatya’ya gitti. Burada Mısır Memlükleri’ne bağlı Malatya valisi Mamay Haseki’yle görüştü. Bu görüşmede Memay Bey’in tavsiyesi üzerine Mısır’a gitmekten vazgeçip o sırada Amasya’da bulunan kendi babası ve oğlunun katili Yavuz Selim’le görüşmeye karar verdi. Bu görüşmede kendisine Çemişgezek Beyliği iade edildi. Bir ordu toplayıp Çemişgezek’e gitti. Bu sıradaki Safevi yöneticiyi yenilgiye uğratıp beyliği geri aldı. Tam 30 yıl yönettikten sonra geride 16 erkek çocuğu bırakarak öldü. Bu oğulları ve torunları hakkındaki ayrıntılar Şerefname’de mevcuttur.
16 oğlunun adları şöyledir:
Halid: Çaldıran’dan hemen sonra dedesi ile birlikte Yavuz Selim tarafından öldürtüldü.
Muhammedi: Mıcıngerd sancak beyi
Rüstem: Bölünmeden sonra Pertek sancak beyi
Yusuf
Pilten: Kanuni zamanında Mıcıngerd sancak beyi.
Keykubad
Behlül
Muhsin
Yakup
Ferhşad: Mıcıngerd’in ikinci sancak beyi. Ağabeyi Muhammedi ölünce onun çocukları henüz küçük olduğundan Mıcıngerd sancağının yönetimi Kanuni tarafından Ferhşad’a verildi.
Ali
Külay (Gülabi): Serdar Mustafa Paşa’nın Şirvan seferinde Çıldır’da öldürüldü.
Keyhüsrev: Sakaman sancak beyi.
Keykavus
Perviz
Yalman (Yaman, Süleyman).

ÇEMİŞGEZEK BEYLİĞİNİN BÖLÜNÜŞÜ VE SONRASI
İkinci Şah Hasan (Pir Hasan) öldükten sonra oğulları arasında anlşmazlıklar patlak verdi. Sonunda Kanuni Sultan Süleyman’a başvurup beyliğin kendi aralarında bölünmesine neden oldular.
Böylece İkinci Şah Hasan (Pir Hasan) birleşik Çemişgezek Beyliği’nin son emiri oldu.
Pir Hasan’dan sonraki bölünmede ilkin Mıcıngerd ve Pertek, sonra da Sakaman (Sağman) sancakları oluşturuldu. Bunlar Melkişiler’in yönetimine verildi. Çemişgezek merkez sancağı ise bu sırada Osmanlılar’ın yönetimi ve mülkiyetine geçti.

MICINGERD BEYLERİ
İlk Mıcıngerd sancak beyi Şah Hasan’ın büyük oğlu Muhammedi’dir. Onu takiben bu sancağı sırasıyla kardeşleri Ferhşad ve Pilten, daha sonra da Pilten’in oğulları ve torunları yönettiler.

PERTEK BEYLERİ
Bu sancağın yönetimi Şah Hasan’ın ikinci oğlu Rüstem’e verildi Pertek sancağının ilk beyi odur. Sonra da onun oğlu Baysungur yönetti.

SEQEMAN (SAKAMAN) BEYLERİ
Daha sonraları sancak yapılan Sakaman’ın ilk yöneticisi Şah Hasan’ın oğlu Keyhüsrev’dir. Sonra da onun oğulları ve torunları yönettiler.

Bu üç sancağın yöneticileri ve yakınları Çemişgezek aşiret konfederasyonunun da yöneticileriydi.

DERSİM’İN ŞECERESİ (XII) SEYFİ CENGİZ

ŞAH HASAN-SEYİT GELENEĞİ
Dersim geleneğinin "Şah Hasananlılar" ve "Seydanlılar" dedikleri Dersim’e daha geç dönemlerde gelenlerdir.
Onlara Geç Dersimliler dememiz bu yüzdendir.
Ama Geç Dersimliler’in hepsi Dersim içine bir defada ve birlikte gelmediler. Hepsi bir ve aynı göçe ait değiller. Bunlar 10’uncu ve 16’ıncı yüzyıllar arasında yeralan farklı göç dalgalarına aittirler.
Başka deyişle, uzunca bir sürece yayılan gelişler sözkonusudur.
Bu gelişlerin kimisi ya unutuldukları ya da pek önemli olmadıkları için rivayetlerimizde iz bırakmamıştır.
O nedenle biz kendimizi rivayetlerimizde izleri hâlâ yaşayabilen gruplarla sınırlamak, daha doğrusu öncelikle onları tespit etmek için uğraşmak zorundayız.

ŞAH HASAN VE SEYİT`İN KİMLİKLERİ
İz bırakan gelişlerden biri Mahmut Hayrani (Kureyş) öncülüğünde yapılanıdır. Bir diğeri başında kardeş oldukları söylenen Şah Hasan ve Seyit’in bulundukları göçtür.
Geleneklerimizde sözü en çok edilen gelişler bunlardır. Bunlar efsanevi değil, hâlâ hatırlanabilen tarihsel olaylardır.
O halde yapmamız gereken şey, en önce bu göçlere öncülük ettikleri söylenen kişilerin kimliğini tespittir.
Gelenek buradan başlanarak çözülebilir.
Mahmut Hayrani’nin türbesi Akşehir’dedir. Akşehir’in adı bazı kayıtlarda Kureyş Kazası olarak geçer. Burdaki türbede bulunan tabutu üzerinde adı Mahmut El-Rıfai olarak kaydedilmektedir. Bir diğer adı ise Mahmut El Harrani’dir.
Tarihi ciddi ve ayrıntılı olarak çalışanlar için bu bilgiler geleneği çözmek için paha biçilmez ipuçlarıdır. Çünkü Rıfai nisbesi derhal Rıfailer olarak bilinen tarikatı, Harrani nisbesi ise ünlü Harran kenti ve İç-Dersim’deki Haran (Hıran) mıntıkasını akla getirir. Böylece giderek artan ipuçları sayesinde olay çorap söküğü misali çözülmeye başlar.
Rıfailer adındaki tarikat Irak’ta kuruldu. Kurucusu Gilan orijinli Ahmet Rıfai’dir. Basra doğumlu olduğu için Ahmet Basri diye de bilinmiştir. Bu tarikat etrafa Irak’tan yayılmıştır. İlk yayıcıları ve halifeleri arasında Ahmet Rıfai’nin yakınları önemli bir yer tutmaktadır. 13’üncü yüzyılda Anadolu’da en etkin tarikatlardan biri, hatta belki de en etkini Rıfailiktir. Bu dönemin en ünlü Rıfai önderleri ise Ahmet Kuçek-i Rıfai (kaynaklar onu bu tarikatın kurucusu olan Ahmet Rıfai’den ayırt etmek için küçük anlamlı ‘Kuçek’ sıfatı kullanırlar) ile Mahmut Hayrani’dir.
Dersim ve Zaza Tarihi’nde eldeki bilgilerden hareketle Ahmet Kuçek-i Rıfai’nin ünlü Karaca Ahmet olduğunu ortaya koydum. Yani Karaca Ahmet (Küçük Ahmet Rıfai) ile Mahmut Hayrani (Mahmut Rıfai) kardeştirler. Onların Rıfai tarikatının kurucusu Büyük Ahmet Rıfai ile akraba olduklarını düşünüyorum. Bu düşüncemin tek dayanağı şeceresel bilgiler ve Rıfai nisbesi değildir. Cedlerinin Mahmut Hayrani olduğunu söyleyen Kureşanlılar’ın konuştukları dil ve kendi rivayetlerinde Irak’la (özellikle Kerbela ve çevresi ile) kurulan bağlantılar da önemli kanıtlardır.
Dersim’in dervişleri Kureşanlıdır. Rıfailiği tanıyanlar bu dervişlerin pratikleri (yılan, aslan ve ateş öyküleri) ile Rıfailik arasındaki bağlantıyı yakalamakta güçlük çekmezler. Bu olgu da Kureşanlılar’ın Rıfailer ile bağlantısına işaret eder.
Uzun lafın kısası Kureşanlılar, Rıfailer’dir.
Gelelim "Şah Hasan" ve "Seyit" adlarına.
Bu ikilinin öncülük ettiği göçü anlatan rivayetin değişik versiyonları mevcuttur. Bunlara Dersim ve Zaza Tarihi’nde oldukça ayrıntılı değindim.
3 Ağustos 1937 tarihli Tan Gazetesi’nde bu geleneğin değişik bir versiyonu Latif Erenel tarafından şöyle nakledilir:
"Dersimli kimdir, nereden gelmiştir, halkın menşei nedir? Bunun etrafında çok yazılar yazıldı. Birçok iddialar yürütüldü. Benim burada kısaca kaydedeceğim şey, duyduğum birkaç nokta olacaktır.......Bundan 1200 sene kadar evvel Horasan’dan kalkan Ahmet Basri, Malatya’nın bir kısmına girmiş yerleşmiş, oğulları Şeyh Hasan ve Seyit Ali adlarını almışlardır. Şeyh Hasan’ın Ferhat, Kara Bali, Abbas adlarında oğulları türemiş. Seyit Ali’nin oğullarından da Koç, Resik, ve Şam uşakları türemiştir..."
1930’ların başında Jandarma Umum Kumandanlığı tarafından hazırlanmış olan Dersim adlı kitapta bu rivayetin nisbeten farklı ve daha ayrıntılı bir versiyonunu buluyoruz:
"Garbi Dersim’e gelince, bu mıntıkada sakin aşiretler arasındaki tradisyon şudur: Ecdatları Horasan’da mukim Şeyh Ahmedi Yasevi imiş. Cengiz istilası üzerine Ahmedi Yasevi’nin oğlu Şeyh Hasan Dede aşiret halkı ile Irak’a göçetmiş, orada Abbasi halifesine dehalet ederek iskan edilmiş. Hasan Dede bir aralık Hicaz’a ve oradan Mısır’a geçmiş ve Bağdad’a döndüğü zaman o yerlerde kalamayacağını kestirerek aşiret halkı ile Anadolu’ya geçmiş ve Konya Selçukluları’ndan Alaeddin’e tebaiyet etmiş. Alaeddin, bir hemşiresini Hasan Dede’ye tezviç ederek onu aşiretiyle beraber Malatya civarında iskan etmiş. Bu aşiret Yavuz Sultan Selim zamanına kadar bu mıntıkada kalmış. Yavuz’un Şiilikle birahmane mücadelesi sırasında korku ile Dersim’e kaçmışlar. Şeyh Hasan Dede yolda ölmüş, Kebanmadeni kazasının Şeyh Hasan karyesinde defnedilmiş. Hasan ve Seyit ismindeki iki oğlu aşiret halkı ile beraber asıl Dersim mıntıkasına göçmüşler. Hasan, Hozat ve civarında kalmış. Seyit, kendi tevabii ile Ovacık mıntıkasına geçmiş. Hasan’ın Abbas, Karaballı, Kırık ve Ferhat isminde dört oğlu olmuş. Bunların herbiri bir aşiret halinde taazzuv etmiş. Bugün Şey Hasananlı grubu altında Abbas, Karaballı, Ferhat aşiretleri vardır. Ve esas aşiret grupları olan bunlar da daha küçük kabileler haline inkısam etmişlerdir. Seyit ismindeki diğer kardeşin Koç, Kal, Kav isminde üç çocuğu olmuş, bunlardan Koç’un Şam ve Resik; Kal’ın Bal, Abbas, Persim, Keçel; Kav’ın Beyt, Maksut, Bezgever adlı çocukları olmuş. Zamanla her biri bugün aynı namlarla anılan aşiretleri teşkil etmişler. Bunlardan daha bir takımı küçük gruplara ayrılmışlardır. Garbi Dersim’e bugün hakim nafiz olan aşiretler bunlardır....Garbi Dersim’i teşkil eden.... bu aşiretlerin Dersim’in ilk sakinleri olmadığı ve yakın bir tarihte mezkur mıntıkaya göçtükleri şüphesizdir" (a.g.y., s. 44-45).
Bu aynı rivayet Mehmet Nuri Dersimi tarafından Hatıratım adlı kitapta kısmen farklı kaydedilmektedir. O’nun kaydettiği versiyonda Şeyh Hasan’ın kardeşi Seyit’in bir adının da "Kalemamsor" olduğu ve bu sözcüğün "Kırmızı Elbiseli" anlamına geldiği açıklaması yeralmaktadır.
Khalemamsor adı değişik kaynaklarda ve halk dilinde çeşitli şekiller altında görünür: Khalmamsar, Khalmamsır, Khalmamsor veya Khalman Sar gibi.
Geleneğin bazı versiyonlarında Şeyh Hasan (Şah Hasan) ve Seyit (Khalemamsor) ikilisinin ilişkileri kardeş olarak değil, ama efendi-hizmetçi gibi sunulur. Bir versiyonda efendi konumundaki Şah Hasan iken, bir diğerinde Khalemamsor (Seyit)’dur.
Bunlar Şah Hasananlılar ile Seydanlılar arasındaki üstünlük mücadelesinin anılarıdır.
M. Nuri Dersimi’deki versiyona göre Şah Hasan, kendi kızı "Goncasor"u Khalemamsor (Seyit)’la evlendirmiştir. Goncasor (Kıncasur) adı da Dersim dilinde Kırmızı Elbiseli (Kızılbaş) demektir.
Bütün ayrıntıları anlatıp okuyucunun başını ağrıtmak istemiyorum. Buraya kadarki anlatımların içerdiği ipuçlarının toplamı geleneği tarihsel bir zemine oturtmak için yeterlidir.
Yukarıya aktardığımız rivayetler dikkatle okunduğunda Seyit denen kardeşin adının iki farklı şekilde verildiği görülür: Bir versiyonda onun adının Seyit Ali (Seydali), bir diğerinde Khalemamsor (Kırmızı Elbiseli, Kızılbaş) olduğu söylenir.
Kısacası farklı dönemlerin olayları ve kahramanları birbirine karıştırıldığı için iki adet Seyit sözkonusudur.
Seyit Ali denen figür daha erken tarihte yeralmış olan Kureşan (Rıfai) göçünü temsil etmektedir. Buna az evvel değinmiştim. Bence bu Seyit Ali, Kureyş ile birlikte yanan fırına girdiği rivayet edilen Derviş Gewr (Derviş Beyaz)‘in ta kendisidir. Gelenek ve şecerelerde Derviş Gevr’in gerçek adının Seyit Ali olduğuna işaret edilmektedir.
Khalemamsor denen figür ise Safevi Şah Haydar’dır (ölm. 1488). Dersim’in kabesi olarak bilinen ve asıl adının "Saheyder" olduğu söylenen Düzgün Baba işte bu Şah Haydar’dır. Khalemamsor adının "Kırmızı Elbiseli" anlamına geldiğini bildiğimize göre, burada Safeviler’e referans verildiğini anlamak zor değildir. Çünkü kendi yandaşlarına kırmızı başlık giydiren Şah Haydar’dan itibaren Safeviler "Kızılbaş" olarak bilindiler. Dersimliler de dahil olmak üzere Şah Haydar’ı izleyenler "Surh-i Ser" (Kızıl Baş) ve/veya "Haydari" olarak anıldılar.
Özetle, rivayetteki Seyit adları Dersim’in seyitleri olarak bilinen Kureşanlılar ile Safeviler’i temsil ederler.
Burada sözünü etmediğimiz diğer ayrıntılarla birlikte düşünüldüğünde rivayetteki Şah Hasan (Şeyh Hasan)’ın da gerçekte bir değil aynı adı taşıyan iki farklı kişiyi temsil ettiği görülür. Rivayetin Şah Hasan dediklerinden biri Akkoyunlu Uzun Hasan (1425-1478)‘dır. Diğeri ise Çemişgez Emiri İkinci Şah Hasan (1514-1543/4)’dır.
Kızını Khalemamsor’la evlendirdiği söylenen Şah Hasan, kesinlikle Akkoyunlu Uzun Hasan’dır. Safevi Şah Haydar‘ın onun kızı Alemşah Begum (Dersim geleneğinde Kıncısur) ile evlendiği bilinen bir şeydir. Kısacası rivayette anlatılan olaylardan biri Akkoyunlular ile Safeviler’in Dersim’e gelişidir. Bu iki gücün ilişkileri, ittifakları ve çatışmaları tarihsel kayıtlarda mevcuttur. Dersim geleneğindeki egemen yorumda Şah Hasananlılar Akkoyunlular’la, Seydanlılar ise Safeviler’le özdeşleştirilmekte, Şeyh Hasanan ve Seydan ayrımı Akkoyunlu-Safevi ayrılığı ve çatışması gibi sunulmaktadır. Bu yorum kendilerinden Geç Dersimliler olarak sözettiğim Şeyh Hasananlılar’ın Akkoyunlu, Seydanlılar’ın ise Safevi olduğu şeklinde bir görüş içermektedir. Böylece geleneğimizin Geç Dersimliler dediği katmanın iki önemli öğesini daha tespit etmiş oluyoruz. Bunlar Akkoyunlular ile Safeviler’dir.
Ama Dersim’de Akkoyunlu öğenin yeri çok fazla değil. Çünkü Akkoyunlu Konfederasyonu’na dahil Dersimi ve Kürt aşiretlerine de sık sık Akkoyunlular denerek referans verilmekte ve bununla onların etnik Türkmen oldukları değil, mensup oldukları aşiret ittifakı (siyasi ittifak) kastedilmektedir. Safeviler’in kurucusu Şeyh Safi ve aşireti ise Dımıli’dir.
Şah Hasan-Seyit geleneğinde sözü edilen diğer Şah Hasan ise az evvel işaret ettiğim gibi Çemişgezek emiri İkinci Şeyh Hasan (1514-1543/44)’dır. Melkişiler olarak da anılan Çemişgezek emirlerinin Erzurum merkezli Saltuklular soyundan geldikleri Şerefname’de anlatılmaktadır. Dersimliler, özellikle Batı Dersim’in Çemişgezek veya Melkişiler adıyla bilinen aşiret konfederasyonu Safevi Devrimi’ne aktif şekilde katılmışlardı. Onlar bizzat İran’ın ve Horasan’ın kendisinde de bu devrimin ve davanın kazanması için aşiretler halinde savaştılar.
Ama Çaldıran yenilgisi ile birlikte Safevi Devrimi dalgası gerilemeye başlamış, Horasan da dahil İran ve Irak sahasında bu devrimin başarısı ve devamı için en ön saflarda dövüşen Çemişgezek beyliği ve konfederasyonun liderleri yanlarındaki aşiretleriyle birlikte Dersim’e dönmeye başlamışlardı.
Şeyh Hasan-Seyit rivayeti Çaldıran sonrası geri dönüşten bazı kesitleri de yanlış şekilde bir ilk geliş gibi yansıtmaktadır.
Bu sırada geri dönenlerden biri babası Çaldıran’da öldürülmüş olan İkinci Şeyh Hasan’dır. Tam da rivayette anlatıldığı şekilde ilkin Malatya’ya geldi, daha sonra gidip Yavuz Selim’le görüşüp onun tasvibini de alarak Çemişgezek’i Safeviler’den geri aldı.
Rivayetin Mısır dediği Afrika’daki bildiğimiz Mısır değil, o tarihte Mısır Memlükleri’nin kontrolünde bulunan ve onların bir valisi tarafından yönetilen Malatya ve çevresidir. Aynı gelenekteki Malatya’dan geliş motifi de bir boyutuyla bu dönüş olayına referanstır. Rivayetin bu bölümü de tarihsel bir olay olup Şerefname’nin Çemişgezek Hükümdarları bölümünde daha doğru ve daha tam şekliyle kayda geçirilmiş bulunuluyor.
O halde geleneğimizin Geç Dersimliler dedikleri, geleneğe yansıyan temel öğeleri itibariyle, Saltuklular (Melkişiler), Rıfailer (Kureşanlılar), Safeviler ve Akkoyunlular’dan bileşen halk tabakasıdır.
Bölgede eski olmakla birlikte Dersim içine 17. veya 18. yüzyılda ilerledikleri anlaşılan Zaza kökenli Suran, Ciban, Yusufan ve Çarekan aşiretleri de kronolojik bakış açısından Geç Dersimliler’e dahil edilebilirler.
Modern Dersimliler; Eski Dersimliler (Khal Mem-Khal Ferat tabakası) ve Geç Dersimliler olarak adlandırdığım katmanların bir sentezidirler ve onların tarihi de bu iki tabakanın ortak tarihidir.

ŞAH HASAN-SEYİT GELENEĞİNDEKİ ŞEYH AHMET’İN KİMLİĞİ
Geç Dersimliler’in orijinlerine ilişkin Şah Hasan-Seyit rivayetinde, sadece bir Hasan’dan değil iki Hasan’dan, sadece bir Seyit’ten değil iki Seyit’ten sözedildiğini söyledim ve bunların kimlikleri konusundaki görüşümü yukarıda açıkladım.
Benim düşünceme göre bu gelenekte referans verilen Hasan’lar şunlardı:
1) Akkoyunlu Uzun Hasan
2) Saltuklu Şah Hasan (Çemişgezek Emiri İkinci Şah Hasan).
Bu gelenekte referans verilen Seyit’ler ise:
1) Seyit Ali (Derviş Gewr)
2) Khalemamsor (Geç Kalmem, Şah Haydar Safevi, Düzgün Baba).
Peki gelenekte kendisinden söz edilen Şeyh Ahmet (Ahmet Dede) kimdir?
Az önce söylenenler dikkatle okunursa, kardeş oldukları söylenen Hasan ve Seyit’in babaları Şeyh Ahmet‘in adının da değişik versiyonlarda farklı verildiği görülecektir.
Yani geleneğimizde iki Hasan ve iki Seyit’in yanısıra iki adet de Şeyh Ahmet vardır:
1) Ahmet Yesevi
2) Ahmet Basri
Geç Dersimliler kendilerinin bu iki atadan indiklerine inanırlar. Çünkü Şah Hasan ve Seyit’in onların çocukları veya torunları olduğunu, Şahhasananlılar ile Seydanlılar olarak bilinen aşiretlerin onlardan türediğini söylerler.
Dersim-Kızılbaş geleneklerindeki "Yesevi" nisbesinin doğrusu benim görüşüme göre "Safevi" olmalıdır. Yani Ahmet Yesevi değil, Ahmet Safevi denmelidir. Geç Dersimliler’in ve Kızılbaşlar'ın sözünü ettikleri gelenek Yesevilik değil, Safeviliktir.
Bu düzeltme yapılmadıkça, geleneklerimiz havada kalır, tarihsel bir zemine oturmaz. Bu yüzdendir ki gelenekteki Yesevi soyadının gerçekte Safeviler’e (Erdebil Ocağı’na), Ahmet adının ise Safevi önderlerinden birine referans olduğunu düşünüyor, bunda ısrar ediyorum.
Tarihsel olguların bize söylediği budur.
Kendisinden Ahmet Yesevi olarak sözedilen Safevi önderinin kimliğine az sonra değineceğim.
Gelenekteki Ahmet Basri ise Rıfai tarikatının kurucusu Ahmet Rıfai’dir (Doğ. 1118, Basra-ölm. 23 Eylül 1182). Basra’da doğduğu, yaşamı ve faaliyetinin bir bölümü orada geçtiği için ona "Basri" nisbesiyle de referans verilmektedir. Rıfailer’in orijinde Gilani bir aşiret (topluluk) ve tarikat olduğuna işaret etmiştim.
Az önce geleneğimizin Kureyş dediği Mahmut Hayrani’nin adının Akşehir’de bulunan sandukası üzerinde Mahmut Rıfai olarak kaydedildiğine işaret etmiş, onun ağabeyi Ahmet Rıfai (Küçük Ahmet Rıfai, Ahmed bin Masud)‘nin Karaca Ahmet diye bilinen kişilikle bir ve aynı olduğunu söylemiştim.
Bu iki kardeş benim görüşüme göre Rıfai tarikatının kurucusu Büyük Ahmet Rıfai’nin soyu ile ilişkilidirler.
‘Erzincan‘ adlı kitabında Ali Kemali, Dersim seyitlerinin listesini verdiği yerde Dersim geleneğindeki iki Ahmet’in adlarını şöyle kaydetmektedir:
1) Şeyh Ahmet Dede (Şeyh Ahmet Dedeler): Yesevi evladındandır. Bütün seyit ve ocakların başkaynağı olarak görülürler. Merkezleri Tercan ve Mazgirt’ir. Malatya’da da vardırlar. Dersim aşiretleri O’nun Şeyh Hasan ve Seyit adlarındaki iki oğlundan türemişlerdir.
2) Gözcü Kara Ahmet Dede (Gözcü Kara Ahmet Dede evladı).
Ali Kemali, Ahmet Basri yerine Gözcü Kara Ahmet’in adını yazmakla benim düşüncemi doğruluyor. Çünkü onun listesinde Gözcü Kara Ahmed Dede adı altında geçen kişi ünlü Karaca Ahmet’ten başkası olamaz. Menakıblarda Karaca Ahmet’in "Rum’un Gözcüsü" olarak tanımlandığı, herbiri bir Alevi ocağına atfedilen Alevi cemlerindeki on-iki posttan (görevden) gözcü postuna Karaca Ahmet Sultan Postu dendiği hatırlanmalıdır. Ali Kemali’nin kaydettiği versiyonda yapılan şey, Büyük Ahmet Rıfai (Ahmet Basri)’nin yerine onunla aynı adı taşıyan kendi soyundan Küçük Ahmet Rıfai’nin (nam-ı diğer Karaca Ahmet) ikame edilmesinden başka bir şey değildir.
O halde geleneğimizdeki iki Ahmet’i de tespit etmiş bulunuyoruz.
Dersim ve Alevi geleneklerinde bu iki Ahmet’in açık şekilde ayırt edilemediğini, genelde Şeyh Ahmet olarak anılıp sık sık birbirine karıştırıldığını not etmeliyim.
Şimdi bu konuyu bağlamak için kendisinden Ahmet Yesevi olarak sözedilen Safevi liderinin kişisel kimliğine ilişkin birşeyler daha söylemek zorundayım.
Geleneklerin belirli halklara veya hanedanlıklara referans verirken bu halk veya hanedanlıkların en çok ünlenen temsilcisinin adını kollektif bir ad gibi kullandıkları sık görülür. Sözgelimi Alevi geleneğinde Emevi adı sık anılmaz. Bu hanedanlığa daha çok Yezid’in adıyla göndermede bulunulur. Bir diğer örnek Selçuklular’dır. Gelenekler Selçuklu hükümdarlarından neredeyse sadece birini tanıyor, bu hanedanlığın tüm yöneticilerine Alaeddin Keykubad diye referans veriyor. Yani Alaeddin Keykubad’ın adı konu Selçuklular olunca kollektif bir kimlik gibi kullanılıyor. Daha bir yığın örnek verilebilir.
Dersim geleneği ile Orta Asya kaynaklı Yesevi geleneği hiç bir şekilde bağdaşmazlar. Birinin diğerinden veya ikisinin aynı kaynaktan/ekolden gelmesi olanaksızdır.
Demek istediğim şu ki, Ahmet Yesevi adı geleneklerin dilinde Safeviler ve onların önderleri için kullanılan kollektif bir addır. Bu adın hangi Safevi önderine ait olduğu sorulabilir. Buna benim vereceğim yanıt Şah Haydar Safevi’dir. Çünkü Safevi Şah Haydar’ın aynı zamanda ‘Hoca Ahmet’ (= Ahmet Yesevi) diye bilindiğinin kanıtları vardır.
Geç Dersim ve Kızılbaş-Alevi geleneklerinde adı geçen Ahmet Yesevi’nin kimliği konusunda en önemli ipucunu J. W. Crowfoot’un 1900 yılında yayınlanmış olan "Survivals Among The Cappadocian Kızılbaş (Bektaş)" başlıklı makalesinde buluyoruz. Bu makale tarafımızdan Türkçe’ye çevrilip "Desmala Sure" dergisinin 15. (Eylül 1995) ve 16. (Mayıs 1996) sayılarında iki bölüm halinde yayınlanmıştı.
1900 yılında Ankara’ya bağlı Kızılbaş köylerinden Haydar Sultan ve Hasan Dede’yi ziyaret eden Crowfoot, bu köylerin halkından duyduğu gelenekleri kayddeder ve yorumlar. Haydar Sultan’daki türbede yatan ve o köye adını veren Haydar’ın Hoca Ahmet (Ahmet Yesevi) olarak da bilindiği söylenmiştir kendisine. Crowfoot, köylülerin bu Haydar Sultan’ı Uzun Hasan’ın kızı Martha (Alemşah Begum) ile evlenmiş olan Safevi Şeyh Haydar olarak tanıttıklarını kaydetmektedir.
Bir dipnotunda Crowfoot, Hoca Ahmet (Şah Haydar, Ahmet Yesevi)’in Karaca Ahmet’le aynı sanıldığını veya onunla karıştırıldığını da yazmaktadır.
Yani Geç Dersimliler’in geleneğindeki iki Ahmet daha önce işaret ettiğim gibi geleneklerde sık sık birbirine karıştırılmaktadır.
1899-1916 arası yıllarda Yunanistan ve Türkiye’de kalmış olan arkeolog F. W. Hasluck’un (1913’te Konya’dadır), "Christianity And Islam Under The Sultans" (Oxford, 1929) adlı iki ciltlik kitabında ifade ettiği görüşler de önemlidirler.
Hasluck, kitabının 2’inci cildinde Crowfoot’un dediklerini "Haydar, Hoca Ahmed, Karaca Ahmed" başlıklı bölümde şöyle değerlendirir:
Yörede anlatılana göre Haydar Sultan köyüne adını veren kişi İran kralının oğludur, Horasan’ın Yassevi adlı kentinden gelmiş. Bu Seyit Haydar’ın bir adı da Hoca Ahmed’dir. Hacı Bektaş’la birlikte Kayseri’ye gidip orada Mene adında Hristiyan bir kadınla evlenmiş. İlginçtir ki (Hasluck ekler bu bilgiyi) ordaki yerin Hristiyan sahibinin adı (gerçek veya hayali) "S. Menas"tır ve ortodokslar ona gizli şeyleri ifşa eden kişi olarak bakar.
Mene ile evlenen Hoca Ahmed (Haydar) türbesinin bulunduğu köye gelip yerleşir, orda ölür. Tüm köy halkı bu çiftin soyundan olduğunu söylemektedir.
Hasluck’un vardığı sonuç şudur:
Haydar, bu köy halkının seyit-atasıdır. Bu Haydar’ın Şah İsmail’in babası ile karıştırılıp karıştırılmadığı şimdilik önemsiz. Bektaşiler bu lokal geleneğe şunu ekler: Bektaşiler’e (Bektaşi geleneğine göre) göre bu Haydar, Hoca Ahmed Yesevi’nin ta kendisidir, aynı kişidir. Hoca Ahmed Yesevi’nin kendisi ise Bektaşi seyit Karaca Ahmed’le karışır, aynılar mı, ayrılar mı ayırd edilemez (Bk. a.g.e., s. 403-405).
Safevi Şah Haydar’ın aynı zamanda Ahmet Yesevi (Hoca Ahmed) diye bilindiğine tanıklık eden yukarıdaki bilgiler, benim Yesevilik denen şeyin gerçekte Safevilik olduğu şeklindeki görüşümü de kanıtlamaktadır.
O halde geleneğimizdeki Ahmet Yesevi de, Şah Haydar Safevidir.
Bitirirken bir düşüncemi daha not edeyim:
Bir deyişinde gerçek adının Koca Haydar olduğunu söyleyen ünlü Pir Sultan da Şah Haydar (yani Düzgün Baba)’dır. Dersimli bunu bilmez, söylemez; ama Dersim’in kalbi Mameki’de onun heykelini dikmekle bunu hissettiğini de belli eder.

DERSİM VE KIZILBAŞ GELENEKLERİNDEKİ ADLARIN TARİHSEL KARŞILIKLARI
Buraya kadarki bulgularımızı bir arada vererek hafızaları tazelemekte yarar var.
Erken Dersimliler’in geleneklerindeki adların tarihsel karşılıkları:
1) KHAL MEM ( = Mamakanlar, Çanlar)
2) KHAL FERAT ( = Partlar)
Geç Dersim ve Kızılbaş geleneklerinin eksenindeki adlar ve tarihsel karşılıkları:

ŞEYH AHMET:
1) Ahmet Yesevi (Şah Haydar, bir ihtimal onun cedlerinden biri, belki babası Şah Cüneyt)
2) Ahmet Basri (Büyük Ahmet Rıfai, bazen Küçük Ahmet Rıfai/Karaca Ahmet)
Geleneklerdeki Şeyh Ahmet, bu ikilinin kombinasyonuna tekabül eder.

ŞAH HASAN:
1) Saltuklu Şah Hasan
2) Akkoyunlu Uzun Hasan

SEYİT:
1) Seyit Ali (Derviş Gewr)
2) Khalemamsor (Bava Sur/Bava Mansur/Bamasur, Geç Kalmem, Şah Haydar, Düzgün Bava, Pir Sultan).

Dersim ve Kızılbaş tarihi sözlü gelenekte yukarıdaki isimler etrafında döner. Gerçek tarihte de durum budur. Onları tanımadan tarihimizi ne anlayabilir, ne de anlatabiliriz.

Bu konuya bunca önem verişimiz bu yüzdendir.

DERSİM’İN ŞECERESİ (XI) SEYFİ CENGİZ

PAVLAKİLER
Dersim antikçağının ekseninde özne olarak Khal Mem-Khal Ferat tabakası vardır. Bu ikilinin tarihi elbette ki ortaçağlarda da sürer. Ek olarak Pavlakiler girer devreye. Ortaçağ Dersim tarihi Pavlakiler’le başlar, daha ilerde değineceğim Şah Hasan-Seyit tabakasının önderliği altında devam eder.
Arap ve Selçuklu istilaları arasındaki dönemin Dersim tarihinde en dikkate değer olgu Pavlakiler’dir.
İran dini Zerdüştlük içindeki iç kavgalardan üçüncü yüzyılda Manes, beşinci yüzyılda ise Mezdek hareketleri doğdular. Zerdüştçü Sasani yönetimleri tarafından acımasızca bastırılan bu hareketlerin doktrinleri Arap/İslam peryodunda Ghulat adı verilen ve İslam içinden çıksa da İslam-dışı görülen aşırı Şii görüşlerle karıştılar. Eba Müslim, El Mukanna, Babek, Abdullah Qaddah, Hallacı Mansur, Hamdan Karmat, Hasan-ı Sabbah, Baba İshak, Fazlullah Hurufi ve Nesimi gibi ünlü kişiliklerin mensup olduğu sektler için şu ya da bu ölçüde ilham kaynağı oldular.
Manesçi propaganda daha doğduğu üçüncü yüzyılda Roma imparatorluğunda korkulan bir güce dönüşmüştü. Bu yüzyılın sonlarında Roma imparatorlarının Manesçilere karşı fermanlar yayınladıkları bilinen bir şeydir. Bu fermanlarda Manesçiler’in ve Manesçiliğin İrani orijinine özellikle dikkat çekilir. Ermenistan‘da ve Bizans’ta Hiristiyanlığın devlet dini olarak benimsenmesi bu tarihten çok sonradır. Bu seçimde Manesçi tehdidin büyük rolü vardı. Nitekim dördüncü yüzyılda Ermenistan ve Bizans’ta Hiristiyanlık devlet dini olarak benimsendiğinde Manesçi ve Mezdekçi güçlü bir muhalefetle karşılaştı. Manesçiliğe karşı mücadelede Hiristiyanlıktan yararlanıldı.
Böylece dördüncü yüzyıldan itibaren Roma imparatorluğunda Manesçilik ve Hiristiyanlık karşı karşıya geldiler. Kendi çağının bazı kaynakları Manesçiliği Hiristiyanlık içinde bir öğreti gibi görmekle birlikte, resmi Hiristiyanlık onu büyük bir tehdit ve düşman olarak lanse ediyordu.
Pavlakilik, üçüncü yüzyılda doğan Manesçi akımın bir devamıydı. Başka deyişle Manesçiliğin asırlarca sonra Pavlakilik adı altında bir yeniden dirilişiydi. Onun gibi Pavlakilik de kendisini bir tür Hiristiyanlık gibi tanıtmış, Ermenistan ve Bizans’ta devlet dini olarak benimsenen Hiristiyanlığın revize edilmiş bu resmi versiyonuna karşı erken Hiristiyanlığın ilkelerine dönüşü savunmuştur.
Az önce de işaret ettiğimiz gibi, Arap ve Selçuk istilaları arasındaki dönemin Dersim tarihi bakımından Pavlaki hareketi önemlidir.
Pavlakiler’in kendilerine göre bu hareketin gerçek kurucusu Mamekiyeli Constantine (Constantine Mananalı) idi. Yedinci yüzyılda yaşadığı ve sonraları Silvanus adını aldığı söylenir. Manes-Mezdek hareketinin bir devamı da olsa, O’nun faaliyeti Pavlaki hareketinin gerçek başlangıcı olarak alınabilir.
Kendisi ve yandaşları Bizans tarafından Manes’in görüşlerini paylaşmakla, Manesçi olmakla suçlanıyor ve bu yüzden cezalandırılıyorlardı.
Onun faaliyeti Med istilasından beri İrani etki altındaki Kırmanciye, Kapadokya ve Pontus’ta yoğunlaşır. Bizans imparatorları Konstans II (641-668) ve Constantine IV (668-685) dönemlerine rastlıyor bu. Başka deyişle Arap/İslam istilası sıralarına denk düşüyor. Karargah olarak o tarihte Pontus’a dahil Colonia (Koyulhisar, Konak, Kara Hisar) çevresini seçer. Bu bölgelerdeki eski Manesçiler onun etrafında toplanır. Mananalı (Doğu Dersim) ve Divriği (Daranali, Batı Dersim) de Pavlakiler’in esas üsleri arasındadır. Bizans’ın bu doğu sınırları üzerinde önemli bir güce dönüştüler. Onların Malazgirt ve çevresinde üstlenen bir kolu ise Tondrakiler diye biliniyordu. Pavlakiler, zamanla Kapadokya, Pontus, Lycaonia ve Frigya gibi bölgelerde, Bizans sürgünleri sonucunda Bizans‘ın kendisinde ve Balkan ülkelerinde de varoldular. Pavlaki doktrinler buradan da İtalya ve Fransa‘ya taşındılar.
Resmi Hiristiyanlığın ve Ermenistan kilisesinin gücünü zayıflatan Arap-İslam istilası sırasında ve sonrasında genelde muhalif ve isyancı sektler, özelde Pavlakiler gelişme ortamı bulurlar. Pavlakiler‘e El-Bailikani (El-Bayalika) dedikleri kayddedilen Araplar, Mamekiyeli Silvanus’un faaliyetlerine hoşgörü gösterir, Bizans’a karşı mücadelesinde ona destek verirler.
Silvanus kendi karargahı Colonia ve çevresine yönelik bir Bizans (Yunan) kırımında öldürüldü.
Malatya ve Erzurum, Araplar ile Bizans arasındaki en stratejik sınır kentleriydi. Pavlakiler bu kentlerde oldukça yoğundu. Bizans imparatoru Constantine V, 750‘lerde yaptığı Kırmanciye (Ermenistan) seferi sırasında bu kentlerdeki Pavlakileri kitlesel halde İstanbul ve Trakya’ya iskan ettirdi. Sekizinci yüzyıldaki bu sürgünle birliktedir ki Pavlaki görüşler ilkin Balkanlar’a, oradan da Avrupa’nın diğer ülkelerine taşındılar. Onuncu yüzyılda özellikle Bulgaristan’da Bogomil adında bir rahibin öncülüğünde güçlü bir harekete dönüştüler.
Bizans-Arap sınır boyunda yoğunlaşan Pavlakiler tehlikeli dinsel muhalifler olarak görüldükleri için sık sık Bizans tarafından cezalandırıldılar, tedip, tenkil ve tehcir operasyonlarına maruz kaldılar. Özellikle Theophilus (829-842) ve eşi Theodora altında daha önce benzeri görülmemiş bir kırımdan geçirildiler. İmparatoriçe Theodora’nın zamanında dağlarda 100 bin civarında Pavlaki’nin katledildiği, esirlerin kılıçla biçildiği veya çarmıha gerildiği söylenir. Yunanlılar’ın birbirini izleyen bu Pavlaki kırımları sürecinde, özellikle 845-890 tarihleri arasında Pavlakiler bir varlık yokluk kavgası verdiler.
830‘lu veya 40‘lı yıllarda Carbeas liderliğinde patlak veren Pavlaki isyanı Yunan kırımlarına bir tepkiydi. Bu kırımlar nedeniyledir ki, daha önce Bizans savunmasında görev yapan Pavlaki inançtan Carbeas, anti-Hiristiyan olarak tanımladığı Bizans yönetimini tanımadığını ilan ederek beş-bin kadar yandaşıyla birlikte ayaklandı. Ardından menakıblarda kendisinden Malatya’nın Abbasi emiri veya generali olarak sıkça sözedilen Omar’a sığındı (845/846?).
Malatya emiri Omar, Pavlaki lider Karbeas’ı zamanın Abbasi halifesi ile tanıştırır. Aralarında Bizans’a karşı sıkı bir ittifak oluşur. Bunu olanaklı kılan Bizans’ın imha siyaseti, acımasız Pavlaki kırımıydı.
Pavlakiler, bu sıralarda kendilerine ait Arguvan (Akçadağ-Doğanşehir), Divriği (Tephrike) ve Amara (Emerli) kentlerinde üstlenir, bu bölgedeki dağları Bizans’a karşı bir intikam üssüne çevirirler. Karbeas döneminde Pavlakiler Divriği çevresindeki dağlarda, Malatya’dan Tarsus’a kadarki Bizans-Arap sınır koridoruyla örtüşen Avasım adıyla bilinen eyalette bir tür otonom devlete dönüşürler. Bu statülerini 830‘lardan 870‘lere kadar korurlar. Arguvan, Divriği ve Amara kentlerinin General Omar’ın desteğiyle Karbeas tarafından kuruldukları söylenir.
Bu dönemde Karbeas, hep Abbasiler‘in Malatya emiri Omar (ölm. 863/864), Tarsus (Antakya) emiri Cafer bin Dinar ve bir diğer Abbasi kumandanı olan Ali ibn Yahya (ölm. 863) ile birliktedir. Onlarla beraber Bizans üzerine seferlere katılır. Bizans’ın Pavlakiler’e yönelik Samosata (Hısn-ı Mansur) ve Divriği kuşatması sırasında onların desteğiyle imparator Michael III’ü ağır bir yenilgiye uğratır (859). Sonraları adı geçen Abbasi emirleri ile birlikte Tokat (Dazmana, Dazimon), Sinop ve Samsun (Amisus)‘da Bizans’la çetin muharebeler yapar, Ankara üzerine, hatta daha batıya yürürler. General Omar, bu sefer sırasında Pason adlı yerde sürpriz bir Bizans saldırısında öldürülür (Battal Gazi’nin öldürüldüğü rivayet edilen yerle kıyaslayın). Hemen hepsi ile sözlü geleneklerde ve şecerelerde karşılaştığımız burdaki isimlerin izleri özellikle Battal Gazi öykülerinde, Danişmendname, Saltukname ve Veli Baba şeceresinde rahatlıkla görülebilir.
860‘ların ortalarından itibaren insiyatif Bizans’a geçer.
Carbeas’tan sonraki Pavlaki lider Chrysocheirus adında biridir. Basil I döneminde (867-886) Abbasi kuvvetlerinin de katıldığı bir seferde Bizans’ın kalbine (İstanbul) dek girer, Efes’i işgal eder. Böylece Pavlakiler Bizans içlerine kadar sızarlar. Ardından Bizans misillemesi gelir. Divriği kuşatılır, Pavlaki ülkesi yakılıp yıkılır. Basil I, başkent İstanbul’a Pavlaki lider Chryocheir’in bedeninden ayrılmış başı ile döner (872/875).
Bu tarihten sonra Pavlaki gücü kırılır. Ama direnişleri sürer. 932-962 yılları arasında Bizans’a karşı mücadeleyi bu kez Hamdaniler’le ittifak halinde yürütürler.
970‘lerin başında Çemişgezekli Bizans imparatoru John Zimisces (969-976), çok büyük bir Pavlaki nüfusu “Chalybian“ dağlarından (Haldiya, Tzanika, Eski Dersim) alıp Trakya’ya iskan ettirdi. Trakya’ya yerleştirilen bu Pavlaki kolonilerinden The Alexiad adlı kitabında Anna Comnena da sözetmektedir. Kaynaklara göre bu sürgünün esas nedeni onların Araplar’la ittifakının oluşturduğu tehditti.
Ama bu sürgünler Bizans için istenen sonuçları üretmediği gibi, Bogomolizm adı altında bilinen Balkan Pavlakiliğini doğurdu. Bulgaristan, Arnavutluk, Sırbistan, Dalmatya, Hırvatistan, Bosna-Hersek ve çevresinde 14‘üncü yüzyıl başında Pavlakilik henüz canlıydı. Sonraları İslamlaştırılsa da Bosna kilisesi Osmanlı hakimiyetinin başlarında Pavlaki (Bogomil) bir kimliğe sahipti. Gibon, 18‘inci yüzyıl sonunda bile Trakya’da Heamus Dağı ve vadilerinde Yunan ve Türk baskısı altında tutulan bir Pavlaki kolonisinden sözetmektedir.

Sonraları Babailer’le karışan ve onların öncelleri olan Pavlakiler, Dersim’in eski halk tabakasıyla ilişkilidirler.

DERSİM’İN ŞECERESİ (X) SEYFİ CENGİZ

SASANİLER ALTINDA DERSİM’İN ESKİ VE GEÇ HALK TABAKASI İLE İLİŞKİLİ ÖĞELER VE BUNLARIN KARIŞTIĞI BAZI ÖNEMLİ OLAYLAR
Sasaniler döneminde Dersim’in hem eski hem de geç halk tabakası ile ilişkili etnik öğelerin karıştığı bir yığın olay vardır. Bu olaylar sözünü ettiğimiz öğelerin hem Sasaniler’le, hem de birbirleriyle bağlantılarına hayli ışık tutmakta, bu anlamda Dersim tarihi bakımından önem taşımaktadırlar. Aşağıda bu olayların en önemlilerinden birkaçına kısaca değinmekle yetineceğim.

SASANİLER’E KARŞI MAMAKANLAR’IN ÖNDERLİK ETTİĞİ İKİ İSYAN (VARDAN VE VAHAN İSYANLARI: 450/451‘DEN 482‘LERE)
Sasani şahı Yazdgerd II zamanında onun veziri Mir-Nerseh (Hazarbad)’in kışkırtmasıyla Kırmanciye yönetimine Zerdüştlüğe geri dönmesi için baskılar yapıldı. Soyluların ve din adamlarının bir bölümü bu baskılar altında eski dinlerine dönerken, bir diğer bölümü Hiristiyanlıkta diretti. Bazı kaynakların bir “ulusal ayaklanma“ gibi gördükleri Avraryar Savaşı oldu. Ayaklanmayı din adamları ve prenslerden oluşan bir meclis başlattı. Bu meclisin ve ayaklanmanın lideri yazılı kaynaklarda Mamakanlar adıyla bilinen Khal Mem oğullarından Vardan Mamakan’dı.
Ayaklanma kanlı şekilde bastırıldı. Pek çok önde gelen kişi esir edilip İran’a sürgün götürüldü. Bu tarihten sonra Kırmanciye artık Khal Ferat oğulları (Partlar) tarafından değil, Marzban ünvanıyla bilinen Sasani valileri tarafından yönetilmeye başlandı. Avarair Muharebesi olarak da bilinen bu olay Kırmanciye tarihinde bir dönüm noktasına dönüştü ve kilise tarafından anılageldi.
Kırmanciye’de Sasani hakimiyetinin bu tarihlerden sonra başladığı söylenebilir.
Ama Sasani şahı Peroz (459-484) zamanında, yaklaşık 470‘lerde, bu kez Vardan’ın yeğeni Vahan Mamakan’ın önderlik ettiği bir diğer ayaklanma koptu.
Sebep aynıydı.
482‘de Kırmanciye’yi toparlamış görünen Vahan’ın direnişi, Sasani şahı Balaş‘ı (Valgaş, 484-488) bir uzlaşmaya zorladı.
Buna göre Hiristiyanlık serbestçe icra edilebilecek, Kırmanciye’deki mevcut ateş-tapınakları imha edilecek ve yenileri de yapılmayacaktı.

KAFKASLARDA DEYLEM-GİLAN KOLONİLERİ (488-579)
Kırmanciye ve İran’a dönük göç ve istilaların önemlice bir bölümü çok eski zamanlardan beri Kafkasya üzerinden gelmiştir. O nedenle daha Akamenler zamanından itibaren Kafkas geçitlerini tutmak için buralara kaleler yapılmış, sınır muhafızı olarak koloniler yerleştirilmiştir.
Bu uygulama Sasaniler zamanında da devam eder. Örneğin ünlü Derbend duvarının Sasani şahı Şapur II (309-379) tarafından yapıldığı söylenir. Mezdekçi Kava (Kavat bin Firuz, 488-531) ve onun oğlu Kisra Anuşirvan (531-579) daha esalı tedbirler alırlar.
Minorsky’nin de işaret ettiği gibi Sasaniler’in buraya yerleştirdiği koloniler özellikle Deylem ve Gilan’dan getirilmiştir. Bu askeri koloniler burada vasal beylikler tarzında örgütlenir. Örneğin geç dönem Şirvan şahları kendi orijinlerini Sasani şahı Nuşirvan-ı Adil (531-579) ve onun oğlu Hürmüz’e dayandırıyorlardı.
Sonraki dönemlerde de bu bölgede Deylemi-Gilani varlığı devam eder. 10‘uncu yüzyıl Deylemi yayılması sırasında Şirvan’da “Kasrani hanedanlığı“ oluşur.
Kafkaslar’da Deylem ve Gilan orijinli kolonilerin daha Medler ve Akamenler, hatta Moses Khorenatsi’nin aktardığı Ermenistan şeceresine bakılırsa çok daha gerilerden beri mevcut olduğunu düşünmek gerekir.
Pontus, Colchis ve Kırmanciye’ye yapılan Deylemi ve Gilani göçlerin önemli bir bölümü Kafkasya üzerinden gelmedir. Bu model 10‘uncu yüzyıl ve sonrasındaki Deylemi yayılması sırasında da görülür.
Günümüzün Kafkas grubu halkları arasında Gilani-asıllı öğeler hala ayırtedilebilirler.

BİZANS-SASANİ SAVAŞLARINDA ESKİ DERSİMLİLER VE DEYLEMİLER (541-559)
Bizans tarihçileri Procopius ve Agathias Bizans-Sasani savaşlarını ayrıntılı olarak anlatırlar.
Bu savaşların bir bölümü, Mezdekçi ünlü Sasani şahı Kava (488-531) ile onun oğlu Nuşirvan-ı Adil (Kesri I, 531-579) zamanında Lazistan (eski adıyla Kolçis) ve Tzanika (Çanestan, Eski Dersim) üzerinde cereyan ederler.
Lazistan konusu ilk patlak verdiğinde Bizans imparatoru Justinian idi. 530 yılında Sasaniler Lazistan’ın eskiden İran’a ait olduğunu hatırlatıp iadesini talep ettiler. Tam bu sıralarda Bizans, “Tzanik ulusu“ adıyla tanıdığı Eski Dersimliler’in bir bölümüne de boyun eğdirmiş ve Hiristiyanlığı dayatmıştı (530). Bizans-Sasani anlaşmazlığına neden olan konulardan biri de buydu. Tzanika, Kırmanciye’nin Bizans ve Sasani parçalarını ayıran sınır üzerinde yeralıyordu. Bizan ve Sasani devletleri arasında bölünmüş haldeydi. Değerli altın madenlerinin bulunduğu İspir ve Pasinler (Hasan Kale) bu topraklardaydı. Bu madenler üzerinde iki taraf arasında bir rekabet vardı.
530‘da Mezdekçi Kava’nın Sasani ordusu Tzanika’daki İspir, Pasinler ve çevresine (Erzurum) girdi. Burası iki taraf arasında sık sık el değişen bir bölgeydi. Bu savaş sırasında Kamsarakan (Arsarunik) evinden üç kardeş Sasani ordusundan kaçarak Bizans’a sığındılar.
540/541 yılında ise Kava’nın oğlu Kesri Gürcistan üzerinden Hiristiyan Lazistan’a girdi. Bu ülkedeki Bizans-Sasani savaşı da aslolarak bu tarihte, Justinian ile Kesri dönemlerinde başladı. Laz yönetimi iki taraf arasında gidip geliyor, bazen birine, bazen diğerine yanaşıyordu.
549‘da Laz kıralının destek talebi üzerine Justinian’ın Lazistan’a gönderdiği kuvvetler arasında 1000 mevcutlu bir Tzani birliği (Dersimliler) de vardı. Lazistan’ın Petra Kalesi’nin savunması bu birliğe bırakılmıştı. Bu sırada kaleye saldıran Sasani ordusu ile Tzan birliği arasında çarpışmalar oldu. Sasaniler’i püskürten Tzanlar, daha sonra Petra’daki Bizans kampını yağmalayıp Rize-Trabzon yoluyla geri kendi ülkelerine döndüler (549).
Bu tarihten bir yıl sonra tekrar Lazistan’a giren Sasani ordusunun Archeopolis kuşatmasında Deylemli (“Dolomitler“) birlikler vardı.
550‘li yıllarda Bizans, Lazistan’a en az 500 mevcutlu bir Tzan birliği daha yolladı. Bu birlik adı Theodorus olan Tzani orijinli bir Bizans generalinin kumandası altında savaştı. Lazistan’daki Sasani ordusunda bu tarihte de binlerce mevcutlu Deylemi birlikler savaşıyordu.

SASANİLER’İN YEMEN SEFERİNDE DEYLEMİLER (570‘LER VE SONRASI)
Bizans destekli Hiristiyan Etopya yönetimi Hiristiyanlar’ı cezalandırdıkları gerekçesiyle Yemen Himyariler’i üzerine ordu gönderdiğinde, Yemen’in pagan ve Musevi Araplar‘ı Sasaniler’den yardım istediler. Bunun üzerine Kesri I Anuşirvan, ilki 575-77 tarihleri arasında, ikincisi de 598‘de olmak üzere başkent Sana’ya iki kez büyük birlikler yolladı.
Etopya ordusunu Yemen’den çıkaran bu kuvvetlerdi. Yemen’e yollanan bu Sasani kuvvetleri Deylemiler’den oluşuyordu. Bunların bir bölümü daha sonra geri döndüyse de, önemlice bir bölümü Yemen’de kaldı.
Yemen’deki bu Deylemliler’in orada doğan nesilleri Abna (Oğullar) adıyla bilindiler. 640‘lara dek Sasaniler’e bağımlı kalan Yemen’i Sasaniler adına Deylemiler yönetti.
İslam’ın doğuşunu takiben burdaki Deylemliler İslam’ı ilk benimseyenler oldular ve bu tarihten sonra da ülkeyi İslam adına yönettiler. Yemen’i onların İslamlaştırdığı bile söylenir.
Bu konularda daha ayrıntılı bilgi için "Dersim ve Zaza Tarihi" başlıklı çalışmaya bakılmalıdır.

SEYFİ CENGİZ

DERSİM’İN ŞECERESİ (IX) SEYFİ CENGİZ

BELGE NİTELİĞİNDE BİR KANIT:
KHAL MEM - KHAL FERAT TABAKASINI TEMSİL EDEN DERSİMLİ ELÇİLERİN ÜNLÜ SASANİ ŞAHI NUŞİRVAN-I ADİL İLE 539 YILINDA YAPTIKLARI GÖRÜŞME VE BU GÖRÜŞMEDE KENDİ ETNİK KİMLİKLERİ KONUSUNDA SÖYLEDİKLERİ
Tzanlar (Dersimliler), Bizans imparatoru Justinian (527-565) zamanına kadar bağımsız yaşadılar. İlk kez Justinian zamanında ve M.S. 530 yılı civarındadır ki bir askeri hareketle onlara Bizans hakimiyeti ve bunu takiben de Bizans eliyle Hiristiyanlık dayatıldı.
Bu gelişmeler M.S. 530 yılındaki Bizans-Sasani savaşının az öncesine rastlıyordu.
Yeri gelmişken Tzanlar’ın Mamakanlar olarak bilinen kolu içinde Hiristiyanlığın bir asır kadar daha erken bir tarihte, yaklaşık olarak 4. veya 5.inci yüzyıl başlarında benimsendiğini hatırlatmak zorundayım.
Tzanica (Eski Dersim), altın ve gümüş madenleri bakımından zengin bir ülkeydi. Bizans ile Sasaniler’in bu ülke üzerinde yürüttükleri savaşların önemli bir nedeni bu madenlerdi. İspir ve Pasinler (Hasan Kale)’de altın, Gümşhane’de ise adından da anlaşılacağı gibi gümüş madenleri vardı.
530/532-540 yılları arasında İspir ve Pasinler’deki altın madenleri Sasaniler’in kontrolündeydi. Bu madenleri yönetiminin başlarında Mezdek yandaşı olup İran’da Mezdekiliği iktidara taşıyan Sasani şahı Kava (488-496 ve 498-531)’nın izniyle Simon adında bir yerli işletiyor, çıkarılan madeni Sasaniler’e veriyordu.
Bizans tarihçisi Procopius, Simon’u İspir kalesinin sahibi ‘bir Ermeni’ olarak tanıtır.
530 yılındaki Bizans-Sasani savaşı sırasında taraf değişip Bizans’a yanaşan Simon, çıkarılan madeni Sasaniler’e vermeyi reddetti. Simon’a, Procopius’un tabiriyle söylersek, ‘bazı Ermeni köyleri’ veren Bizans imparatoru Justinian, bu köylere karşılık olarak altın madeninin bulunduğu İspir Kalesi’ni ondan devraldı.
Tam bu değiş-tokuş sırasında Partlar’ın Kamsarakan evinden prens İsaac Kamsarakan da taraf değişerek kendi elindeki Bolum Kalesi’ni Bizans’a teslim eder. Erzurum sınırındaki bu kale Kırmanciye’nin Sasani parçası içine düşüyordu. Sasani ordusunda kumandanlar olarak görev yapan İsaac’ın iki büyük kardeşi Narses Kamsarakan ile Aratius Kamsarakan da bu aynı tarihte Kırmanciye’nin Bizans parçasına sığınırlar.
Yukarda bahsi geçen Simon, İsaac, Narses ve Aratius gerçekte Khal Mem-Khal Ferat tabakasına mensup Dersimliler’dir. Ama Dersim coğrafyası uzun zamandır Ermenistan’ın bir parçasına dönüşmüş bulunduğu için, diğerleri gibi Procopius da onlardan ‘Ermeni’ diye sözetmektedir.
Bu taraf ve el değişme olayları Bizans-Sasani ilişkilerini gerginleştirdi. Bu arada başka gelişmeler yaşandı.
530’ların sonlarına gelindiğinde Procopius’un yine ‘Ermeni’ diye referans verdiği Bizans parçasının halkı bu kez Sasaniler’e yanaştı. 539 yılında başında Vassak (Bassaces) adında bir Bizans vasalının bulunduğu bir heyeti temsilci olarak ünlü Sasani Şahı Nuşirvan-ı Adil (531-579) ile görüşmeye yolladı. Adontz’a göre Procopius’un burada sözünü ettiği heyetin başkanı büyük olasılıkla 450/451 isyanına da katılmış olan Mamakan Evi’nden Vasak Mamikonian’dı. Nuşirvan-Adil, kendisinden hemen önceki Mezdekçi Sasani şahı Kava’nın oğludur. Ona Kisra, Kisra Anuşirvan veya Kesri (Şerefname’de Nesri) dendiği de olur. Asıl adı Hüsrev’dir. Bu ad Arapça’da Kisra şekline girmiş ve tüm Sasani şahları için kullanılan kollektif bir ünvana/ada dönüşmüştür.
Bu görüşmede heyettekilerin çoğu Sasani şahı Nuşirvan-ı Adil’e kendilerini ‘Arsaki’ (Part) olarak tanıtır. Procopius onlardan ‘Ermeni’ diye sözetse de, besbelli ki onların kendileri hakkındaki görüşü başkaydı.
Geçerken de olsa bir çift söz edelim: Azıcık tarih ve etnoloji bilen Partlar’ın Ermeni olmadığını bilir. Bilince de bir Bizans tarihçisinin onlardan nasıl olup da ‘Ermeni’ diye sözettiğini düşünür. Eğer Ermenistan sınırları dışındaki Partlar’a hiç bir vakit ve hiç bir şekilde ‘Ermeni’ denmediğini de biliyorsa, ‘Ermeni’ kavramının anlamı üzerinde düşünmeye başlar.
Esas konumuza dönersek:
Bahsi geçen hayettekilerin büyük bölümü Nuşirvan-ı Adil’e Part kırallarıyla ilişkili olduklarını, Arsaces’in soyundan geldiklerini söylüyorlardı.
Procopius, onların Nuşirvan-ı Adil’e dediklerini aynen şöyle aktarır:
‘Bizim atalarımızdan son kıral Arsaces idi. Kendi tahtını gönüllü olarak Roma imparatoru Theodosius’a bıraktı, ama bunu imparator Theodosius’un ailesinden sayılmak ve vergilerden muaf tutulmak koşuluyla yaptı’.
Burada adı geçen Arsaces, Roma/Bizans Ermenistanı’nın son kıralı Arsaces III’tür (M.S. 387-390). Khorenatsi’nin Val-Arşak dediği Tiridates I (M.S. 53-100)’in soyundan sayılmaktadır. O öldükten sonra bugünkü Dersim’in de dahil olduğu Roma/Bizans parçası artık Roma/Bizans valilerince yönetilmeye başlanır. Böylece onunla birlikte Batı Ermenistan kırallığı sona erer.
Bu Arsaces III’ün soyundan gelenler Partlar’ın Kırmanciye (Ermenistan) koluna mensup olup Arşakuniler (Arsar-unik, Arsak-uni) diye bilindiler. Onların bir diğer adları ise Kamsarakanlar’dır. Kırmanciye’nin Roma parçasının tarihinde ve Roma imparatorluğunun kendisinde Arap istilasına kadar önde gelen bir rol oynayan bu ev, Dersim geleneğinin Khal Ferat oğullarıdır. Bizans’ın Heraclianlar imparator evi (610-771) Arşakuniler’le ilişkilidir. Akilisene Mamakanları ve İspir Bagratları Arsak III’e tabi prenslikler arasındaydılar. O’nun eski toprakları modern Dersim’i de içeren Erzurum (Caren-itis) ile örtüşüyordu. Vergilerden muaf bu topraklar Justinian zamanına kadar imparatorluk içinde politik ve askeri bir otonomiye sahip bir tür vasal devletti. Justinian ile birlikte ve 536 yılından itibaren bu toprakların otonomisine fiilen son verilip bir Bizans temasına dönüştürüldü. İmparator Justinian’ın bu yeni düzenlemesiyle otonominin yitirilmesi 538 yılında Bizans’a karşı Arsaki prenslerin (Khal Feratlar’ın) liderlik ettiği bir Dersim direnişine sebep oldu.
Tzanica’nın bağımsız sektörünün işgali ve eskiden otonom olan sektörünün bu statüsüne son verilmesi üzerine patlak veren direnişin bastırılmasını takibendir ki, adı geçen heyet 539 yılında Sasani şahı Nuşirvan-ı Adil ile görüştü ve olan bitenden dolayı ona şikayetlerini aktarıp Bizans’a karşı ondan yardım istedi.
Bizans’ın kendilerine uyguladığı baskı ve haksızlıklardan yakınan bu heyet, bu baskılara örnek olarak Nuşirvan-ı Adil’e Bizans’ın kendi komşuları ‘Tzaniler’in bağımsızlığına nasıl son verdiğini, onlara hangi yöntemlerle boyun eğdirdiğini anlatır. Kendilerine ve komşuları Tzaniler’e yönelik bu Bizans uygulamalarından dolayı şikayette bulunup Sasani şahını Bizans’a karşı savaş açmaya ikna ederler.
Burada Tzaniler diye referans verilenler Mamakanlar diye de bilinen Dersim geleneğinin Khal Mem oğullarıdır. M.S. 900 yılında yazan Thomas Artsruni, Tzanlar’dan ‘Mamakanlar’ın ‘Chen kolu’ diye bahseder. Adontz’a göre ise doğru olan bunun tam tersidir. Yani gerçekte Mamakanlar, Chen (Çan, Sin, Çin) orijinlidir. Nitekim Mamik-Konak geleneği de bunu söylemektedir. Dersim ve Dersmliler adı Tzanlar’dan kalmadır.
Dersim geleneğinin Khal Mem-Khal Ferat tabakasını temsil eden bu heyetin önerisi üzerinedir ki, 539/540 yılında Nuşirvan-ı Adil’in emriyle Sasani ordusu Ermenistan’ın Bizans parçasını işgal eder. Sasaniler’in Dersim ve çevresinde hakimiyet kurması yukardan beri özetlediğimiz 530-539 yılları arasındaki bu kritik dönemece, Sasani şahı Mezdekçi Kava ile onun oğlu Nuşirvan-ı Adil’in yönetim dönemlerine rastlar.
530’lu bu yıllar Dersim’in eski halk tabakasının tarihi ve kimliği bakımından anahtar nitelikte verilerle doludur.

SEYFİ CENGİZ

DERSİM’İN ŞECERESİ (VIII) SEYFİ CENGİZ

KIRMANCİYE’DE KHAL FERAT VE KHAL MEM HANEDANLIKLARI
KIRMANCİYE’DE KHAL FERAT MONARŞİSİ (M.S. 7? ‘ 428)
Kırmanciye’de Khal Ferat yönetimi Part kıralı Dördüncü Ferat’ın büyük oğlu Vonones’le başlar. Ama sık sık kesintiler yaşanır. M.S. 54’te Khal Ferat evinin Kırmanciye’deki yönetimi daha bir istikrar kazanır. Böylece Kırmanciye daha kesin şekilde Partlar’ın Dördüncü Ferat evinin Kırmanciye kolunun yönetimine girer. Dördüncü Ferat Evi, zamanla hayli Romanize olmuştu. Başka deyişle Rumlaşmıştı. Bu kolun Kamsarakanlar ve/veya Arşakuniler diye de bilindiğine işaret etmiştik. Bunların yönetimi M.S. 428’e dek sürer. Yani Sasaniler altında bile uzunca bir dönem Kırmanciye onların yönetiminde kalır.
Kırmanciye’de Khal Ferat hanedanlığının belli başlı yöneticileri şunlardır:
VONONES (VONONES I, M.S. 12?-15/16?)
Tarihsel kayıtlara göre M.S. 7/8-12 tarihleri arasında Part tahtında Dördüncü Ferat’ın Roma’ya sığındıkları söylenen dört oğlundan en büyüğü olan Vonones oturuyordu. Vonones, Roma’dan getirtilip tahta oturtulmuştu. Bir süre sonra onun yerini almak üzere III. Artaban getirilince bir iç savaş çıktı. Khorenatsi’nin aktardığı gelenekte Artaban’dan Artaşes diye sözedlir ve Vonones’in kardeşi olarak tanıtılır. Sonuçta tahta III. Artaban (-us) oturdu (12-38).
Partiya’daki bu iç-savaşta yenilgiye uğrayan Vonones Kırmanciye’ye sığındı ve burada bir süre kıral olarak yönetti (M.S. 12?-15/16?).
Dördüncü Ferat evinden birinin, tarihsel kayıtlara göre en büyük oğlu Vonones’in, Horasan ve İran’da gelenekte kardeşi olarak görünen III. Artaban ile giriştiği iç-savaşı kaybettikten sonra, çok büyük olasılıkla yandaşları ile birlikte Kırmanciye sığınması ve bir süre burada Kırmanciye kıralı olarak yönetmiş olması yukarıda anlatılan gelenek bakımından dikkate değerdir.
Dördüncü Ferat evinden gelen Vonones, Partlar’ın ilk Kırmanciye kıralı olarak görünüyor. Onu Partlar’ın Kırmanciye kolunun başlatıcısı/kurucusu olarak görmek mümkündür.
ORODES (M.S. 16)
Vonones’ten sonra Kırmanciye tahtına biri Partlar’ın, diğeri Romalılar’ın olmak üzere iki aday belirdi. Part kıralı III. Artaban, Kırmanciye tahtına oturtulmak üzere kendi oğlu Orodes’i gönderdi. Roma’nın Doğu kumandanı Germanicus ise başkent Artaşata’da Kırmanciye’de büyümüş olan Pontus kıralı Polemon’un oğlu Zeno’ya taç giydirdi.
Zeno, Artaxias III ünvanı altında yönetti.
ARSAKES
Zeno öldükten sonra da Kırmanciye tahtına Part kıralı III. Artaban’ın büyük oğlu Arsakes oturtuldu. III. Artaban gelenekte Dördüncü Ferat (Arşavir)’ın oğlu olarak göründüğüne göre, Kırmanciye kıralları genelde Dördüncü Ferat evinden, yani onun oğulları ve torunları arasından çıkmadırlar. Arsakes’in Part sarayının adayı olarak Kırmanciye’de tahta oturduğu sıralarda Roma İmparatoru Tiberius, kendisinin seçimi olarak Dördüncü Ferat’ın 50 yıldır Roma’da yaşayan en küçük oğlu Ferat’ı gönderdi. Ne var ki, Kırmanciye’de tahta oturtulmak üzere yollanan Ferat, Suriye’ye vardıktan sonra ölünce, Roma’nın girişimi sonuçsuz kalmıştı.
M.S. 35 yılında Tiberius bu kez daha önce Selukiya’da tahta çıkardığı bir diğer Arsaki prensi, Dördüncü Ferat’ın Roma’daki torunu Tiridates III’ü Kırmanciye’de kıral yapmayı denediyse de, bu sefer de başarılı olamadı.
Eski Fars ve Yunan kaynaklarının Ermenistan, Dersim geleneğinin ise Kırmanciye dediği coğrafyada Hiristiyanlığı yayanlar da Khorenatsi’nin aktardığı geleneğe göre Kırmanciye’de yönetimi ellerinde bulunduran Dördüncü Ferat’ın torunlarıdır. Gelenekte onun torunları veya soyu olarak referans verilen bu kişiler Hiristiyanlığı benimseyip yayan Gregoryen mezhebinin kurucusu St. Gregory ve Kırmanciye kıralı Tiridates’tirler. ‘Ermeni’ oldukları öne sürülen bu figürlere daha ilerde biraz daha genişçe değinme fırsatı bulacağız. Şimdilik geleneğin onları Part ve Dördüncü Ferat evinden gösterdiğini söylemek yetecektir.
VONONES II (M.S. 50-51)
Ferdinand Justi Vonones II’yi Part kıralı ünlü Dördüncü Ferat’ın bir oğlu olarak veya bu aileden birisi olarak tanıtan bir görüşe işaret eder (Bk. Justi, İranisches Namenbuch).
TİRİDATES (VAL-ARŞAK, ARTAŞES; M.S. 54-100?)
M.S. 51/52’de Part tahtına Valarş I oturdu. Onun adı Valakş veya Vologases olarak da anılır. Valarş, Medya (modern Azerbaycan) tahtına kardeşi Pacorus’u, Kırmanciye tahtına ise bir Magi, yani derviş olduğu söylenen diğer kardeşi Tiridates’i atadı (M.S.54).
Khorenatsi’ye göre Kırmanciye’yi M.S. 60 yılından bir süre sonra Part çizgisinde organize eden Tiridates oldu. Bu atamaya tepki olarak Roma imparatoru Nero, başkent Artaşata’yı ve Tigranokerta’yı zaptedip Tiridates’i tahttan indirdi, Kırmanciye’yi Roma kontrolüne soktu (M.S. 58 ve 59). Ama Part kıralı Valarş’ın güçlü karşı atağı Roma ordusunu Kırmanciye’yi boşaltmaya mecbur etti. Sonunda M.S. 63 yılında iki tarafı da tatmin eden bir formül olarak Tiridates’in tekrar tahta oturması, ama tacını Roma’da Neron’un elinden giymesi kararlaştırıldı. Üç yıl sonra Roma’ya giden Tiridates Neron’dan tacını giydi ve geri Kırmanciye’ye dönüp yönetmeye devam etti.
Böylece M.Ö. 112/1 yılı civarında Mithridates II tarafından Partlar’ın nüfuz alanına sokulmaya başlanan Kırmanciye’de, Part-Roma rekabetinin neden olduğu uzunca bir belirsizlik döneminin ardından, M.S. 54’te Part yönetimi kesin biçimde kurulmuş oldu ve bu durum asırlar boyunca devam etti.
Tiridates’i Kırmanciye’de Khal Ferat hanedanlığının kurucusu, daha doğrusu Vonones’ten sonraki ikinci kurucu olarak görmek mümkündür. Aşağıda adlarını vereceğimiz ondan sonraki yöneticilerin onun soyundan geldikleri söylenir.
Tiridates’in başkenti Nisibis (Şoba, Mtsbin) idi. Nisibis (Mtsbin) adı Ermenice’de sık sık Mtsrun ile karıştırılan bir ad. Mtsrun, Faustos’ta Sanatruk (Sanesan) tarafından kurulan ya da yeniden kurulan bir kent olarak anılır. Sanatruk, Khorenatsi’de Edessa kıralı Abgar’ın yeğeni ve Partlar’ın ondan sonraki Kırmanciye kıralı gibi sunulur. Mtsrun, işte bu Sanatruk’un başkentiydi. Nisibis’le karıştırılan bu kentin yeri tartışmalı. Eski coğrafyacılar Menzor (Munzur) kantonundaki Munzur kaynağında yine Menzor (Medzourkh) adında eski bir kentten sözeder ve bu kentin Sanatruk isminde biri tarafından kurulduğunu söylerler. Dolayısıyla Mtsrun sözcüğü, Munzur adının bir şekli olabilir. O taktirde Sanatruk adlı Kırmanciye kıralının başkenti Dersim’in Munzur kantonunda, Munzur nehri kaynağında olmuş olabilir.
Kırmanciye’nin Arsaki (Part, Pehlevi) soylu kırallarından bir bölümünün başkentleri Akilisene (Ekeleatsi, Dersim ve çevresi)’de idi.
Tiridates’in yazlık başkenti ise Garni (Gori) kentiydi.
Khorenatsi’ye göre Kırmanciye’deki hemen tüm prenslikleri Tiridates oluşturdu. Aynı kaynağa göre bu Kırmanciye kıralı kendi ailesini Hasteank eyaleti, yani Palu-Bingöl bögesi ve çevresindeki vadilere yerleştirmişti. Bu tarihten sonra bu uygulama adeta bir kural haline gelmiş, böylece bu bölge Arsaki saray evinin mirasla intikal eden irsi mülküne dönüşmüştü.
Kırmanciye kıralı Tiridates’in (Trdat I), Moses Khorenatsi’de Sanatruk’un oğlu olarak tanıtılan Artaşes (Axedares) olabileceğini düşünenler vardır. Ama kaynakların pek çoğunda Trdat I (Tiridates)’in babası Sanatruk değil, Part kıral Dördüncü Ferat’ın oğlu olduğu söylenen Vonones II (M.S. 50/51) olarak verilir. Bir rivayete göre Tiridates, Kırmanciye’yi istila eden Alan kıralının kızı Satinik ile evlendi.
BİR ROMA VALİSİ
Devam eden Part-Roma rekabeti yüzünden zaman zaman kesintiler olmadı değil. Nitekim M.S. 114 yılında Kırmanciye’ye giren Roma generali Trajan, ülkenin başına bir Roma valisini bıraktı. Hemen sonra Büyük İskender’e özenerek Part topraklarına yöneldi, Mezopotamya, Adiabene, hatta Part başkenti Ctesiphon’u işgal etti, Pers Körfezi’ne dek indi. Ama bazı vasal kıralların isyanı ile birleşen Part misillemesi karşısında Kırmanciye de dahil tüm bu yerlerden geri çekilmek zorunda kaldı (M.S.116).
SOHAEMUS (140-178)
M.S. 163’te Kırmanciye Roma ordusu tarafından işgal edildi. Bu işgal sırasında Arsaki (Part) kıral Kırmanciye tahtından indirilip yerine Sohaemus adında biri oturtuldu. Sohaemus’un başkenti Akilisene (Ermenice’de Ekeleatsi) idi. Sohaemus’u tahta oturtan Romalılar ona Roma senatörü/konsülü ünvanı verdiler.
HÜSREV I ( 217-238/252)
Sasani Ardaşir’e karşı Part direnişine öncülük etti. Ardaşir’den sonraki Sasani şahı Şapur’a karşı da direnişi sürdürdü. Sonunda Şapur’un tezgahladığı bir suikastle öldürüldü. Bu sırada Hüsrev’in oğlu Tiridates Roma topraklarına sığındı.
ARTAVAZD (252?)
Tiridates’in Romalılar’a sığınması üzerine Kırmanciye tahtına Artavazd çıktı.
O da Arsaki (Part, Pehlevi) çizgidendi. Sasani Şahı Şapur onu tahttan indirip yerine kendi oğlu Hürmüz-Ardaşir’i koydu.
HÜRMÜZ ARDAŞİR
Sasani şahı Şapur’un Kırmanciye tahtına oturtulan oğlu. Böylece Arsaki çizgide bir kesinti yaşandı.
TİRİDATES (288-296)
M.S. 252’de öldürülen Hüsrev’in Roma’ya sığınan ve Romalılar tarafından Kırmanciye tahtına oturtulan oğlu. 296 yılında Sasani şahı Narses tarafından devrildi.
NERSES (NARSEH, 288-293)
Sasani Şahı Şapur I’in oğlu. Sasani şahı Behram I tarafından Kırmanciye tahtına oturtuldu. Tiridates, Kırmanciye’nin Roma/Bizans parçasını, Nerseh ise Kırmanciye’nin Sasani (İran) parçasını yönetiyorlardı. Bu Nerses daha sonra kendi yeğeni Behram III’ü devirip Sasani tahtına geçti (M.S.293). Bundan bir süre sonra Tiridates’i Kırmanciye tahtından indirdi (296).
SAİNT TRDAT (TİRİDATES, 286-330 )
M.S. 301’de Hiristiyanlığı benimsedi. Başkenti Sofene (Tsopk) idi. Kırmanciye’nin ilk Hiristiyan kıralıdır. Hiristiyanlık tercihi ülkenin kaderini değiştirdi. Bundan 11/12 yıl kadar sonra (M.S. 312), Roma imparatoru Constantine de Hiristiyanlığı devlet dini olarak benimsedi. Böylece ikisi de Hiristiyanlığı benimsemiş bulunan Kırmanciye ve Roma yönetimleri ‘dinsel müttefikler’e, dolayısıyla politik müttefiklere dönüştüler. Bu din değişimleri gerçekte politik tercihlerdi.
Ermeni tarihinin babası gibi kabul edilen Moses Khorenatsi’ye göre St. Trdat Kemah (Ani)’taki Tordan da gömülüdür. Bir vakitler Dersim’e dahil olan Kemah, Hiristiyanlık benimsenmeden önceki dönemde Kırmanciye kırallarının gömüldüğü yer olarak da ünlüdür (Bk. Faustos ve Khorenatsi). Kıraliyet evinin mezarları buradadır.
Gregoryenliğn kurucusu St. Gregory ve ailesi dahil, Arsaki (Part) asıllı Kırmanciye kırallarının birçoğu Sofene (Tsopk) eyaletinde oturmuş, Kırmanciye’yi buradan yönetmiş ve Kemah’ta gömülmüşlerdir. Kırmanciye monarşisinin hazineleri hemen hep Kemah Kalesi’nde muhafaza edilmiştir.
Pehleviler (Partlar)’in Karen-Pahlav, Suren-Pahlav ve diğer kollarından bahsetmiştim. Geleneğin İran’da taht üstündeki iç-savaşı nasıl yitirdiğini ayrıntılı olarak anlattığı Karen-Pahlav evi özellikle Kırmanciye’de güçlendi. Dördüncü Ferat öldüğünde patlak veren iç-savaşta Suren ve Koşm kardeşlerin de desteklediği Karen, buna rağmen tahtı en büyük kardeşi Artaşes’e kaptırmıştı.
Karen Evi’nin bu iç-savaştaki yenilgisi ve daha sonraları Kırmanciye’ye sığınması, Mamik-Konak rivayetine transfer edilmiş olabilir. Çünkü Mamakanlar bölgede çok daha eskidirler.
Kırmanciye kıralları çizgisi daha çok Karen-Pahlavlar ile ilişkili görünüyor. Bunların erken yurtları Horasan (Bahlav, Pahlav, Belh)’dı. Khorenatsi’nin aktardığı geleneklere göre Partlar’ı devriren Sasaniler’e karşı direnenler özellikle bunlar oldu. Bu nedenle de bu ev, özellikle erkekleri, Sasaniler tarafından kırımdan geçirilir. Bu Karen kırımından geleneğe göre sadece Peroz-Amat (Perozamat) adında biri kurtulur. Kırmanciye’nin büyük evlerinden Kamsarakanlar rivayete göre Perozamat’ın, daha doğrusu onun oğlu Kam-Sar (Kal Baş, Sarı Kal Baş)’ın soyundan gelmedirler. Cedleri Karen-Pahlav evinden Kam-Sar’dır.
Kamsar, St. Gregory ve St. Trdat’ın çağdaşıdır. O’nun Sasani Ardaşir ve onun oğlu Şapuh’a karşı direndiği, sonunda etrafı ile birlikte Kırmanciye kıralı Saint Trdat’a sığındığı söylenir (286-330). Saint Trdat tarafından Ayrarat Eyaletindeki Şirak’a (Draskharakert) yerleştirildiği söylenirse de, Khorenatsi’nin kitabını İngilizce’ye çeviren Thomson’a göre bu bölgelerde Kamsarakanlar çok daha eskiden beri zaten yerleşikti. Gene rivayetlere göre Kam-Sar ve etrafı Saint-Gregory tarafından vaftiz edilir. Böylece Hiristiyan olurlar. İlkin Kam-Sar’ın kendisi, sonra da oğlu Arşavir’in Kırmanciye ordu kumandanları olarak görev yaptıkları söylenir.
Kam-Sar adının bir çarpışmada başından yaralandığı için Eksik-Baş anlamlı Kem-Ser’den geldiği rivayet edilir. Thomson bu yorumun yanlışlığına dikkat çekmekte ve bu sözcüğün İrani dillerde ‘Lider’, ‘Gönüllü Lider’ gibi anlamlara geldiğini söylemektedir.
Kamsarakan Evi, bu evden gelen son Kırmanciye kıralı Arşak III (M.S. 380-389)’ün adından ötürü çok sonraları Arşakuniler diye de bilindi.
Kamsarakan Evi’nin bazı ünlü bireyleri şunlardı: Peroz-Amat, Kamsar, Kamsar’ın oğulları Arşavir Kamsarakan ve Nerseh Kamsarakan (St. Nerseh), Arşavir’in oğlu Spandarat Kamsarakan (Spandarat, Kurbancı veya Kurbanlık demektir), Spandarat’ın oğulları Şarvaş ve Gazovon Kamsarakan ve Gazovon’un oğlu Hrahat Kamsarakan.
PAP (369/374-374/380)
Şapur II tarafından öldürüldü. Pap’tan hemen önce Kırmanciye tahtında kendi babası bulunuyordu. Babası, Şapur II tarafından kör edilmişti.
Khorenatsi’nin anlatımına göre Pap’ın Kırmanciye kırallığı döneminde Daranali (Taranali, modern Divriği) geçitlerinde Süryani gruplarla çarpışmalar görülür. Bu çarpışmalar Kırmanciye’nin ikiye bölündüğ 387’lerde tekrarlanır.
ARŞAK III (ARSACES III, ARTAŞES, 380-389)
Arşak III, Manuel Mamakan’ın kızı ile evliydi (Bk. Faustos). Onu Kırmanciye’de tahta çıkaran Manuel Mamakan olmuştu. 377/8-386 tarihleri arasında Kırmanciye’nin fiili kıralı gerçekte Manuel Mamakan’dı. Dersim’in Khalmem-Khalferat kardeşlere ilişkin rivayetlerinde Arşak III ve Manuel Mamakan arasındaki akrabalık ve ittifakın izleri mutlaka vardır. Arşak III’ün ordu kumandanı bazı kaynaklara göre arkadaşı Samuel Mamakan’dı. Samuel, Vahan Mamakan’ın oğluydu.
Kırmanciye Arşak III zamanında, M.S. 387 yılında Roma/Bizans ile Sasaniler arasında ikiye bölündü. Büyük bölümü Sasaniler’in, küçük parçası Bizans’ın elinde kaldı. İki parçayı ayıran sınır Kars ile Tayk arasındaki bölgeden, diğer bir adıyla Vanand eyaletinden geçiyordu. Bu bölünme sırasında Arşak III, Sasaniler’in hakimiyeti altındaki topraklardan Akilisene’ye sığınır ve burada (Bizans parçasında) yönetir.
Hiristiyanlık ülkeye girip dinsel bölünmelere neden olunca, paralel olarak politik bölünmeler de yaşandı. Kırmanciye’nin iki sektörü arasında gidiş-gelişler, büyük göçler yeraldı. Kırmanciye’de Hiristiyanlığı benimseyen prensler ve halk Hiristiyan Bizans’ın kontrolü altındaki parçayı tercih edip buraya taşınırken, eski dine bağlı kalanlar Sasani parçasını tercih ettiler, burada yoğunlaştılar.
Kırmanciye’nin Batı sektörünü oluşturan Bizans parçasının çekirdeği kabaca modern Dersim’di.
Kırmanciye’nin yaklaşık olarak bugünkü Dersim ve yakın çevresine tekabül eden Roma/Bizans parçasının son kıralı Arşak III oldu. Arşak III’ün soyu Arşakunikler (Arsarunikler) diye bilinir. Pehleviler’in İran’daki (Part topraklarındaki) Karen-Pahlav kolu Kırmanciye’de Kamsarakanlar olarak tanınırlardı. Kamsarakan adı Kam-Sar adlı cedden gelmedir. Artakşir’in M.S. 226’da Partlar’ı devirmesini takiben ünlü Part feodal evlerinin çoğuna boyun eğdirilir, gerisi de yokedilir. Merkezleri Nihavand (Hemedan civarındaki Nehrivan) olan Karen-Pahlav evi direndiği için kırımdan geçirilen evlerden biridir. Geleneğe göre bu eve dönük kırımdan sadece Kam-Sar adında biri kurtulur ki, o da Kamsarakanlar’ın ceddi/atası olmuştur. Kamsarakan evinden gelme Arşak III’ü takiben Kırmanciye’nin Bizans/Roma tarafından ilhak edilen parçası bu devletin yönetsel yapısına entegre edilerek Roma valilerince yönetilmeye başlandı.
Bizans imparatoru Justinian zamanında Sasani Şahı Kesri ile görüşenlerin soyundan olduklarını söyledikleri Arsaces (Arşak), işte bu Arşak III’dür.
VALARŞAK (380-386), HÜSREV III (386-392), VRAMŞAPUH (392-414) VE ARTAŞES IV (423-428)
Bu dört isim Kırmanciye’nin Sasani parçasının Arsaki/Part-soylu kırallarıdır.
Bunlardan sonuncusu Kırmanciye tahtına Sasani şahı ünlü Behram Gor tarafından atandı. Kırmanciye’nin Bizans/Roma parçasının son kıralı Arşak III (380-389), Sasani parçasının son kıralı ise bu Artaşes oldu. Bu tarihten sonra her iki parça da Bizans ve Sasani valilerince yönetildiler. Kırmanciye’de doğrudan veya gerçek Sasani yönetimi Arsaki (Eşkani) monarşisi çizgisinin tasfiye edildiği M.S. 427/8’den sonra başladı. 442-451 tarihleri arasında Sasaniler’in Kırmanciye valisi Sisakan evinden (Siunia, Alu Evi) Vasak I idi. O, Alan ya da Gil kökenli olabilir.



KIRMANCİYE’DE KHAL MEM HANEDANLIĞI (M.S. 450/451-750)
Tarih çalışmamda Ermenice kaynaklarda Mamikonianlar olarak anılanların Dersim geleneğindeki Khal Mem Oğulları (Domane Khal Memi) olduklarını uzunca tartışmıştım. Başka deyişle Dersim geleneğindeki Khal Mem adı bu yazı dizisinde tekrar tekrar işaret ettiğim gibi tarihin Mamakanlar (Mamanlar, Mamıkanlar) adıyla kayddettiği ünlü halka referanstır.
Mamakanlar Khal Ferat hanedanlığı peryodunda da aktiftiler. Örneğin Kırmanciye’nin Roma parçasının son kıralı olan Arsak III, Manuel Mamakan’ın kızı ile evliydi ve Arsak III’ü tahta çıkaran da bu Mamakanlar olmuştu. Arsak III’ün yönetimi bu evlilikte ifadesini bulan Khal Ferat-Khal Mem ittifakına dayanıyordu.
Khal Ferat hanedanlığı son bulduktan bir zaman sonra bu boşluğun Khal Mem Hanedanlığı tarafından doldurulduğunu söyleyebiliriz.
Başlangıçta bir prenslik olan Khal Mem henedanlığı daha sonra kırallık statüsü kazanır. Bu hanedanlığın kurucusunun M.S. 450/451 yılında Sasanilere karşı patlak veren ünlü isyanın önderi Vardan Mamakan (Ermenice’de Vardan Mamikonian) olduğu söylenebilir. Ona Vardan prensliği demek de mümkündür. Vardan, Gregoryen mezhebinin kurucusu St. Gregory’nin soyundan gelen Kırmanciye Yüksek Rahibi Saint Sahak’ın torunuydu.
Khal Mem hanedanlığının yöneticilerini şöyle sıralayabiliriz:
VARDAN MAMAKAN (ölm. M.S. 450/451)
VAHAN MAMAKAN (VASAK, 482-505): Vardan’ın yeğeni. Mamakanlar’ın iki ünlü isyanından biri Vardan’ın (450/451), ikincisi Vahan Mamakan’ın 482 tarihli isyanıdır.
VARD MAMAKAN (505/511-514)
İKİNCİ VARDAN MAMAKAN (?-?)
VASAK MAMAKAN (?-?)
(Kesinti: 518-548 tarihleri arasında Gini evinden MEZEZİUS I GİNİ Sasaniler’in Kırmanciye valisi sıfatıyla yönetti. Ermenice’de Gnuni adıyla bilinen ev Dersim’de Giniler olarak bilinenlerdir).
MUŞEL MAMAKAN (?-650)
HEMEZASP MAMAKAN (655/657-658/661)
GRİGOR I MAMAKAN (661-684/685)
GRİGOR II MAMAKAN (748-750)
Yaklaşık miladın başlarında başlayan Khal Ferat hanedanı kabaca 400 yıl yaşadıktan sonra yerini 300 yıl kadar devam eden Khal Mem hanedanına bırakmıştır. Khal Ferat-Khal Mem hanedanlıkları bize milattan sonraki ilk 700 yıllık Kırmanciye ve Dersim tarihinin bir fotoğrafını vermektedirler.

SEYFİ CENGİZ

DERSİM’İN ŞECERESİ (VII) SEYFİ CENGİZ

DERSİM GELENEĞİNİN KHAL FERATLAR’I PART KIRALI DÖRDÜNCÜ FERAT EVİNİN KIRMANCİYE KOLUDUR
Dersim’in Khal Mem-Khal Ferat geleneğinde Khal Mem’in kardeşi olarak tanıtılan Khal Ferat kimdir?
Buna yanıt olarak Part kıralı Dördüncü Ferat (M.Ö. 38/37- M.Ö.2)’ın önemli bir figür olduğunu düşünüyorum.
Benim düşüncem özetle şudur:
Genelde Partlar’a referans olan geleneğimizdeki Khal Ferat adı, daha özelde Part kıralı Dördüncü Ferat Evi’ne referanstır. Partlar’ın Kırmanciye kolu, özellikle Kırmanciye yöneticileri çizgisi bu evden çıkmadır. Partlar’ın bu şubesi cedlerinden biri olan Kam-Sar’ın adıyla Kamsarakanlar, daha sonraları ise bir diğer cedleri olan Arşak (Arşak III)’ın adıyla Arşakuniler (Arsarunik) diye bilindiler.
Aşağıda anlatacaklarım dikkatle okunursa bu düşüncemin dayanakları netçe görülebilecektir.
İlkin kısaca Dördüncü Ferat’ı tanıtalım:
Part kıralı Orodes (Hyrodes)’in 30 oğlu vardı. M.Ö. 37’de tahtı bunlardan birine bırakmaya karar verdiğinde, onun halefinin kendisi olamayacağını iyi bilen büyük oğlu Ferat (Dördüncü Ferat), babası ve 29 kardeşini öldürüp tahta kendisi oturdu. Önde gelen Part soylularına ve ailelerine de aynı şiddeti uyguladı. Part generalleri ve soylularının bir bölümü çeşitli ülke ve kentlere sığınmak zorunda kaldılar. Bunlardan bazısı Romalılar’ın korumasına girdi.
Kaynaklarda Dördüncü Ferat’ın kendisinin Vonones, Rhodaspes, Seraspadanes ve Ferates adlarında dört oğlundan sözedilir. Bunların hepsi de Roma’ya sığınmış olabilir. En büyükleri Vonones’tir. Roma’daki bir yazıtta Dördüncü Ferat’ın dört oğlundan Rhodasp (-es) ve Seraspadan (-es)’ın adları geçmektedir.
Kaynaklara göre Dördüncü Ferat’ın en az 4 veya 5 karısı vardı. Bunlardan biri Musa (Thea Musa, Thermousa) adında bir İtalyan kadındı. M.Ö. 2 yılında bu kadın kocası Dördüncü Ferat’ı zehirleyerek öldürdü ve tahta onun kendisinden olma oğlu Beşinci Ferat’ı oturttu.
Bu tarihten sonraki gelişmeler özetle şöyledir:
Beşinci Ferat, M.S. 4 yılında ya öldürüldü ya da sürüldü. Bu tarihten itibaren Part tahtında ilkin Orosdes III adında biri görünür. Ama çok geçmeden bir isyanda öldürülür.
Bunun üzerine Dördüncü Ferat’ın Roma’da bulunan en büyük oğlu Vonones, Roma’dan getirtilip tahta oturtuldu (M.S.7/8-12). Ama onun Roma’da edindiği karakter sorunlara yolaçtı. Onun yerine o sırada Azerbaycan (Medya) valiliği yapmakta olan bir diğer Arsaklı, Artabanus III, kıral seçildi (M.S. 12-38). Artaban (-us) III, az sonra aktaracağım geleneğe göre Vonones’in kardeşidir.
Vonones ile Artabanus arasında patlak veren iç-savaştan galip çıkan Artaban-us oldu.
Partiya’nın kendisinde tahtı yitiren Vonones, Kırmanciye’ye sığındı ve burada boşalmış bulunan Kırmanciye tahtına oturdu.
Dördüncü Ferat Evi’nden benim saptayabildiğim ilk Kırmanciye yöneticisi Vonones’tir. Onun yönetimi uzun sürmez. M.S. 15 veya 16 yılında tahtı bırakmaya mecbur edilir.
Pehleviler (Partlar)’in çeşitli kollarından sözedilir. Bunlardan biri Karen Evi’dir. Karen-Pahlav ünvanı taşırlar. Bu ad Farsça’da Qarin, Latince söylenişte Carenes şekline girer. Erzurum’un eski adlarından Karin (Kalikala), sanırım bu evin adından kalmadır.
Part tahtı üzerinde Vardan (-es) ve Gotarz (-es) adlı kardeşlerin birbiriyle savaştıkları ve imparatorluğu aralarında payetmekte oldukları kaotik bir ortamda, Pehleviler’in Karen-Pahlav kolu bu defa da Dördüncü Ferat’ın Roma’da bulunan torunlarından Meherdates’i getirtip Part tahtına oturttu (M.S.47/48). Ama o, uzun yönetemedi. Çünkü iç savaşın galibi Gew Evi’nden Gotarz II yönetimi ele geçirdi (38-51).
Burdaki bilgiden hareketle Dördüncü Ferat ve soyunun Partlar’ın Karen Evi’yle, başka deyişle Karen-Pahlavlar koluyla ilişkisi görülebilir.
Karen-Pahlavlar’ın Kırmanciye sektörü kendi cedlerinden Kam-Sar’ın adıyla Kamsarakan Evi diye bilindi. Bu adla Kamsarakanlar, Kamsaryan veya Gamsariyan gibi şekiller altında karşılaşırız. Bu aynı ev daha sonraki kuşaklardan bir diğer cedleri olan Arsak III’ün adından dolayı Arşakuniler (Arsarunik) diye de ünlenmiştir.
Dersim geleneğinin Khal Ferat Oğulları dedikleri benim düşünceme göre ağırlıkla Partlar’ın (Pehleviler’in) bu kesimine mensupturlar.
M.S. 50 yılında Behistun’a kazıdığı yazıtta Gotarzes II, kendisini ‘Gew (Gev) oğlu Gotarzes’ diye tanıtmaktadır. Burada okuyucunun Dersim aşiretlerinden birinin adının da ‘Gew’ olduğunu hatırlaması gerekir. Gew, Partlar döneminin ünlü İran evlerinden veya aşiretlerinden birinin adıdır. Gew Evi’nin merkezi Hırkaniye’ydi. Bu evin adı Firdevsi’nin Şahname’sinde de geçer. Şahname’deki Gew adının bir Part kıralı veya önderine referans olduğu sanılıyor. Kısacası, bu ev veya aşiret de Partlar’la ilişkilendiriliyor.
Gotarz II’nin yerine Vonones II geçti.
Ferdinand Justi, Vonones II’yi Dördüncü Ferat’ın oğullarından biri veya bu aileden birisi olarak tanıtan bir görüşe işaret eder (Bk. Justi, İranisches Namenbuch).
Vonones II’den sonraki Part kıralı Vologases I (Valarş, M.S.51/52-79/80)’dir. Onun kardeşi Pacorus Medya (Azebaycan) kıralı, diğer kardeşi Tiridates ise Kırmanciye kıralı idi.
Daha sonra Part tahtında sırasıyla Pacorus II (78-115/6), Artaban (us) IV ve Osroes göründüler (Chosroes, 109/110-128/9).
M.Ö. 247’deki isyanla başlayan Part tarihi yaklaşık 500 yıl sonra M.Ö. 224’teki Sasani isyanıyla son buldu. Bu sırada İran’da yönetimi kaybeden Partlar, özellikle Kırmanciye’de tutundular. Kırmanciye, Partlar’ın Sasaniler’e karşı neredeyse tek ve en uzun süreli direniş üssü haline geldi. Böylece Kırmanciye’de Part yönetimi birkaç asır daha devam etti.
Hemen yukarıda Dördüncü Ferat’tan sonraki Part tarihi hakkında bir özet verdim ve bazı değerlendirmeler yaptım. Ama Part tarihinin bu kesiti hakkında bir de geleneğin söyledikleri vardır. Eldeki bilgileri bir de gelenekle birlikte ele alıp değerlendirmek zorunludur.
DÖRDÜNCÜ FERAT VE ÇOCUKLARINA İLİŞKİN GELENEK
Bu geleneği aktaran Ermeni tarihinin babası olarak kabul edilen Moses Khorenatsi’dir.
Kırmanciye’yi (Ermenistan’ı) Hiristiyanlığa çevirenler Khorenatsi’nin aktardığı geleneğe göre Part kıralı Dördüncü Ferat (Arşavir)’ın halefleri, daha doğrusu O’nun oğlu Artaşes’in ailesi/soyu olmuştur.
Khorenatsi, Part kıralı Dördüncü Ferat’tan Arşavir adıyla sözediyor.
O’nun naklettiği geleneğe göre, Dördüncü Ferat’ın, yani gelenekteki ismiyle kıral Arşavir’in 3 oğlu, 1 kızı vardı.
Yaş sırasıyla, 1) Artaşes, 2) Karen, 3) Suren, 4) Koşm (kız çocuk).
Babaları Arşavir (Dördüncü Ferat) ölünce, bu dört kardeş arasında taht üzerinde iç-savaş patlak verir. Tahtı Artaşes ele geçirir. Onu tanımayarak isyan eden Suren ile Koşm, Karen’i desteklediler.
Kendisi de Part asıllı olan Edessa kıralı Abgar bu anlaşmazlığı çözmek üzere Horasan (Belh)’a gider. Sonuçta şu formül üzerinde uzlaşılır:
En büyük oğul Artaşes (Ardases) tahtta kalacak ve sonraki Part kıralları da onun soyundan olacak. Artaşes soyu tükenirse taht sırası ilkin Karen koluna, daha sonra da Suren koluna gelecektir.
Böylece Artaşes, III. Artaban ünvanıyla yönetimi eline alır (M.S. 11/12-38/40).
Varılan anlaşma gereği Artaşes’in erkek ve kız kardeşlerinin soyu ülkenin diğer soylu evlerinden daha ayrıcalıklı bir statü olarak, kıralın öz-soyu, başka deyişle kandan-Arsaklı anlamında ‘Pahlav (Bahlav)’ ünvanı/soyadı alırlar.
Böylece kıral Artaşes’in iki kardeşinden türeyen evler ‘Karen Pahlav’ ve ‘Suren Pahlav’ olarak, bacısı Koşm’un mensup olduğu ev ise ordunun baş kumandanı olarak atanan kocasının ünvanı ile ‘Asbahaped-Pahlav’ diye bilinirler. Asbahaped-Pahlav; Sipahi-Başı, Sipeh-Salar, Leşker-Keş, General anlamına gelmektedir.
Dolayısıyla geleneğe göre ünlü Part evleri/aşiretleri, Pehleviler’in adı geçen üç kolundan çıkmadır; onlardan gelmedirler.
Bunun hepten doğru olması elbette düşünülemez. Ama gelenek budur.
Buraya kadarki bilgileri ve bu geleneği değerlendirirken Dersim rivayetlerinden birinde Şah Hasan’ın dört oğlundan sözedildiğini ve bu dört oğuldan birinin Ferat adı taşıdığını hatırlamakta yarar vardır. Şah Hasan’ın kardeşi gibi tanıtılan Seyit’in çocukları arasında ise Gew adında biri sayılır. Ferat ve Gew adları Partlar’la ilişkilidir.
Şah Hasan-Seyit geleneği, Dersim’e daha geç tarihte gelenlere aittir. Khal Mem-Khal Ferat geleneği ise Dersim’in daha eski halk tabakasıyla ilgilidir.
Ama erken ve geç Dersimliler’in kendileri gibi, geleneklerindeki bazı motiflerin ve adların da birbirine karıştığı düşünülmek zorundadır. Sözgelimi gelenekteki dört rakamı, Ferat ve Gew adlarının sonraları yanlış yere monte edilmiş olması mümkündür.
Dördüncü Ferat evine ilişkin geleneği ve tarihsel nitelikte verileri değerlendirirken bu tür ayrıntıların da hesaba katılması gerekir.

SEYFİ CENGİZ 

DERSİM’İN ŞECERESİ (VI) SEYFİ CENGİZ

KIRMANCİYE TARİHİNDE DERSİM
Tarih çalışmamda Dersim geleneğindeki Khal Ferat adının Partlar’a referans olduğu sonucuna varıyorum. Bu bölümün devamında Dersim’in Khal Ferat grubu aşiretlerinin orijini konusundaki bu görüşümün bir özetini vereceğim. Bu özetin daha rahat anlaşılması için Partlar ve Sasaniler hakkında bir girişe ihtiyaç vardır.
Aşağıdaki anlatımda Ermenistan yerine sözcüğün geniş anlamında Kırmanciye terimini kullandığımı bir kez daha anımsatmak zorundayım.

PARTLAR VE SASANİLER DEVRİ
ESKİ PARTLAR
Partlar hakkında bir iki önemli uyarı zorunludur.
Birincisi, Partlar’ın dili onların orijini hakkında fikir vermez. Çünkü onlar İran’a girdikten sonra kendi öz dillerini bırakıp Pehlevice’yi yönetim dili olarak üstlendiler. Pehlevice (Partça)’nin resmi dil oluşu ve yayılışı Part yayılmasıyla örtüşüyor gibi.
İkincisi, Part adı da onların kendi öz adı değil. Dolayısıyla bu isim de onların orijini hakkında bir ipucu sağlamıyor. Çünkü bu adı İran’ın Parthava eyaletini (Partiya, Bactriya, modern Horasan) istila ettikten sonra aldılar. Parthava satraplığının adı Elamit dilinde ‘Partuma’, Mısır dilinde ‘Prtyw’s’, Akadca’da ‘Partu’dur.
Bu istila veya göç M.Ö. 250 yılı dolayında yeraldı.
Bu demektir ki, bu tarihten önceki dönemde, sözgelimi Asur, Akamenid ve Heredot dahil Yunan kaynaklarında kendilerine Partlar adıyla referans verilenler Parthava eyaletinin M.Ö. 250‘den önceki erken halkıdır.
Horasan (Baktriya)’ın M.Ö. 250’den evvelki halkı olan asıl ya da eski Partlar hakkındaki ilk bilgiyi Asur kıralı Esarhaddon’un yazıtlarında buluyoruz. M.Ö. 673’te Parthava eyaletine bir baskın yapan Asur kıralı Esarhaddon’un esir ettikleri arasında iki enteresan isim geçer:
‘Partukkalı Zanasana’ ve ‘Partakkalı Uppis’.
Akamen devletinin kurucusu Kurus (Cyrus), M.Ö. 546-639 tarihleri arasındaki Doğu seferi sırasında zapt ettiği Parthava eyaletinin yönetimini Darius’un babası Hystaspes’e bırakır. Hystapes, Zerdüşt’e koruma verdiği rivayet edilen yöneticidir. M.S. 521 yılı dolayında Parthava eyaleti taht için mücadele eden Med Fravartiş’in önderliğinde Hystapes’e karşı isyan eder. Behistun yazıtı Parthava eyaletinin adını bu olay nedeniyle de kayda geçirmektedir. O tarihte bu eyalet Hırkaniye’yi de içeriyordu ya da onunla birleşikti.
Akamen imparatorluğunun eyaletlerini ve sınırlarını gösteren Heredot’taki listede bu eyaletin sonraları Hırkaniye’den koparılıp Chorasmiya (Harzem) ile birleştirildiği görülmektedir. Yine Heredot’un aktardığına göre Akamen kıralı Xerxes’in Yunanistan seferine bu eyaletin sakinleri olan Partlar, Pharnaces’in oğlu Artabazus kumandasında bir birlikle katılmışlardır. Akamenler ile Büyük İskender’in Makedonları arasındaki ünlü Arbela (Erbil) savaşında Pathava halkı Akamenler’in safında savaştı.
Darius III ölünce Parthava eyaleti de İskender’in eline geçti.
Son Parthava (Partiya) satrapı Phrataphernes Hırkaniye’de İskender’e teslim oldu ve onun yerine yine bir Part olan Mısır’dan Amminaspes atandı. İskender’in Makedonları döneminde Partiya tekrar Hırkaniye ile birleştirildi. M.Ö. 316’dan sonra ise Partiya eyaletinin Bactriya ile birleştirildiğini görmekteyiz.
Part ve Parthava (Partiya) adları, Pahlav, Pahlavi, Pehlevi vb şekiller altında da görünürler. Pahlav, Pahlavi veya Pehlevi gibi şekilleri Part ve Partiya sözcükleriyle ilişkilendirenler olduğu gibi, bunların kökeninin Belh (Bahl) kelimesi olduğunu söyleyenler de vardır. Ermeni kaynakları Partlara Bahlavuni (Pehlevi) der. Pahlawan, Pahlalı demektir. Bu aynı bölge Baktriya diye de bilinir.
Özetlersek, tarihte ‘Part’ adıyla bilinen iki adet kavim vardır.
Bunlardan birincisi M.Ö. 250’den evvel İran’ın Parthava eyaletinde yaşayan halktır. Yukarıda bu halk hakkında bilinenleri kısaca toparladım.
İkincisi ise, M.Ö. 250’den itibaren bu eyaleti istila edip bu halka ait Part adını ve bu halkın dili olan Partça veya Pehlevice’yi üstlenen istilacı halktır.
O halde Partlar derken, bu ayrımı akılda tutmalı. Ama, tüm kaynaklar M.Ö. 250’den sonraki Part tarihini, Part adını sonradan alan halkın tarihi olarak anlatırsa da, bizler ad ve dil örtüşmesi nedeniyle bu iki kavmin tarihinin M.Ö. 250’deki istiladan sonra birbirine karıştığını, bu tarihten sonra ikisinin tarihlerini ayırmanın olanaksız hale geldiğini düşünerek fikir yürütürsek daha gerçekçi davranmış olacağız.
Tıpkı Hititler’in adını aldıkları Hattileri karanlığa itmeleri gibi, Partlar da adını ve dilini aldıkları halkı karanlığa ittiler, yanısıra kendi kimliklerini de az çok gizemli hale sokmuş oldular.
PART ADINI SONRADAN ALANLAR
M.S. 3’üncü yüzyıl ortalarında İskender’in haleflerinden Selekus’un kurduğu Selukid imparatorluğu zor durumdaydı. Bu dönemde Baktriya valisi Diodotus’un isyan edip kendisini kıral ilan ettiğini görürüz. Ardından M.Ö. 247 dolayında Partlar da Selukid (Makedon) hakimiyetine karşı isyan ettiler.
İşte tam buradadır ki Eski Partlar (Asıl Partlar)’ın dönemi kapanır, onları zapt edip adlarını ve dillerini alan istilacı kavmin tarihi başlar.
Ama bu istila onların ilk gelişi değildi.
Neilson C. Debevoise, 1938’de yayınlanan ‘A Poitical History of Parthia’ adlı eserinde Uruk’ta bulunan M.Ö. 213 yılına ait tabletlerde sonradan Part adını alan bu istilacı halkın uzak geçmişin Gutileri ile bir ve aynı halk olduğuna işaret edildiğini yazmaktadır.
Ünlü Gutilerle bu bağlantıları bu halkı daha da önemli kılmaktadır.
Part adını sonradan alan bu istilacı kavim kimdi?
Bu istilacıların asıl adının Parni (Aparni) olduğu sanılıyor.
Parniler Yunanlılar’ın Daha (Dahae) adıyla tanıdıkları bir aşiret federasyonuna dahillerdi. Kurus’un Doğu seferleri ile ilişkili olarak duyulan Dahae adının ‘soyguncu’ anlamına geldiğini düşünenler vardır. Farslar’ın yabani ya da göçebe çöl aşiretlerine ‘soyguncu’ anlamında Dahae dedikleri söylenmektedir. Ortaçağlardaki Dihistan eyaletinin adı Daha aşiret konfederasyonundan gelmeydi. Akamenler’in kurucusu Kurus (Cyrus), yaşamını bu Dahaeler ile savaşırken yitirmişti. Heredot ise Kurus’un Massagetlerle savaşta öldürüldüğünü yazmaktadır.
O halde Dahaeler ile Massagetler aynıdır.
Massagetler, İskit adı verilen stoka mensuptur. Alanlar adıyla bilinenlerin eski Massagetler olduğu şeklinde bir görüş vardır. Kafkas grubu halklarından Ossetler, Alan’dır.
Kısacası en azından Massagetler ile Dahaeler’in her ikisinin de İskitler (Sakalar) denen gruptan oldukları kesindir. Partlar, İskit stoktan İrani bir halktır.
Arsaki (Part) hanedanlığı Parniler adlı aşiretten çıkmadır. Bunların Partiya (Baktriya, Horasan) bölgesine İskender’in ölümünden sonra göçtükleri kayddedilir.
Parniler, bu göçü veya istilayı takiben Part adıyla bilinmeye başlarlar.
Onların tarihi bu bölgede Makedonlar’a karşı M.Ö. 247 yılında yaptıkları isyanla başlatılır. Bu isyan Makedonlar’ın Horasan valisine karşı patlak verir. İsyanın başını Parni aşiretinin reisleri Arsak ve Tiridat (Allahverdi) kardeşler çekerler. Bu iki kardeş yine Arsak adını taşıyan birinin soyundandırlar. Bu nedenle tüm Part kıralları cedlerinden dolayı Arsak (Arşak) ortak kimliğiyle ünlendiler. Arsak adını kollektif bir ad ve ünvan gibi kullandılar. Onların kişisel kimliklerinin pek bilinmeyişinin bir nedeni budur.
İran destanında Partlar’a Eşk-Eşkaniyan diye referans verilir. Bu destanda kronoloji karıştırılmakta, Partlar (Arsakiler) dönemine ait olaylar yanlış şekilde Keyaniler kısmına entegre edilmektedir.
Part kıralları Arsak evinden olmak koşuluyla Partiya soyluları tarafından belirleniyordu. Akamenler çağının Yedi İranlılar olarak adlandırılan en ünlü yedi evi gibi, Partlar çağında da sayıları kesin olmayan önde gelen bazı soylu evler vardı.
Bunlardan adları en sık anılanlar şu dört evdi:
Suren Evi (Surenler, Suren-Pahlavlar):
Üsleri Seistan (Sakastan)’dı. Bu evin en ünlü figürü M.S. 53’de Harran civarında Roma generali Crassus’un ordusunu hezimete uğratan General Suren’di. Bu savaşta Part ordusunu kumanda eden Suren (Surenas), bu büyük zaferi takiben bir efsaneye dönüştü. Bir görüşe göre İran Destanı’nındaki ünlü Rustem, General Suren’dir. Bu evin adı ve ünvanının ondan kaldığını düşünenler vardır.
Karen Evi (Karen-Pahlavlar):
Üslerinin Medya (Azerbaycan)’daki Nihawand olduğu sanılıyor.
Gew Evi (Yunanca’da Geopothros):
Merkezleri Hırkaniye’ydi. Firdevsi’nin kaleme aldığı Şahname’de geçen Gew adının bir Part kıralı veya önderine referans olduğu sanılıyor.
Mihran Evi: Üsleri Rey kentiydi. Sasani ordusunun generallerinden olup bir aralık Sasani tahtına oturan ünlü Behram Çupin bu evdendi.
Gelenek tüm bu evlerin bir sonraki bölümde sözünü edeceğim Part kıralı Dördüncü Ferat’ın çocuklarından türediğini söyler. Ama pek gerçekçi görünmeyen bir anlatımdır bu. Çünkü bu evlerin bazısı oldukça eskidir.
Ama bu geleneğin Dersim geleneklerinden biriyle paralelliği dikkate değer bir noktadır.
PART YÖNETİCİLERİNDEN BİR BÖLÜMÜ VE DÖNEMLERİ HAKKINDA KISA BİLGİLER
Part yöneticilerinden bir bölümü ile dönemleri hakkında kısa bilgiler vermekte yarar vardır.
Kardeşlerden Arsak (Arasak I), başlattığı isyanının başarısı üzerine Kuşan (Kuçan) civarındaki Asaak’ta taç giydi. O dönemde Zerdüşt oldukları için kutsal ateş sürekli canlı tutuldu. Arsak’tan sonra tahta İkinci Arsak olarak da bilinen kardeşi Tiridat geçti (247-211 M.Ö). Makedonlar’a karşı savaşı sürdürdü. Partlar’ı emsal alan diğer eyaletler birbiri ardısıra ayaklanıyordu. Makedonlar’ın kendi aralarındaki iç-savaş Part genişlemesini kolaylaştırdı. İkinci Arsak’ın yerine tahta oğlu Artabanus çıktı (211-191). Onu takiben Priapatius yönetti (191-176 M.Ö). Priapatius, geride Ferat (Phraates) ve Mithradat (Mithra-verdi, Allahverdi) adlarında iki oğul bıraktı. İlkin Ferat yönetti (176-171). Hazar Denizi güneyindeki halklara yöneldi önce. Mardiler’i Hazar kapılarına yerleştirdi. Yerine kardeşi Mihrdat geçti (171-138/7 M.Ö). Tanrı Mithra’nın adını taşıyan ilk Part kıralı oydu. Medya, Elam ve pek çok başka yeri fethetti. Uruk ve Asur da ona bağlandı. O öldüğünde Part yönetimi İran’ın bir köşesindeki küçük bir devletten büyük bir imparatorluğa, bir dünya gücüne dönüşmüştü. Bu nedenle o, Part imparatorluğunun kurucusu olarak görülür. Onun yerine oğlu Ferat II geçti (138-128). Makedonlar’ın iktidar üssü Suriye üzerinde yoğunlaştı. Bir süre önceki gibi bu sıralarda da Doğu’dan hareketle Sakalar (İskitler) Mezopotamya’ya varana dek Part yönetimi altındaki tüm toprakları istila ettiler. Bu istilacılar arasında Massagetler, Pasianiler ve/veya Tuharlar da vardı. Ferat II’nin yerine amcası Artaban II geçti ( 128-124/3). Miras aldığı Saka problemini çözmeye çalışırken öldü. Yerini oğlu Mihrdat II aldı (123-88/7).
‘Kıralların Kıralı’ anlamında ‘Büyük Arsak’ ünvanı alan Mihrdat, kendisinden önceki adaşı gibi yetenekli biriydi. İstilacı Sakalar’ı geriletti.
Partlar Kırmanciye’de ilk olarak ‘Büyük Arsak’ ünvanlı bu Part kıralı zamanında, M.Ö. 112/1 dolayında göründüler. Bu tarihte Kırmanciye üzerine bir sefer yapan Mithradat, Kırmanciye kıralı Artavasd’ın en büyük oğlu Tigran’ı esir edip birkaç yıl Part sarayında tuttu.
İşte bu olay Partlar’ın Kırmanciye’de ilk görünüşü oldu.
Doğu’dan Batı’ya doğru Makedonları gerileterek genişleyen Partlar, yine Makedonlar’la savaşarak Batı’dan Doğu’ya doğru ilerlemekte olan yeni bir dünya gücü olarak Romalılar ile karşı karşıya gelmek üzereydiler. Doğu-Batı savaşında Akamenler’in yerini Partlar, Makedonlar’ın yerini de Romalılar dolduruyordu. Kırmanciye, Partlar ile Romalılar arasında önemli bir anlaşmazlık konusu ve savaş alanı haline geliyordu.
Part sarayında birkaç yıl rehin kalan Tigran, babasının ölümü üzerine Part birlikleri eşliğinde M.Ö. 94’te ülkesine geri getirilip tahta oturtuldu. Coğrafyacı Strabo’nun yazdığına göre Tigran, kendisine verilen desteğe karşılık olarak Kırmanciye’de 70 vadiyi Partlar (Feratlar)’a bıraktı.
Bu demektir ki, M.Ö. 94 yılında Partlar Kırmanciye’ye yerleşmeye başlar.
M.Ö. 58/7’de Part tahtında Üçüncü Ferat vardır. Üçüncü Ferat, kendi öz oğulları Orodes (Hyrodes) ve Mithradates tarafından öldürüldü. Büyük kardeş Mithradat III çıktı tahta (58/7-55 M.Ö). Onu Orodes II (57-37/6 M.Ö) ve Pakorus I izlediler (ölm. M.Ö. 38).
Partlar ile Romalılar arasında ilk çetin karşılaşma Orodes II zamanında cereyan etti (57-37/6). M.Ö. 53’te Harran kenti civarında Roma generali Crassus’un ordusu ile savaşta Part tarihinin en şanlı sayfası yazıldı. Bu savaşta Part ordusunu kumanda eden Suren (Surenas), bu büyük zaferi takiben bir efsaneye dönüştü. İran Destanı’nın ünlü Rustem’i çok büyük bir olasılıkla bu savaşı yöneten Suren’dir. General Suren’in kişisel adı bilinmiyor. Ona mensup olduğu evin ismi olan Suren adıyla referans veriliyor. Kişisel adının İran destanınındaki ünlü Rustem olduğu sanılıyor. Rustem, İran destanının en güçlü karakteri, İran kahramanlarının en ünlüsüdür. Kronolojiyi karıştıran İran destanı Arsaki (Part) kahramanları Keyaniler bölümüne entegre ediyor.
Harran’daki Part zaferini takiben Fırat Nehri Part-Roma hududu olarak tanındı.
Bu tarihten yaklaşık elli yıl sonra, yani kabaca Miladın başlarında, Dördüncü Ferat’ın en büyük oğlu Vonones’le birlikte, daha kesin manada ise M.S. 54’de Tiridates’le birlikte Kırmanciye’de yönetim Partlar’ın (Arsakiler’in) bir kolunun eline geçer ve asırlarca onlarda kalır.
Kırmanciye’de Khal Ferat yönetimi aslında Part kıralı Dördüncü Ferat’ın büyük oğlu Vonones’le başlar. Ama sık sık kesintiler yaşanır. M.S. 54’te Khal Ferat evinin Kırmanciye’deki yönetimi daha bir istikrar kazanır. Böylece Kırmanciye daha kesin şekilde Partlar’ın Dördüncü Ferat evinin Kırmanciye kolunun yönetimine girer. Bu kol ilkin Kam-Sar, daha sonraları ise Arşak adlı cedlerinden dolayı Kamsarakanlar ve/veya Arşakuniler diye de bilinmiştir. Bunların yönetimi M.S. 428’e dek sürer. Yani Sasaniler altında bile uzunca bir dönem Kırmanciye onların yönetiminde kalır.
SASANİLER (M.S. 224/226-651)
Partlar, Sasan Evi (Banu Sasan) tarafından devrildi. Sasanileri iktidara getiren bu harekete Magiler adıyla bilinen Zerdüşt din adamları sınıfının öncülük ettiği anlaşılıyor.
Altıncı yüzyıl Bizans tarihçisi Agathias, bu hareketin Magiler’i iktidara getirdiğini yazmaktadır. Sasan denen figürün bizzat kendisi de geleneğe göre Persopolis’teki Anahita tapınağında bir yüksek rahipti. Ondan ‘Şeyh Sasan’ olarak sözedilmesi ve dolaşıcı bir derviş tipi olarak resmedilmesi de bu yüzden olmalı.
Partlar’ı devirip Sasani devletini kuran isyanın başını Ardaşir çekti. Bu komplo ya da devrim Fars eyaletinden başlayıp gelişti. İsyanın lideri Ardaşir, Sasan’ın soyundandı. O da ceddi Sasan gibi Magiler sınıfına mensuptu. Sasan Evi, bu sınıfla yakından ilişkiliydi. Başka deyişle rahipler partisini temsil ediyordu. Part yönetimi bu sınıfın öncülüğündeki bir koalisyon tarafından devrildi. Birçok kaynağa göre İran’da Magiler denen kastı iktidara ilk taşıyan Ardaşir’di (224-240). Ardaşir, Akamenler benzeri bir imparatorluk kurmak için çalıştı. O büyüklüğe ulaşmasa da ona hayli yaklaşan Sasani imparatorluğu böyle doğdu. Çıkış yeri ve ilk başkenti Fars’taki Stakhr kenti olan bu imparatorluk, sonraları Elam’daki Susa’dan, bazen Hamedan’dan ve bir dönem de Irak’ta modern Anbar kenti civarındaki eski Part başkenti Ctesiphon (El Madain, Mahoze)’dan yönetildi.
Sasani şahları fanatik Zerdüştçü idiler. Onlardan dördünün adları Hürmüz, birkaçının da Yazdgerd’dir. Hürmüz, eski İran süper tanrısı Ahura Mazda adının Farsça şeklidir. Birkaç Sasani şahı ise Şapur adını taşırlar. Bu adın tam şekli Şah-Pur (Şah-Puhar) olup Şah-Oğlu anlamına gelmektedir.
Romalılar’a karşı seferlerinde Harran, Nisibis ve Hatra’yı zapteden Ardaşir’in yerine Şapur geçti. Gilan’ı zaptetti, Kırmanciye’nin kendisine karşı direnen Part-asıllı kırallardan Hüsrev ve Artavazd’la savaştı. Transkafkasya’nın çoğunu kendisine bağladı ve doğuda imparatorluğun sınırlarını Ortaasya’daki Kaşan, Kaşgar ve Taşkent’e dek genişletti. İleri yaşlarında Manes’in düşüncelerine ilgi duydu. Ama onun yerine geçen oğlu Behram I, Zerdüşt rahiplerinin kışkırtmasıyla Manes’i hapsedip öldürttü. O’nun zamanında Zerdüştlük ‘devlet kilisesi’ olarak pekişti. Yerine geçen Behram II, Dersim geleneğinin Khal Ferat Oğulları dediği Kırmanciye’nin Part-asıllı yöneticilerini etkisizleştirmek için uğraştı. Kırmanciye tahtına Şapur I’in oğlu Narses’i oturttu. 293 yılında Behram III’ü devirip Sasani tahtına oturan Narses (Nerseh), Roma tarafından desteklenen Kırmanciye kıralı Tiridates’i devirdi. Bu arada Mezopotamya’yı da Roma’dan geri aldı (296). Narseh döneminde Manesçiler Roma imparatorluğunda tehdit olarak görülmeye başlanan önemli bir güç olmuşlardı. Nitekim 297 yılında Roma imparatoru Diocletian Manesçi propagandayı suç sayan ve yasaklayan bir ferman çıkarmıştır. Roma ile Sasaniler arasındaki rekabet nedeniyle Nerseh, Manesçiler’in desteğini kazanmak için onların propaganda faaliyetlerine toleranslı davrandı.
Yaklaşık bu sıralarda, yani Nerseh döneminin sonlarında Kırmanciye yönetimi Hiristiyanlığı resmi din olarak benimsedi (301).
Khal Ferat yönetiminin bu tercihi ülkenin rotasını ve kaderini değiştirdi. Çünkü bu tercih ülkeyi 312 yılında Hiristiyanlığı devlet dini haline getiren Roma imparatorluğu ile dinsel ve siyasal alanda daha sıkı bir ittifaka yöneltirken, devlet dini Zerdüştlük olan Sasaniler’le kopuş sürecini başlattı. Kırmanciye’nin 387/8 yılında Roma ve Sasani devletleri arasında ikiye bölünmesinde bu tercih belirleyici rol oynadı.
‘Adil’ diye tanınan Hürmüz II (302-309)’den sonra Sasani tahtında soylular ile rahipler zümresinin yönlendirdiği Şapur II belirdi. En uzun yöneten Sasani şahı oydu (309-79). Horasan’ın Ni-şapur kenti, bu kenti kuran Şapur II’nin adını taşıyor. Kırmanciye üzerinde Khal Ferat yönetimi ve Romalılar’la savaştı. Kırmanciye kıralı Pap’ı öldürttü, babasının gözlerini oydu. Manesçiler’i, Yahudi ve Hiristiyan toplulukları cezalandırdı.
Kırmanciye’nin Romalılar ile Sasaniler arasında ikiye bölünmesi 387 yılında Şapur III zamanında yeralırsa da, sık sık Behram IV’e maledilir (388-399). Behram IV, tahta çıkmadan önce Kirman’ı yönettiği için ‘Kirmanşah’ ünvanı taşıyordu. ‘Kirmanşah’ kentini o kurdu. Yerine oğlu Yezdgerd I geçti (399-420). Yezdgerd I’den sonra da onun oğlu Behram V yönetti (420-438). Bu Sasani şahı daha ziyade Behram Gor (Behram Jur) adıyla ünlüdür. Onun zamanında Hiristiyanlara ibadet özgürlüğü tanınır. Böylece Sasani imparatorluğundaki Hiristiyanlar Batı kiliselerinden koparak ilk kez otonom bir İran kilisesi oluştururlar. Sasani devletinde kilise örgütlenmesi M.S. 5’inci yüzylda böyle başlar.
420’lerde Khal Ferat (Part) asıllı Artaşes’i Kırmanciye kıralı olarak atayan Behram Gor, 428’de onun yerine bir Sasani valisini koyar. Bu uygulama başında St. Sahak’ın bulunduğu Kırmanciye klerjisi ve halk arasında bir huzursuzluk yaratır. Biriken hoşnutsuzluklar Behram Gor’un oğlu Yazdgerd II zamanında (438-457) isyana dönüşür.
Sasan Evi’ne karşı ortaya çıkan bu isyanın başını Desim geleneğinin Khal Mem Oğulları diye referans verdiği Mamakanlar’dan Vardan çeker (M.S. 450/451).
Kırmanciye’deki Khal Mem hanedanlığının kurucusu bu isyanda yaşamını yitirip Kırmanciye kilisesinin azizleri arasına katılan St. Vardan Mamakan’dır.
Sasani devleti Arap/İslam istilasında yıkıldı. Araplar, Sasani imparatorluğunu Basra ve Küfe kentlerindeki askeri üslerinden hareketle yıktılar. Araplar ile Sasaniler arasındaki üç büyük muharebe, Kadisiye (636), Bağdat civarındaki Sasani başkenti Ctesiphon (637) ve Nihavand (641/2) kentlerinde yeraldılar. Son Sasani şahı Yazdgerd II’nin 651 yılında yakalanıp öldürülmesi Sasaniler’in sonu oldu. Bu tarihten sonra Kırmanciye’de Arap hakimiyeti kuruldu.

SEYFİ CENGİZ