24 Nisan 2014 Perşembe

1908’DEN 1915’E… SOYKIRIMIN GÜNÜMÜZE UZANAN KÖKLERİ

1908’e bu coğrafyanın kadim halkları büyük umutlarla bakıp desteklemişlerdir. Ancak bu umut bir yanılsamadır. Hürriyet, Musavvat, Uhuvvet diyerek iktidarı kolaylıkla alan Jöntürk hareketinin omurgasını oluşturan bürokratik burjuvazi kısa zamanda maskesini çıkararak gerçek yüzünü ortaya çıkarmakta tereddüt etmez. Burada unutmamamız gereken Soykırım faillerinden Jöntürkler siyasi organizasyonları İttihat ve Terakki Cemiyetinin Türkçülük temelinde örgütlendiğidir. Ajandalarının en önemli maddelerinden biri etnik homojenliğin sağlanmasıdır. Soykırımın diğer faillerinin (Almanların, Türk-Kürt Müslüman eşrafın, bu unsurların fakir halklarının, Hamidiye alaylarının, … ) saiklerinin bu Jöntürklerin ajandası ile kesişme derecesi de Soykırıma ortaklığın derecesini ve Soykırımdan nemalanmayı belirleyecektir. Bu aynı zamanda bir rehin alınmışlıktır. Bu ortaklık ve nemalanma bugün coğrafyamızın özgürlüğüne en önemli engellerden biridir. Bu coğrafyanın tarihi 1915’te donmuştur.

Gerek Ahmet Rıza’dan Mizancı Murat’a gerekse de Dr. Nazım’a kadar ‘Millet-i Osmaniye’ terkibinin açık karşılığı Türk’tür. Mizancı Murat, “Dostumuzun birbirinden başka zannetmek hatasında bulunduğu Türklük, Osmanlıcılık ve Müslümanlık adına duada kusur etmeyiz” sözleriyle üçünü bir arada düşündüğünü ifade eder. Osmanlıcılık ve İslamcılık, Türk olmaktan gurur duyan bir Osmanlıcılık ve İslamcılıktır. Türkçülüğün henüz siyasi olarak tam gelişmediği dönemlerde bile Türkler kendilerini Osmanlının egemen unsuru sayarken diğer unsurların kendilerine itaat etmesini savunur ve bunu açıkça ifade ederler. Abdülhamid’den Yeni Osmanlılara ve jöntürklere kadar bu zihniyet değişmez.

Osmanlıcılık ve İslamcılıktan da kasıt Türkçülüktür. Hürriyet, musavvat ve uhuvvet sloganı çok kısa zamanda Türkler için hürriyet ve musavvat’a diğer unsurlar için disiplin’e dönüşür. Bu bakımdan yukarıda söylediğimiz gibi, 1908 bir aldatmacadır. Anayasal reform sözleri sorunu geleceğe yayarak çürütmeye yönelerek, ajandalarının en önemli maddelerini ortaya koyarlar. Etnik temizlik konusunda Jöntürklerin 1908 öncesi Balkanlarda ve özellikle Makedonya bölgesindeki eylemleri de bu konuda açık ipucudur. Grenebeli Bekir Fikri ve Enver’in amcası Halil (Kut) Paşa’nın anıları bu açıdan öğreticidir. Talat ve diğerleri de bu konuda açıktırlar;

Jöntürk yöneticilerinin en önemlilerinden olan Jöntürklerin ideologu, örgütleyicisi ve eylemcilerinden Dr. Nazım tarafından daha 1908 Ağustos’unda İzmir’de Yunanistanlı gazeteciye, coğrafyanın kadim halklarının kazınmasına ilişkin ajandasını pervasızca açıklayarak olacakların bir kronolojisini verir.[1] Nitekim olaylar, Dr. Nazım’ın çizdiği çerçevede gerçekleşecek ve Osmanlı coğrafyası Müslüman-Türklerin dışındaki unsurlar açısından kan gölüne çevrilerek Osmanlı coğrafyasının kadim halkları tarihsel topraklarından kazınacaktır.

Osmanlı parlamentosundaki Rum milletvekilleri tarafından daha 1910’da hükümete sunulan muhtıranın girişi bir umut kırıklığını ifade etmesinin yanında Jöntürk yönetiminin maskesinin düşmesini ifade eder:

“Maalesef, hemen Anayasa’nın ilanından sonra, Osmanlı İmparatorluğu’undaki diğer uluslara yönelik en içten ve en kardeşçe duygular içinde olmamaktan kaynaklanan sayısız olay, Rumların umutlarını kırmaya yardım etti ve etmektedir…“

Anayasa’nın ilk iki yılı boyunca Rum unsurunun açık bir şekilde zararına olan Jön-Türkler’in yaptıklarının güncel bir anlatısı olan Rum vekillerin bu muhtırasının sonuç bölümünde Rum unsurların maruz kaldığı muameleyi özetlemektedir:

“…Bütün bu davranışlar, Rum ulusal bilincinde bir kanaati kesinleştirmektedir; Rum halkı köleleşmiş bir halk olarak görülmektedir, kimin daha aşağı bir pozisyonda tutulacağı Hükümetin dahili politikasının amaçlarından biridir; tam da istibdat rejimi altındaki gibi, bu politika, Rum halkındaki güven eksikliğini ve onun gelişmesini engelleme eğilimini devam ettiriyor. Şimdi her zamankinden daha fazla, Rumlar’ı, “ulusal” Türkleştirme politikasına maruz bırakmak için Anayasa’daki “Osmanlı Milleti” terimini kullanmaya yönelik bir eğilim var.”

1907 jöntürk birlik kongresinde prens Sabahattin, o güne kadar Hıristiyanların bu coğrafyada tutunabilmesini Avrupa’nın korkusuna bağlar, bu korku savaş ortamında ortadan kalktığında Jöntürk zihniyeti zincirinden boşalarak bu coğrafyanın kadim halkları soykırıma uğrayacaklardır.

Aslında ilk prova Kilikya’da yapılarak, jöntürkler daha iktidarlarının başında iktidarlarını tehdit edebilecek unsurlara karşı kanlı gözdağı vermekten çekinmezler; Kilikya katliamını kısaca özetlersek bu katliamın bir Soykırım provası olduğu kolayca anlaşılmaktadır; 1909 Nisanında Kilikya’da vuku bulan katliamlar bir anlamda olacakların da habercisidir. Yerel ittihatçıların yönetiminde birincisi gerçekleşen katliamların ardından, olayların yatıştırılması için ittihad yönetimince gönderilen Dedeağaç taburu ve yerel ittihadçıların işbirliğiyle ikincisi gerçekleşen katliamlarda 25-30 bin Kilikyalı Ermeni’nin öldürülmesi ve mallarının yağmalanmasıyla sonuçlanmıştır. Bu bakımdan Kilikya 1909 bir anlamda gelecekteki soykırımın bir provasıdır. Burada 1894-96 katliamlarında olduğu gibi Ermeni erkek nüfus hedef alınarak katledilmiştir ki bu, 1915 Soykırımında Ermeni halkın korunmasız kalmasındaki önemli etkenlerden biridir.

Aydın mebusu Emmanuel Emmanueilidis Kilikya olaylarını açıklarken İttihatçı etkenini vurgular:

“Burada değinmemiz gerekli olan konu: Jöntürkler merkezde katliam için emir vermemiş olsalar bile, yerel Jöntürkler olaylarda büyük çapta yer almışlar ve eski Türklerle [eski yönetim kalıntıları ile] birlikte Ermenilere karşı ortaklaşa bir parti teşkil etmişlerdir.”

Üzülür gibi yaptılar, düzeltmeler vaat ettiler ama manen müteessir kalmadılar ve Ermeni de, Ermeni Ülkelerinde yabancı olarak yaşamaya devam ederken, çalışmasıyla terden ıslatmış doğduğu yerini, servetini, toprak ve meyvelerini ilk gelen yağmacının elinde görecekti. Emmanueilidis’in sözleri bir gerçeğe işaret etmektedir. Olacaklar çok erken fark edilerek dikkat çekilmiştir. Emmanuilidis 1908’in aldatmacı yüzünü ve sorunların zamana yayılarak çürütülmesi yanında gözdağı eylemlerinin de altını çizer. 1909’dan itibaren bu coğrafyanın kadim halklarına karşı cihad başlar.

Kilikya olayları jöntürklerin iktidara gelişine çok yakın bir tarihte gerçekleşir. Jöntürkler Makedonya kökenli olduklarından başlangıçta Anadolu’da güçleri ve örgütleri de yoktur. Kısa zamanda Hıristiyan unsurların yardımı ile Anadolu’da güçlenen Jöntürkler, bu unsurları ihtiyaçları kalmadığında yok etmekten çekinmeyeceklerdir.

Özellikle, Selanik’te Ekim 1911’de Cemiyet tarafından alınan kararlar sonrasında Türk ve Müslüman olmayan unsurlara karşı baskı politikası sistematik bir hal alarak resmi bir programa bağlanacaktır. Alınan kararlar ibret vericidir. Bu kararlar Osmanlı coğrafyasının kadim halkları açısından sonun başlangıcıdır:

“İmparatorluğun varlığı, Jön-Türk Cemiyetine ve bütün muhalefetin yok edilmesine bağlıdır… “

JönTürkler muhalefet ile birlikte gelecekte muhalif olabilecekler ile sindiremeyecekleri unsurları da yok etmeye karar vermiş ve hemen uygulamaya geçilmiştir. Gelecekte cumhurbaşkanı olacak olan Mahmut Celal (Bayar) Bursa’da çalıştığı bankadan istifa ettirilerek İzmir İTC katibi mes’ulü olarak görevlendirilerek Helen unsurlara karşı savaş örgütlenir. Bu ekibin içinde gelecekteki soykırımlarda aktör olacak Kuşçubaşı Eşref, Kaymakam Pertev Bey [General Demirhan], mutasarrıflar Mahzar Müfit [Kansu], Dr. Reşit, İbrahim Bedreddin … gibi kişiler yer alacaktır. Kilikya’dan sonra Savaş öncesi soykırımın bir provası da Ege bölgesinde gerçekleştirilir. Gerek Kuşçubası Eşref gerek Celal Bayar uygulanan boykot, sindirme, sabotaj ve öldürme politikalarının başarısından söz ederek bu politika sonucu 1 milyon Helen’in tarihsel topraklarından kazındığını itiraf ederler.

Aydın mebusu Emmanuel Emmanueilidis uygulanan bu resmi politikayı vatandaşlara karşı kutsal savaş olarak nitelendirir:

“Rumlara karşı ilk darbe, savaştan önce vurulmuştu. 1914 senesinin ilk yarısında, 250.000 Rum kovularak varlıklarına el kondu ve bu şekilde Trakya ile İzmir bölgesinin Türkleşmesi için ilk adım atıldı. Ama bu yeterli değildi. Bu hareketin en az 10 yıllık bir süreci olmalıydı. Bu süre zarfında etnik temizlik programı ısrarla uygulanacaktı ve zaman zaman duruma göre, baskı da eşlik edecekti. Sonunda Helenizm, büyük şehirlerde toplatılıp kısıtlanarak, önemsiz bir azınlığı teşkil edecekti. Kalanlar için, hükümetin alacağı idari ve ekonomik tedbirler kâfi olacaktı. Zenginler Enver’in sarfettiği söylenen cümlesine göre fakir, fakirler dilenci ve hepsi birden zengin fakir, Türklerin köle ve hizmetçileri olacaktı.”

1913 ve 1915 sanayi sayımlarında Hıristiyan burjuvazinin gücünü görmek zor değildir. Bu zenginlik Jöntürk bürokratik burjuvazisinin gözlerini kamaştırmaktadır. Balkan savaşı bahane edilerek Ege bölgesindeki Rumlara baskı, tehdit ve cinayetlerle kadim topraklarından sökülme operasyonuna geçilir. Bunun için yerel Müslüman halkın hazırlanması gerekir. Jöntürkler Anadolu’ya çeteleriyle birlikte gelmişlerdir, hem yerel Müslüman halkı kışkırtacak propagandistleri, hem de baskıları gerçekleştirecek, cinayetleri işleyecek kadro sıkıntıları yoktur.

Aydın Mebusu Emmanuil Emmanuilidis Hıristiyanlara karşı oluşan atmosferi şu sözleriyle nakleder: “1913 senesinin son çeyreğinde, İstanbul’u ziyaret eden birisi, yollarda yeni elbiseli, kadife pantolonlu ve kafalarına siyah kalpak giyen, garip insanlara rastlardı. Ancak sonradan anlaşıldı ki bunlar meşhur fedailerdi. Yani Hıristiyanlara karşı alınan kararları uygulamak için, İstanbul ve diğer illerde Jöntürkler tarafından kurulan orduydu. Bir taraftan uygulama gücü hazırlanırken, diğer taraftan, yapılmakta olan uygun bir propaganda ile, halk yaklaşmakta olan darbeye hazırlanıyordu. Gazetecilik halkın düşüncelerini tahrik ediyordu ve dağıtılan çeşitli günlük gazeteler, Rumlara karşı sönmez Türk nefretini kışkırtmayı hedef alıyordu. Bu yayınların neticesi, Rumlar memlekette var oldukça, Türklerin fakir kalacakları, Müslümanların şeref ve hayatlarının emin olmayacağı ve Devletin de çeşitli tehlikelere maruz kalacağıydı. Balkan hükümdarlarının at üstünde kadın ve çocuk cesetleriyle Türk bayrağının üzerine bastıklarını gösteren fotoğraflar yayımlanıyordu. Üzücü haritalar basılarak, elden giden iller siyah renkle gösterilip okulların duvarlarına asılarak, altlarına intikam kelimesi yazılıyordu ve Bulgaristan’a ilhak edilen bölge bile yas rengi siyahla kaplıydı ve bunun da hesabını Hellenizmin ödemesi gerekiyordu. İntikam ve nefret melekleri gibi, yurdun her tarafına konuşmacı ve propagandacılar gönderildi. Bunlardan en fazla laik olanı Ömer Naci İzmir’e gönderildi. Anti Hıristiyan nefreti kısa bir zamanda düşünülemeyecek bir seviyeye geldi.” Emmanuilidis’in kısaca özetlediği Hıristiyan karşıtı atmosferle birlikte Ege Rumlarının büyük bölümü tarihsel topraklarından sökülerek mülklerine yerel İttihatçı eşraf tarafından el konulur.

Osmanlı Mebusu Emmanuilidis, Ermeni Soykırımını şu sözlerle ifade eder. Ermeni felaketi bütün Türkiye’yi kapsadı. Her şehir, köy, köşe, Ermeni mukimlerinden yoksun kaldı. Yalnız İstanbul, İzmir ve Halep muaf bırakıldı. Bu oradaki Ermenilerin zarar görmedikleri anlamına gelmedi, çünkü İstanbul’da sürgün konvoyuna dâhil edilmeleri için, yüzlerce Ermeni tutuklanmıştı. İzmir’de Ermeniler azdı. Oradaki asıl tehlike kalabalık Rumlardan gelmekteydi ve elbette sıra Rumlara da geleceği zaman, oradaki Ermenilerin de icabına bakılacaktı.

Bu kanlı plan büyük ölçüde 1922 yılında tamamlanacaktır. Konsolos Horton da 1922 İzmir’inde olanları şu sözleriyle özetler. Ermeniler’i yok etmek ve boş zamanlarda da Rumlar’la ilgilenmek üzere belli bir plan var gibiydi, Horton’un gözlemi Emmanuilis’in sözleri ile uyuştuğu gibi diğer gözlemcilerin yargıları ile örtüşmektedir. Altın vuruş İzmir sokaklarında 1922 Eylül’ünde tamamlanır. Bu konuda Türkçe’de tek derli toplu çalışma Majorie Housepian Dobkin’in geçen yıl yayınlanan 1922 İzmir’i, Bir Kentin yıkılması adlı çalışmasıdır. Majorie Housepian Dobkin’in, incelemesi 1922 yılı İzmir’ine odaklanmasına karşın geniş Osmanlı coğrafyasındaki Hıristiyan unsurlarının dalga dalga saldırılarla sistemli bir şekilde yok edilmesi ve kadim topraklarından kazınma tarihinin bir özetidir. O sadece 1922 İzmir’ini resmetmez o günleri naklettiği gibi, sonrasındaki olayları çeşitli kaynaklardan aktararak okuyucularla paylaşır. Bu bakımdan Türk kamuoyu İzmir katliamından yeni haberdar olmaktadır. İzmir katliamı da 1915 Soykırımın bir parçası olduğu gibi inkarın da bir parçasıdır. Yıllarca üstü özenle örtülen yakın tarihin karanlık noktalarından biridir.

1922 sonrasında kalabilenlerin tarihsel topraklarından kazınmasına ilişkin politikalar hız kesmeksizin devam eder: Mübadele adı altında kalanların tarihsel topraklarından zorla sökülmesi, II. Savaş yıllarında Amele taburlarının yeniden tesis edilmesi, Varlık vergisi adı altında gaspın yasalaştırılarak ekonomik ve kültürel jenocid’in sürdürülmesi, her şeyleri elinden alınan kadim halkların toplama kamplarında tecriti, 5-7 Eylül pogromu, 1964 Sürgünü…

Soykırımın en önemli sonuçlarından biri nüfusun homojenleşmesiyle birlikte ekonominin “Türk”leşmesi ile zenginlik Müslüman-Türk kesimine geçer. Ermenilerin, Rumların, Süryanilerin ve Pontosluların birikimlerine ve mallarının üzerine konmayan neredeyse kimse yoktur. Jöntürklerin meclis başkanı ve hariciye vekili, Kemalist dönemde de mebus tayin edilen Halil Menteşe’nin anılarındaki bu Soykırım işine katılmayan pek azdır yargısı önemli bir gerçeğe parmak basmaktadır. Birkaç yıl önce milli savunma Bakanı soykırımı aynı kelimelerle kutsar. Bugün Türk ve Müslüman sermayesi bu el konmalar üzerine yükselmiştir. Hangi zenginliğin üstünü kazısanız altında Ermeni, Rum, Süryani ve Pontos zenginliğinin gaspına rast gelmeniz şaşırtıcı olmayacaktır. Türk sermayesi itici gücünü 1915 soykırımından almıştır. 1915 sonrasındaki paylaşımlar ve devamında 1922 sonrasındaki tahsisler bu konudaki tek kaynaktır. 1920’li yılların ulusal gazeteleri ve dönemin kararnameleri bu konudaki örneklerle doludur.

Ayrı bir gerçeklik de Ermeni ve Rum zenginliği yanında bu halkların gen havuzuna el konulmasıdır. 1915 sonrası dahiliye nezaretinin mürür tezkerelerinin (bir çeşit iç pasaport) incelenmesi el koymanın boyutları ile ilgili fikir verecektir.

Ayrıca kurucu kadro tamamen jöntürk kadrosudur. İttihad’ın B kadrosudur. Bunların çoğunluğu da soykırım faillerinden oluşmaktadır. Bu coğrafyanın kadim halklarını bir şekilde kadim coğrafyalarından kazıyıp buharlaştıran bu kadro soykırım kurbanlarının birikimi üzerinde yükselip burjuvaziye dönüşmüştür. Soykırımda el konulup yastık altında duran birikimler Özal sonrasında Anadolu kaplanları adı altında islami sermaye olarak ortaya çıkan günümüzün ayrı bir gerçekliğidir. Bu gerçeklik aynı zamanda inkarın en önemli parçası ve gerekçesi olarak önümüzde durmaktadır. Bu aynı zamanda kurbanla alay edilerek Soykırımın başka bir yolla devam ettirilmesinden başka bir şey değildir. Bu durum sadece liberal ve islami burjuvazi ile de sınırlı değildir: Hasan Cemal dedesi Cemal Paşa’nın 1915’te durduğu yeri son kitabı “1915: Ermeni Soykırımı” başlıklı çalışması ile cesaretle açıklamıştır. Ahmet Türk de cesaretle dedesinin 1915 Soykırımı sırasındaki eylemlerini açıklayan cesaretli kişilerden biridir. Ancak açıklama yapması gerekenler sadece Hasan Cemal ve Ahmet Türk ile sınırlı değildir: Siyasi parti yöneticileri, yazarlar gibi kalburüstü kesimde biyolojik dedelerinin 1915’te nerede durduklarını açıklamalıdırlar. Bu konuda Patrik Zaven’in 1915 Soykırımının aktörleri (Exterminators) listesi kendileri için ipucudur.

Bu coğrafyanın kadim halklarının maruz kaldığı insanlığa karşı suç işlenmesinin bir karşılığı olması gerekir ki; bu bedel ödenmeden barışma söz konusu değildir. Buradan Soykırımın bedelinin istendiği, kan bedelinin istendiği sonucu çıkarılmamalıdır. İnsanlığın acılarını karşılayacak herhangi bir bedel henüz keşfedilmemiştir.

Atılacak ilk adım Soykırım kurbanlarının acılarını hafifletebilecek samimi olarak atılan bir adım olmalıdır ki, bu yükümlülük da kurbanlara düşmez, bu adım kurbanların atacağı bir adım değildir. Bu adımı Soykırım failinin atması bir insanlık borcu olarak hala üzerlerinde durmaktadır. Sözümüz ve çağrımız, özellikle biyolojik dedeleri Soykırımdan nemalanıp kendileri bu birikim üzerinde oturarak bugün özgürlükten bahseden batı’dan ve doğu’dan eşitlikçilik iddiasındaki siyasetçi ve yazarlaradır.

Bunun aynı zamanda tarihin 1915’teki donmuşluğundan, bir rehin alınmışlıktan kurtulmanın ve gerçek özgürlüğe doğru hareketin anahtarı olduğu unutulmamalıdır. Gereken sadece birazcık cesarettir o kadar…

Cesaretin olmadığını tabii ki biliyorum.

Ancak oynamak da yakışıksız, zihin açıcı olmak babında birkaç soruya cevap var mıdır:

HDK eş bakanı (nedense eşitliğe(!) rağmen erkekler başkan kadınlar “eş başkan” olur) Yavuz Önen’in dedesinin 1915’teki, Babasının 1942’deki konumu neydi? Bu konuda bir şey söylemek ister mi? Atalarının bu konumlarından dolayı edinilmiş gayrimeşru bir şeyler varsa bunları sahiplerine iade etmek gibi bir inceliğini gösterme cesareti var mı?
Süryanilerden özür dileyerek tapuları “Süryani cemaatine” iade seansları düzenleyen Berzan Boti dedesinin el koyduğu malları resmen sonuçlanıp iade işlemi tapu kayıtlarına geçti mi? Kısaca sonucu izledi mi?

Ermenilerden Süryanilerden Ezidilerden özür dileyen Ahmet Türk biyolojik dedesi Hüseyin Kanco adına mı özür diledi yoksa anlamsız soyut dedeler yani “Hamidiyeler” adına mı özür diledi ? Kasr-ı Kanco’nun mülkiyetine sahip olmaya dair de bir şeyler söylemek ister mi?

Alıntı

23 Nisan 2014 Çarşamba

BAYTAR NURİ’NİN ÖRTÜLÜ İTİRAFLARI

Bizim gençliğimizde Dersim’le ilgili yazılı kaynaklar yoktu. El altından kopyası dağıtılan Baytar Nuri’nin Kürdistan Tarihinde Dersim kitabı tek yazılı kaynaktı. Kitaplarda yazılanların çok önemli görüldüğü bir dönemde, bu kitapta yazılanlar tek doru olarak görüldü. Gerçi Baytar Nuri’nin söyledikleri halkımızın anlatımları ile uyumuyordu. Yalılarımız yazılanlara katılmıyordu. Biz yine de kitapta yazıyorsa dorudur anlayıındaydık.

Yanılmıyorsam, Baytar Nuri’nin yazdıklarına ilk eletiriyi Mustafa Düzgün ve Seyfi Cengiz yaptı. Dersim ile ilgili belge ve bilgiler çoalınca Baytar’ın dediklerinin doruluu tartıılmaya balandı.

Baytar Nuri’nin Hatıratım diye baka bir kitabı da var. Bu iki kitap birbirini tamamlıyor.

Dersim’i biraz bilen, dilini-kültürünü tanıyanlara bu iki kitabı yeniden okumalarını öneririm.

Ben yeniden okudum.

Baytar Nuri bir nevi itirafname yazmı. Ama itiraflarını perdelemi. Durumunu kurtarmak için hayali senaryolar icat etmi.

Kendisi yazıyor, Suriye’ye çıkana kadar devlet hizmetinde çalı. Hep özel emirlerle kurtarılmı. Kendisine payeler verilmi. Her gittii yerde çiftlikler hediye edilmi. Devlet adına Dersimlilere elçi olarak gönderilmi. Dersim airetlerini devletle barıtırmak istemi.

Sadece devletle deil, zamanın Kürt örgütleriyle de ilikisini koparmamı. Çok taraflı birisi. İki elinde üç boncuk saklamı.

Birisini devlete, birisini Kürtlere, birisini de Dersimlilere gösteriyormu.

Babasının Yolunda

Baytar Nuri’nin babasının devletle arası iyidir. Dersimlilere Türkçe öretmekle görevlidir. Ayrıca Mılla’lık yapmaktadır. Birinci görevi Türkçe öretmektir. İkinci görevi, eski yazıyı bildiinden ölümlerde Kuran okumaktır. Baytar’a göre, “Dersim genel airetleri arasında sülalemize mensup ahsiyetlerden baka katiyen hiç bir okur-yazar tahsil sahibi kimseye maalesef tesadüf edilmemitir” (Hatıratım, sf. 18) Anlaılıyor ki aile olarak devletle baları vardır. Babası Dersim valisi Kemahlı Saırolu Sabit’e methiye iirleri yazmı, hediye olarak da olu yatılı mektebe kaydedilmitir. (Hatıratım, sf. 26).



Elazı’daki mektebi bitirince Istanbul’a gider. Baytarlık mektebine girer. Yazdıklarına inanılırsa bu yıllarda Kürt örgütlerine katılır. Hatta hedef haline gelir. Gözden kaybolur. Dersim airetleri haberdar olurlar, Babıaliye iddetli protestolar gönderirler. Osmanlı idaresi de takibattan vazgeçer. (Hatıratım, sf. 35)
Aynı yıl Dersim’e ailesinin yanına gelir. Nedense Hozat’ta mutasarrıf olan Kemahlı Saırzade Sabit Bey’in övgülerine mazhar olur. (age, sf. 35)

Enteresan, hem Osmalı ile Dersimi karı karıya getirecek kadar önemli birisi, hem de nedense Dersim’e gelince Vali barına basıyor.
İnsanın içinden bu ne sevgi demesi geliyor.

Baytar Nuri Orduya Katılıyor

Baytar Nuri 1. Dünya Savaı sürecinde ordu hizmetine girer. Üç ay sonra 4. Ordu menzil müfettilii nokta baytarlıına zabit vekili rütbesiyle tayin olur ve merkez memuru olur (age, sf.79).

Bugünki dile çevirirsek, subaylık rütbesine kavumutur. Ayrıca merkez memurudur. Merkez memuru ne anlama geliyor belli deil. Muhtemelen istihbarat görevlilerine böyle diyorlar. Bu görevini çok iyi yapıyor. “erkanı harp binbaısı Ali Rıza Beyin son derece hüsnü teveccühüne mazhar oluyor.” (age, sf. 79) Kendisine taktirnameler veriliyor. Güya aynı zamanda da Kürtleri uyandırmakla çalııyormu. Takip ediliyormu. (age, sf. 80)

Baytar’ın kendisi ile ilgili yalanları bir yana, devlet hizmetini ödülsüz bırakmıyor.
Birinci dünya savaı yıllarıdır. Osmanlının ii zor. Ermeni örgütlenmeleri güçleniyor. Rus ordusunun igal tehlikesi var.

Hep söylenir, Osmanlı’da oyun çoktur. Dersimliler bölgede önemli bir güç. Hem airet kuvvetleri olarak dikkate deer güçleri var. Hem de corafik olarak Ermeni-Kürt-Türk çelikisinin merkezindeler. Osmanlı, Dersim’i yanına almaya çalıır. Aslında Dersim’i Rusların önüne sürmek ister. Zaten biliniyor. Henüz Rus Ordusu Erzincan’a gelmeden Osmanlı Ordusu Sivas-Malatya hattına geri çekildi. Bu süreçte Dersim’in aırlıı artıyor. Osmanlı Dersim’le barıık deil.

Dersim’in Alevi kimlii de dikkate alınarak Bektai Çelebi Cemalettin Efendi Dersim’e gönderilir. Kahramanımız burada da devreye girer, “ordu emriyle Çelebi Cemalettin Efendi’ye müavir” olur. (age, sf.84) Çelebi Efendi baarılı olamaz. Dersimliler Osmanlının elçisine güvenmezler. Yerine adamı Baytar Nuri kalır. Fahri Yüzbaı rütbesiyle Dersim’e gider. Emrinde 65 kiilik askeri müfreze vardır. Kısaca görevi udur: “airetlere nasihatta bulunmak, askeri güçlere saldırıyı önlemek.” (sf. 85) Baytar da baarılı olmaz. Kendi deyimiyle, “Dersimliler bildiklerinden amıyorlardı.” (sf. 85)



Dersimliler Baytar’ı Tutuklarlar

Görevini kendisi yazıyor.

Baytar Osmanlının 2. Ordu kumandanı Vehip Paa’nın huzuruna çıkar. Vehip Paa kendisine görevini açıklar.

Okuyalım:

“Çelebi Efendi’nin onayı gereince Dersim’de asayiin salanması ve airetlerin hükümet merkezlerine saldırı ve igallerini önlemek ve sava sonunda Kürtlerin milli isteklerinin yerine getirilmesinin salanması için ordu adına kesin söz verdiini bildirdi. Bu sözlerine ilavetende, ‘airet reislerine örtülü ödenekten verilmesi uygun görülen paranın daıtımı için idari yetki ile Dersim’e gitmem gerektiini bildirmiti” (Kürdistan Tarihinde Dersim, sf, 75).

Baytar devletin güvendii birisi. Örtülü ödenein Dersim’deki idari temsilcisi. Öyle her devlet memuruna bu ileri vermezler. Baytar, derin devlet, çekirdek devlet denilen kuruma balı olarak çalııyor.

Baytar Nuri’nin devlet adına elçilii istedii gibi gitmez. Koçan kuvvetleri onu tutuklarlar. Baytar’ı okumaya devam edelim.

“… Hozat merkezine gitmek üzere Ulukale bölgesine yetidiimde Koçan aireti tarafından abluka edilmitim, tabi teslim oldum. Airet reislerinden Hüseyin Aa, bizi teslim alarak, Dersim’e ne amaçla geldiimi ve nereye gideceimi bildiini bildirdikten sonra, beni ahsen tanımasına ve hatta aramızda kivrelik denilen ananevi ba mevcut bulunmasına ramen bizi silahsızlandıracaını ve milyonlara varan paraların yanımızda mevcut bulunduunu bildii halde buna el dokundurmayacaını sözlerine ekledi.” (KTD, sf. 75-76)

Koçanlılar silahları aldıktan sonra serbest bırakırlar. Baytar eski efi Vali Sabit’ın yanına gider. Örtülü ödenein parasını daıtmakla ilgilenir. Dersimlilerle askeri kuvvetler ve milis airetleri arasında Hozat çevresinde çatımalar olur. Baytar, bunu “çapulculuk” olarak adlandırır. Dersimliler Baytar’ı yeniden tutuklamak isterler. “Gönderdiim haberlere karılık olarak Hozat’dan çıkmam gerektiini, aksi taktirde Hozat’ı savunan airetlerle birlikte benim de katliama maruz kalacaım bildiriliyordu. Bu konuda beni kandırmak için, sava cephesinde bulunan babam, özel olarak bizzat Hozat merkezine gelmiti.” (KTD, sf. 76) Ama Baytar uyanıktır. Babasına da kanmaz. Baına gelecekleri bilir.
Bir süre daha Dersim’de ordu karargahında kalır. Airet reislerini Türk ordusunun planlarına ortak
etmek ister. Söylediine göre Kurmay Bakanı İsmet Bey’i ( İnönü) de ziyaret ederler. Dersimlilere hediyeler daıtılır. Airet temsilcileri hediyeleri red ederler. Sadece silahları alırlar. (KTD, sf. 77-78)



Baytar amacına ulaamamıtır. Yeni görevine atanır.

Baytar, Ermeni Jenosidini Türkler Lehine İnkar Ediyor

Baytar, Ermeni soykırımı ile ilgili de birbirini tutmaz açıklamalarda bulunuyor. Bazen Ermeniler katledildi diyor. Öteki söyledikleri bunu yalanlıyor.

Baytar’a inanacak olursak, Ermeniler Kürtleri jenosidden geçirmiler. ahidi de patronu İttihat- Terakki eflerinden Cemal Paa:
“Kürt kahramanları Sarıkamı cephesine kadar yürüyerek Ermenilerin tecavüzlerini uzaklatırmaya muvaffak olmulardı. Istanbul’da Kürdistan Teali Cemiyeti’nden almıs oldukları direktif dairesinde öz vatanları üzerinde Kürt kahramanı Cibranlı Miralay Halit Bey olduu halde Kürt ve Kürdistan tekilatı yapmaa balamılardı. Gerek bizzat gördüüm ve gerekse bazı Kürt zabiti vasıtasıyla yaptıım tetkikat neticesinde ve gerekse bazı Türk erkánı harbiye dairelerinin dosyalarına vukufum ve aldıım malumat üzerine ve hassaten Cemal Paa’nın hatıratında açıklanan yazı ve istatistikler mucibince harbin balangıcı olan 1914 senesinden 1919 senesi sonuna kadar Kürdistan’da vaki olan zaiyet, büyük çounluu Kürtlerden olmak üzere 1,5 milyonu mutecavizdir ki bu zaiyatın ekserisinin Ermeniler tarafından bilfiil gerçekletirilmı olan cinayetlerden ve katliamlardan ileri geldii kati surette tahakkuk etmiti.” (Hatıratım, sf.53)

Sıkıcı da olsa tekrarlıyalım.
Baytar, Erkanı Harp Dairelerine vakıftır. Bu dairenin bugünkü adı Genel Kurmay Bakanlııdır.

Cemal Paa’nın istatistikleri Baytar’ın kanıtıdır. Cemal, Talat, Enver Paalar Ermeni Jenosidinin planlayıcısı ve uygulayıcılarıdırlar.

Ermeniler 1,5 milyon Kürdü katletmitir. Demek istedii Ermeni jenosidi yoktur.
Hamidiye Alaylarının yaptıını da kahramanlık olarak göstermektedir.

Öteki kitabında ise bunun aksine, “… öteden beri Türklere kulluk eden bir takım soysuzların, Güney Kürdistan Kürtlerinden oluturmu oldukları Hamidiye Alayları, hala Türk kandırmalarına kapılmaya devam ederek ve Kürtlüün milli menfaatlerine aykırı olarak, karde Ermeni gönüllü tekilatlarına ve Rus Ordularına karı intihar savalarına devam etmilerdi.” diye yazıyor (Kürdistan Tarihinde Dersim, sf. 81) Baytar bunu hep yapıyor. Bir yerde dediini, daha sonra unutuyor. Ufak bir kurnazlık da yapmı. Hamidiye Alaylarının tamamına yakını Kuzey Kürtlerinden oluturulmutu. Baytar suçu Güney Kürtlerine atarak, arkadalarını korumak istemi.




Cezaevinden Çiftlie

Baytar deiik tutuklanmalardan bahsediyor. Istanbul’da, Sivas’da tutuklandıını söylüyor. Hep bir kurtarıcısı oluyor. Her ne kadar Dersimlilerin onu kurtarmak için harekete geçtiini söylüyorsa da, inandırıcı olamıyor. “Dersim airetleri ve Dersim valisi tarafından” (KTD, sf. 82) yapılan protestolar sonucu serbest bırakıldıını söylüyor.

Vali ve Dersimlilerin aynı anda Baytar’ın serbest bırakılmasını istemeleri mantıklı deil. Baytar, Dersim Valisi Saırolu Sabit’in adamıdır. Kefil olmutur. Bıraktırmıtır. Durumu açıa çıkmasın diye Valinin yanına Dersimlileri de yazıyor.

Yeniden tutuklanıyor. Güya Dersimliler harekete geçiyor. Demek ki Vali ilgilenmemi. Bu sefer ifre ile Mustafa Kemal devreye giriyor. “Mustafa Kemal Paa bir ifre ile tahliyemi Sivas Valisi Reit Paa’dan talep etti. Hemen tahliye edildim.” (Hatıratım, sf. 109)

Vali, küçük bir ricada da bulunmu. “… Dersimlilere nasihat vererek Ankara Hükümet’ine sadık kalmalarının teminine çalımamı rica etti.” (KTD, sf.94)
Ricasına karılık olarak bir de çiftlik hediye ediyor. (KTD, sf. 94)

Anlattıklarına bakılırsa Tekilat-ı Mahsusa takip ediyor. Hakkında raporlar var. Istanbul’dan Dersim’e kadar hep Kürdistan için çalı. Başı arısa Dersimliler iini-gücünü bırakıp onu kurtarmak için adeta hükümete sava açıyorlarmı. Çok önemli bir lidermi.

Ama nedense sürekli taktirnameler alıyor. Hatta Mustafa Kemal kendisine milletvekilliini öneriyor. (Hatıratım, sf. 106) Milletvekilliini almıyor, çiftliin baına geçiyor.

Bu, hizmetlerinin karılıında aldıı birinci çiftliktir.

Hamidiye Alayları Dersim’de

Baytar, Cibranlı Halit komutasındaki Hamidiye Alayının Pulur’a gönderilmesini de yazıyor. (KTD, sf.84) “Dersimliler, gerek alay kumandanın ahsına ve gerekse fertlerine karı iyi karılama gösterdiler ve hiç bir olay çıkmaksızın, alaya karı gelmeksizin Ovacık’a geldiler.”

Baytar’ın Ovacık dedii Pulur, Hamidiye’ye yabancı deildir. 34. ve 36 Hamidiye Alayları 1908’de Neet Paa Hareketi olarak adlandırılan saldırıda da yer aldılar. (Jandarma Umum Komutanlıı Dersim, sf. 151) Derê Semku denilen vadide iddetli çatımalar yaandı. İki tarafda kayıplar verdi. Ama Hamidiye fazla ilerleyemedi. Hamidiye Alaylarının Dersim’deki ismi Eskerê Kulıkini’dir. Kalleşlikleri ve gaddarlıkları ile anılırlar.


1919’da Hamidiye içeriye yönelmedi. Sava yıllarında ve sonrasında yıkılan Osmanlı idaresini Pulur’da yeniden kurdu. Bir dönem Pulur’da kaldılar. Türk idaresi kurulunca, yerini Osmanlı askeri kuvvetlerine bırakarak geri çarıldılar. Dersimlilerin, Hamidiyeyi „iyi karıladıını“ söylemek dahi Baytar’ın Dersim gerçeinden ne kadar uzak olduun gösteriyor.

Baytar Dersim’e Sıınıyor

Koçgiri Direnii yenilince, Koçgiriler İç Dersim’e sıınıyorlar.
Baytar da gelenlerin içinde.

Ama, O kendini Dersim’de yabancı hissediyor. Dersimliler onu sevmiyor.
„Gerek pederimin ve gerekse büyük ceddimin Molla Mehmet Ali Efendi ve amcamın Dersim airet reislerinin ahfad ve evladının çocuklarının tahsil ve ilim-irfanına hayatlarını vakf etmilerse de umumi noktayı nazardan airetler arasında bu ahsiyetlere laik oldukları derecede ehemmiyet, itibar ve takdiri göstermiyorlardı. Aralarında hoca (mulla) tabiri maalesef adeta tahkir konusu oluyor ve hatta kıymetsiz bir ey gibi telakki ediliyordu. Bittabi ben de aynı hoca, mulla ahfadının bir evladı idim. (Hatıratım, sf. 120)
Dorusu Dersimliler ne kadir-kıymet bilmez insanlarmı.
Soyu-sopu Dersim’i aydınlatmak için çalı, kendisi o kadar ayaklanmayı yönetmi, Dersim’i temsil etmi, boynunda idam cezası var, kendisine itibar etmiyorlar.
Bu iin bir hikmeti olmalı.

Adam hem Seyit Rıza’yı temsil ediyor, Dersimliler onun için gecesini-gündüzüne katıp Ankara’ya-Istanbul’a protesto telgrafları çekiyorlarmı, hem de kendisini, “adamdan geri, bilmem hangi sınıfa dahil” ediyorlar. (Hatıratım, sf. 122)

Baytar öyle mehurdum, hereyin planlayıcısıydım övünmeleri arasında, zaman zaman kalemine hakim olamıyor, Dersimlilerin O’nun hakkındaki hükmünü de itiraf ediyor.

Baytar, Seyit Kemalu aireti nezdinde bulunan Dersim airetlerinin Seceresi’ni görüp-okumak ister. Göstermezler. Kitabında bundan ikayetçidir. Dersim Soykırımında Secere’yi Nazmi Sevgen gasp eder. Baytar’ın kitabını yayınlayan Mehmet Bayrak’ın yorumu da ilginç.

ecere’yi N. Dersimi’ye açmayan anlayı, Dersim katliamına bizzat katılan Jnd. Albay Nazmi Sevgen’e vermek zorunda kalıyor” (Hatıratım, sf. 138)
M. Bayrak hangi anlayıı eletiriyor?
Dersimliler güvenmedikleri bir kiiye, kendilerince kutsal sayılan belgeleri neden göstersinler?




O’nu kendilerinden görmüyorlar.
Nazmi Sevgen’e gelince, kimse O’na bir ey vermedi. Soykırım sürecinin sonucudur. Topraklarımız igal edildi, katledildik, maddi-manevi olarak talan edildik.
İgalciler bize ait ne varsa gasp ettiler.

M. Bayrak ne demek istiyor, yoksa, bakın ne hale dütünüz, diye halkımızla alay mı ediyor, pek belli deil.

Baytar Yuvaya Dönüyor

ıx Sait önderliindeki Zaza Direnii yenilmistir. Dersim, Direniten dorudan etkilenmese de direnile ilgilidir. Direnii destekledii gerekçesi ile Hesen Xeyri idam edilmitir. Bazı Dersim airetleri Direnie karı çıkmılarsa da, Dersim, Direnie katılmadıı gibi karı da çıkmamıtır. Hatta Koçan kuvvetleri dolaylı destek vermitir. Arı bölgesinde Kürt Direnii filizlenmektedir. Kemalist rejimin zamana ihtiyacı vardır. Dersim’e topyekun saldırı için uygun zamanı beklemekteler.

Bu arada Dersim airetlerini oyalamak, bazılarını yanına almak, airetleri birbirine kıkırtmakla meguller.

Bu amacla Diyarbakır valisi Ali Cemal, Elazı valisi Rıza, askeriyeden İzzettin Paa Dersim’e gelirler. Vali Ali Cemal, Atatürk’ün emriyle geldiini söylemektedir. Xozat’ta görümeler olur. Vali Ali Cemal, „.. benim dahi(Baytar) Dersim’den çıkarak Elazı’da oturmamın yetkililerce gerek görüldüünü ve hiç bir sorgu ve sorumlulua uratılmayacaımı ve yakın zamanda bu duruma dair özel bir karar dahi çıkarmaya söz verdiini sözlerine ekledi.“ (KTD, sf.129)

Çaresizdir, yetkililerce gerek görülmüse, ne yapsın. Memurdur. Amirlerine karı mı çıksın.

Ama, O, ii kılıfına uydurmak istiyor, „Seyit Rıza, Alier ve ben, Dersim’den çıkmam konusundaki teklifi aramızda görütük ve neticede; Seyit Rıza Elazı’a gelemeyerek sürekli olarak Dersim’de kalacaından, benim hayatımın Elazı’da güvenli kalacaı kanısına vararak Elazı’a gitmeme karar verdik.“ (KTD, sf,129)
İnsan ne diyeceini saırıyor.

Baytar’ın hayatı Dersim’de güvende deil, Elazı’da güvende. Dorudur, kii nereye aitse, orda kendini güvende hisseder.

Gerçekte Koçgiri’den kurtulanların Dersim’de kalmaları Kemalist rejim açısından hep sorundur. Ama Dersim baht ülkesidir. Dersim’e sıınan geri verilmez. Hayatı garanti altındadır. Baytar sıınmamı, gönderilmitir. Zamanı gelince de geri çaılmıtır.



Baytar Elazı’a gelir. Vali kendisini misafir eder. Holvenk manastırı da kendisine tapulanır. (KTD, sf. 129)

Bu kazandıı ikinci çiftliktir.

Bu çiftlik meselesi çok ilginc. ıx Sait Direnisi’nde de içerden ibirlii yapan Binbaı Kasım aynı ekilde ödüllendirilmiti. Baytar’ın konuya ilikin yorumu öyle. „eyh Sait ve 47 savaçı airet reisleri de Diyarbakır’da 4 Eylül 1925’te idam edilmilerdir. Yalnız Cibranlı soysuz ve hain binbaı Kasım serbest bırakılmı ve ihanetine mükafat olarak kendisine Anadolu’da toprak verilmitir.“ (KTD, sf.124)

Binbaı Kasım ihanet ettii için, Baytar da savaı için ödüllendirilmi.
Ali Cemal’in “gizli ödenek parasından yüklü harcamada bulunmasın”ı anlatır. Kendisinin çiftlik dıında ne aldıını yazmaz.

Hani Koçgiri direniini yönetmiti. Kürdistan bildirileri yazmıtı. Görümelerde temsilci olmutu. Hakkında idam kararı vardı.

Dorusu Kemalist rejim ne kadar kendini aırmı. Savalar yönetmi, örgütler kurmu, idam cezasına çarptırılmıs birisini ba tacı yapıyor.

Uzlamacı Hesen Xeyri’yi asıyor, savaçı Baytar’ı ödüllendiriyor.
Baytar’ın bir eli yada, bir eli baldadır. Vali, komutanalarla içki alemlerinde gününü gün etmektedir. Türklere baka bir hikaye, Dersimlilere baka bir hikaye, Kürtlere baka bir hikaye anlatmaktadır. Kendi deyimiyle, “ipte oynayan cambaz”dır. (KTD, sf.130)
Baytar yeni görevine hızlı balar.

İdamlık Baytar Ankara Yolunda

Efendilerine güven vermek için Dersim airetlerini Ankaraya’ya, Diyarbakır’a götürmeye çalıır.

İlk yolculuk Ankara’yadır. Dediine bakılırsa, kervanı İbi Zeki ayarlamıtır. Kendisinin rolü yoktur. Nedense Vali Cemal kendisini de heyete katmıtır.
Ankaradakiler bu gözü pek savaçıyı yakından tanımaya karar vermilerdir.
Bazı airet ileri gelenlerini de yanına alıp Ankara yoluna düerler. Bu heyetin bir adı da „saygı heyeti“dir. (KTD, sf. 138) Heryerde balolarla, ziyafetlerle karılanırlar. Ankara’da Meclis Bakanı Kazım Paa ile, İsmet Paa ile görüürler. Her ne kadar Seyit Rıza ve öteki liderlerin gelmemesi heyetin gücünü zayıflatıyorsa da, bata Baytar olmak üzere heyete, Gazi’nin ziyaretten duyduu memnuniyeti iletirler.




„Heyet Ankara’dan Dersim’e dönmü, ben bir kısım arkadalar ve vali Cemal Istanbul’a gitmitik.“ (KTD, sf, 131) Bu arada Ankara’da Türkçülük, Istanbul’da Kürtçülük yapar. Kadri ve Cemil Paazadelerle gizlice görüüp, „Dersimlilerin Ankara Hükümetiyle siyasetin gerei yaptıkları ilkilerin gayesini açıkladım ve milli haklarımızın gerçeklemesi için sonsuza kadar çalıacaımıza dair Dersimliler adına Genel Merkeze bildirilmek üzere bir yazılı belge imzalayarak kendisine verdim.“ (KTD, sf130-131)

Ancak Anakara’da hangi belgeyi imzaladıını söylemez.
Türk rejiminin merkezi ile görüünde halá idama mahkumdur.
İdama mahkumdur, ama sava kazanmı komutan gibi karlanır.
Vali ve komutanlarla ortak geziler tertipler, özel görümeler yapar.
Burada bir parentez açalım. Celal Bayar, Atatürk, Dersim’de milisleri dahi isimleri ile tanırdı, derken haksız deildir.

Ankara’da Koçan’a Karı Sava Kararı Çıkar

Ankara ziyareti sonuçsuz kalmaz. Devlet Koçan’a saldırı kararı almıtır. ( Zazaca’da airetin adı Qocan ya ki Qocu’dur) Dersim’i parça parça yutmak niyetindedir. Ziyarete katılan bazı airetler milis olurlar. Kimisi tarafsız kalır. Koçan her yönden kuatılır.

Dersim’e Batıdan saldırıldıında Koçan geçilmez kaledir. Genelkurmay, “Öteden beri Dersim’in yenik olmayan aireti ve milli kahramanları adını taıyan Koçuaı” diyerek bunu kabullenmitir. (Genel Kurmay belgelerinde Kürt İsyanları cilt. 1, sf. 259)
O günkü koullarda Kemalistlerin Koçan’ı tek baına yenmeleri zordur. Ya da büyük kuvvetlere ihtiyac vardır. Arı’da Kürt Direnii balamıtır. Bunun için askeri kuvvetlerin yanında yerli milislere de ihtiyac duyarlar. Çemigezeg’in Kürt ve Türk köylerinden milisler toplarlar. Bunlar yetmez, Koçan’la çelikisi olan bazı airetleri de ibirliine katarlar. İbirlii yapan airet reisleri Ankara heyetine de katılmılardı. Milislik yapan airetler kendilerine Baytar’ı komutan seçerler.

Alier ve Baytar Karı Cephelerde

Alier ve gurubu Koçgiri’den sonra uzun dönem Koçan bölgesinde kalmılardır. Daha sonra Alier arkadaları ile birlikte Seyit Rıza’nın yanına gitmitir.

Anılarında, kendisini her vesile ile Alier ile ilikilendirmek isteyen Baytar, 1926’da Alier’in de içinde olduu Koçanlılara karı savatır.





Vali Cemal, Baytar’ı da yanına alıp Pulur’a gelir. Munzur gözelerinde airetlere
Koçan’a karı sava için yemin ettirmek ister. Bazı airetler ibirliine yanamazlar. Gönülsüzdürler. 24 saatlik zaman isterler. Sonunda bazıları milislii kabul eder.
Baytrar’ı dinleyelim:

“… Vali Cemal benim kendisinden ayrılmama fırsat vermiyordu ve ben de üpheye meydan vermemek için kendisinden ayrılamıyordum.

Kürtler (Dersimlileri kastediyor-benim notum), Koçan aireti cezalandırıldıktan sonra, dier airetlerin de birer bahane ile aynı sonuca getirileceklerini tamamen sezmilerdi. Antlama için istenilen yirmi dört saatlik izinden gaye, bir red cevabı vermek için deil, Koçan airetine yardım için gereken araçları temin etmekti. Bu araçlar, istenilen müddet zarfında salandıktan sonra, Koçan airetinin cezalandırılması savaına katılacaklarına dair vali Cemal’a uygunluk cevabı verilmiti. Bu cevapta u artlar ileri sürülmütü:

Ovacıklıların tutacakları cepheye Türk askeri gönderilmemesi….
Ovacık cephe komutanlıının, benim sorumluluuma verilmesi….
Ali Cemal….. ileri sürülen artları kabul etti.” (KTD, sf. 133)

Baytar burada dolaylı da olsa askeri kimliini açıklamaktadır.
Dersimlilere karı Türkler adına cephe komutanı olduunu söyler, ama yaptıkları konusunda ketum davranır.

Baytar, “Vali’nin tekliflerine karı gelmemek planımız gereinden idi” (KTD, sf. 132) diyerek Vali’nin teklifleri dorultusunda çalıını da itiraf ediyor. Kim kendisine demi, git Vali’nin emrinin altında çalı. Bu „planı“ kiminle yapmı. Vali’nin her emrini yerine getirmi mi, ya da baka hangi emirler almı, bunları yazmaz. Aslında, bu itiraf çok taraflı çalıının da kabulüdür.

O’nun yardım-mardım hikayesi palavradır. 1926’da milisler eliyle Koçan köyleri yakıldı. Mallarına el konuldu. İnsanlar katledildi. Baytar’ın yer aldıı kuzey gurubu, güney’deki Kürt ve Türk milisleri kadar baarılı olamadılarsa da, zor anlarda, kuzey geçitlerini tutarak airetin hareketini sınırladılar. Koçanlıları çembere aldılar.
Genelkurmay belgelerinde Baytar’ın komutanlıını yaptıı kuzey milisleri hakkında bazı bilgiler var.

„ 11 Kasım günü, Erzincan müfrezesi ile emrine verilmi bulunan Ovacık milisleri saat 12.00’de Bresor( dorusu Barasor’dur-bn) gedii ile Deveboynunu herhangi bir direnme ile karılamadan igal ettiler. Saat 15.00’de Ovacık milisleri Yılan



daının en dousundaki Zirveyi, 11. Alaydan iki makinalı tüfekle takviyeli bir bölük de, Yılan daının kuzey ve dousundaki tepeleri igal ettiler. Bu suretle Üç tepelerle Karatepe arasında irtibat salanmı oldu. 10. ve 13. Alayların Kurudere ve uzanımını igal etmesiyle, asiler dar bir sahaya sıkıtırılmı oluyordu.“ (Genel Kurmay Belgelerinde Kürt İsyanları.Cilt.1, sf. 254)

Koçan saldırısı Eylül’de baladı, Aralık’a kadar devam etti. Koçanlılar kahramanca direndiler. Köyleri yakıldı, mallarına el konuldu, ama yenilmediler.

Genelkurmay’ın açıkladıı rakamlara bakalım.

„Koçusaı tedip harekátının balangıcından bu yana, Kuzey Cephesi Birliklerinden (10., 13. Alaylar), bir subay, 31 er sehit, bir subay, 53 er yaralı verilmi, ayrıca 10 er de kaybolmu ve buna karılık asilere bir hayli zayiat verdirilmi ve 1084 küçük ba, 342 büyük ba hayvan ganimet alınmıtı.“ (adı geçen eser, sf.261)

Bu rakamlar da tümüyle doru deil. Çatımalarda milislerden de ölenler ve yaralananlar var. Genelkurmay, onları „kayıp“tan saymıyor. Koçanlılar ise ölülerini igal kuvvetlerine vermediler.

Saldırının amaclarından birisi de ganimet elde etmekti. Bunu da itiraf ediyorlar.
Koçan igal harekátını daha sonra Van’da 33 Kürt köylüsünü kuruna dizmekle tanınan Mustafa Mulalı ve Vali Ali Cemal yönetti. Baytar, siyasi olarak Vali’ye, askeri olarak Mustafa Mulalı’ya balıydı..

Koçanlılar ise Qopo Usên, Nuro, Sêtxan Aa, Hemed Aa, İbraimê Ebıli, Sıleman Aa, Koçgiri Gurubunun baında da Alier’le birlikte direndiler.
Baytar, Alier’le karı cephelerde savaını yazmaz.

Nuro Asılıyor

Baytar saldırıdan sonra Elazı’a döner.
Koçan’a karı askeri baarı elde edememilerdir.
Eski yola, görüme adı altında airet reislerine tuzak kurarlar.
Koçan’ın önderlerinden Qopo Usên’in abisi Nuro’yu görüme tuzaına düürüp tutuklarlar.

Elazı’da mahkemesi yapılır.
Mahkeme’de Diyap Aa’nın olu Veli Aa Nuro’ya karı şahitlik yapar. Burada aıza alınmayacak hakaretlerde bulunur. Nuro 1927’de Elazı’da asılır. (Bu tarih tam net deil. İdamın 1928’de olduunu söyleyenler de var.)
Aynı yıl Veli Aa Çemigezek’de Qopo Usên kuvvetlerince öldürülür.


Veli Aa 1926’da Baytar’la beraber Ankara giden Saygı Heyeti’nin içindeydi. Koçan’a saldırı balayınca milislik yapan airetleri örgütlemede öne çıkmıtı.
Ankara ziyareti, Koçan saldırısı, bazı airetlerin milislik yapması, Baytar’ın milis kuvvetlerine komutan seçilmesi, Nuro’nun asılması birbirine balıdır..
Nedense, Baytar bunlardan bahsetmiyor. Hatırlamak istemiyor. Belki de, yazarsa kendi rolü de belli olur diye unutmak istiyor.

Baytar’ın Hatıratım’ına notlar düen Mehmet Bayrak’da „olayı bilmiyor“.
Ankara kafilesinin toplu bir fotarafı da kitapda var. M. Bayrak resimdekileri tanıtırken, Baytar için, „Seydan aireti umumi mümessili Dr. Nuri Dersimi.“ (Hatıratım, 55 nolu dipnot, sf. 233) diyor.

Baytar’ın böyle bir sıfatı yok. Ankara kafilesine katıldıında idama mahkumdur. Ama
çiftlikle ödüllendirilmitir. Devlet memurudur. M. Bayrak biliyorsa, Baytar’ın „umumi mümessili“ diye gösterdigi Seydan airetini bize anlatmalıdır.

Qocu, Khewu, Khalu, Mexsudu, Arslanu airetlerinin de içinde olduu bir gurub airete toplu olarak Seydan aireti denilir. Bu, airetler arasındaki baı, akrabalıı analatan geleneksel anlatıma dayandırılır. Baytar Nuri’nin bu airetlerle herhangi bir ilikisi yoktur. Zaten Ankara dönüü Koçan’a karı savaa katılmıtır. Devlet adına komutandır. Böyle birisi nasıl Koçan’ın da içinde olduu airetlerin „umumi mümessili“ olabilir.

Baytar Elçilie Devam Ediyor

Dersim’e karı hazırlıklar devam etmektedir.
Son saldırıyı yapmak için zamana ve örgütlenmeye ihtiyaçları var.
Umumi Müfettilikler kurulmutur. Umumi Müfetti bir nevi sömürge valisidir. Dersim, Birinci Umum Müfettilik bölgesine dahil edilmitir.

Airetleri oyalayıp, Dersim’i içten parçalamanın yollarını arıyorlar. Aynı zamanda Dersim’i yakından tanımak için her alanda istihbarat çalımalarına hız verdikleri anlaılıyor.

Birinci Umum Müfetti, Elazı Valisi Ali Cemal’i Dersim’e gönderiyor. Seyit Rıza ile görümek istiyor. Seyit Rıza görümeyi kabul ediyor. Baytar da gidiyor. O, her ne kadar Seyit Rıza istedi diyorsa da, devlet görevlisidir, bir nevi „devlet temsilcisi“dir, görümelerde bulunması gerekiyor.(KTD, sf. 137)

Anlaılan Seyit Rıza’yı kandıramıyorlar. 1929’da Umum Müfetti İbrahim Tali, Baytar’ı Diyarbakır’a çaırıyor. Kendisine Özel İdare’den 570 Lira veriyorlar. O, bunu „bir alacaı“ı yapıyor. (KTD, sf. 138)

„Yola çıktım. Diyarbakır’a vardıımda İbrahim Tali’ye misafir edildim”. (age, sf. 138)



Önemli adamdır. Kendisini hep valiler, paalar misafir ediyor. Umum Müfetti kendisine Dersim hakkındaki istihbarat raporlarını okuyor. Bo yere okumuyor.
“Siz Dersim’in aydın ahsiyetlerinden birisi olduunuzdan, sizi Dersim’e göndereceim, orada bölgeniz halkı ile iliki kurarak bu meseleler hakkında fikir ve amaçlarının ne olduunu bana bildirmelerine aracılık etmenizi memleketinizin gelecei adına sizden beklerim dedi.

Bu teklifi kabul ettim ve İbrahim Tali’den ayrıldım.“ (age, sf. 139)
Artık Umum Müfettiin temsilcisidir. Airet reislerini Diyarbakır’a taır. Hozat’dan Müfettie telgraf çeker. Bazı airet reislerini de yanına alıp Müfettiin huzuruna çıkarlar. Heyet olarak müfettile görüürler. Baytar, aynı aksam Müfettile tek baına görüür. Baytar’ın anlattıklarına bakılırsa Seyit Rıza hakkında konuurlar.
Ertesi gün veda ziyaretine giderler. (Ne büyük ak, mutlaka ayrılırken Baytar’ın gözleri yaarmıtır). Heyetteki her kiiye biner lira verilir. Seyit Rıza’ya da iki bin lira gönderilir. Kendisine ne kadar verildiini yazmaz. (sf. 140)

Sivas Yollarında

Güya Baytar hakkında idam kararı vardır.
Nedense kimsenin aklına gelmemektedir. Gerçi, O’nu Elazı’a çaıranlar, „hiç bir sorgu ve sorumlulua uratılmayacaı“ nı, „yakın zamanda bu duruma dair özel bir karar dahi çıkarmaya söz„ vermilerdir. (KTD, sf. 129)
Sorgu-suale uramaz, ama özel karar da çıkmamıtır.
Atına biner. Kimseye haber vermez. Sivas yollarına düer.
„Sivas merkezinde idim, adlarını saklı bırakacaım Kürt aydınlarıyla görümeye baladım. Bu arada hakkımda gıyaben verilen karara itiraz ederek yüzüme karı muhakemenin yapılmasını istedim. Aleyhimdeki gıyabi hükmün çıkmasından sonra, bir çok af kanunları çıkmı ve mesele zaman aımına uramı olduundan dolayı, yüzyüze yargılama yapılmasına gerek görülmediinden mahkemeden buna dair bir karar sureti aldım“ (KTD, sf. 148)

Ne güzel hikaye etmi.
Acaba Alier’in davası niye “zaman aımına” uramıyor?
Hangi „af kanunu“ çıkmı?
Hesen Xeyri niye asılıyor?
Nuro niye asılıyor?

İstiklal Mahkemeleri denilen ölüm mahkemelerinde insanlar Türkçe bilmiyor diye idam ediliyorlar.




Savalar yönetmi Baytar Nuri’nin davası bir gecede zaman aımına uruyor.
Gerçekte ise O’nu Elazı’a geri çaırdıklarında „özel bir karar“ çıkaracaklarına dair söz vermilerdi. Sözünü tutmular. Belki de bu kararı geciktirerek Baytar’ı istedikleri gibi çalıtırmılardır.

Sivas’tan Elazı’a dönerken yine tutuklanıyor. Yine bırakılıyor. Elazı’a gönderiliyor. Güya savcılıkta sorgulanıyor. Bırakılmasına karar veriyorlar. Kendisinden dinleyelim:
„Genel Müfettilik, Seyit Rıza’yı teskin etmek amacıyla savcılıa gönderdii gizli bir emirle, ie kanuni bir merasim süsü vererek, sorumsuzluk kararıyla bırakılmamı emretmi ve durum Dersimlilere dahi bildirilmiti.“ (KTD, sf. 155)

Baytar’ı hep gizli bir el koruyor. Önce tutukluyor, sonra serbest bırakıyor. Her vesileyle de Dersimlilere haber veriyor. İe „kanuni bir süs“ vermeyi de unutmuyorlar. Amac, Baytar’ın durumunun açıa çıkmasını engelemek ve Dersimlileri üphelendirmemektir.

Dersim Karıınca Baytar Ankara’ya Sıınıyor

„1932 yılı ortalarında Dersim’de yine kaynama balamıtı. Her ihtimale karı tedbirli bulunmak için Ankara’ya gitmek zorunluluunu duydum.“ (KTD, sf. 157)
Baytar’ın dediklerine ne demeli, neresinden balamalı.

Kendisini Seyit Rıza’nın temsilcisi, Dersim’in savunucusu ilan ediyor, Dersim’de kaynama olunca, Dersim’e deil, Anakara’ya gidiyor. Artık hakkındaki idam kararını da kaldırmılardır. İyice göze girmek, güven vermek istiyor. Belki de Ankara yönetimine dorudan rapor veriyor. Her ne kadar „vazifeye tayin“ için gittiini söylüyorsa da inandırıcı olamıyor. Ankara yolculuunun asıl gayesi „Dersim’deki kaynama“dır. Ankara’ya gitmiken, urayı Devlet’den aklanmasına dair yeniden karar çıkartıyor. urayı Devlet oy birlii ile, „zaman aımına uramıtı, „her nasılsa idam hükmü yüzüne karı okunmamıtır“ gerekçesi ile „giyabi kararın ortadan kalktıı“ sonucuna varıyor. (KTD, sf. 158)

Baytar; emrine girdii Kemalist rejimin kullandıı insanları da ortadan kaldırdıını biliyor. Bildii için, büyük yerden, Anakara’dan güvence arıyor.

Baytar ın, Diyarbakır-Elazı-Ankara arasında mekik dokuduu yıllar, Kemalist rejimin Dersim’in ölüm fermanını verdii yıllardır. Kemalist rejim son darbeyi vurmak için siyasi, idari, askeri hazırlıkları yapmaktadır.








Baytar yönünü Dersim’e deil, Ankara’ya çevirmitir.
Zaten O, yıllar önce kendisi için „Dersim’de can güvenlii“ kalmadıı sonucuna varmıtı. (KTD, sf. 129) Belki de durumunun açıa çıkmasından korkmutu.

Baytar Suriye’ye Çıkıyor

Dersim’e karı topyekun saldırı balamıtır.
Köyler bombalanıyor, yakılıyor. Dersim askeri abluka altındadır. Türk parlementosundan ölüm emri, „çıbanı kesin“ emri çıkmıtır.
Baytar, Elazı’dadır.

Türk rejiminin ne yapacaını yakından biliyor. Anlattıklarından anlaılıyor ki, O’nu kullananlar, kendisine güvenmemektedirler. Belkide 1926’da olduu gibi dorudan savaa katmak istiyorlar.
Çareyi kaçmakta bulur.

“Milletin karı kaldıı feci durumu dünya kamuoyuna bildirmek gerekiyordu. Bu nedenle , bu ödevi üzerime almayı kendime bir borç bildim ve 11 Eylül 1937’de Türkiye sınırlarından dıarı çıktım” (KTD, sf. 194)

Karar kendisine aitdir. Baka bir yerde de, Seyit Rıza’nın kendisine „her ihtimale karı Türkiye dıına çıkmasını“ söylediini yazıyor. (KTD, sf. 177)

Baytar 11 Eylül 1937’de Suriye’ye çıkıyor.
1937 yazında Sahan Aa Türk idaresi tarafından satın alınmı milisler eliyle öldürülüyor.
Alier ve Zarife katlediliyorlar.

Usenê Seydi, Cıbrail Aa, Fındık Aa’nın da içinde olduu çok sayıda Dersim lideri Elazı’da esirdirler.

Seyit Rıza görüme tuzaına düürülerek 10 Eylül’de Erzincan’da tutuklanıyor.

Türk İstihbaratıyla İlikisi Devam Ediyor

Suriye’ye çıktıktan sonra da Türk istihbarati ile ilikisini koparmıyor.
Baytar Nuri Suriye’den Ürdün’e geçiyor. Ürdün’de Türk konsolosu Celal Karasapan kendisiyle ilikiye geçiyor. Türkiye’ye dönmesini ve Kütahya’ya yerlemesini öneriyor. Anlaılan, Baytar artık Türklere güvenmiyor. Yine de durumu idare ediyor. Hatta kendisini Kütahya’ya çaırdıkları için teekkürlerini iletiyor. Yıl 1939’dur.



Türk Bakonsolosu, „ama bundan sonra dı devletlerle ve özellikle Ermeni Tanaklarla iliki kurma“ diyerek öütte bulunuyor. (Hatıratım, sf. 200-204)

Baytar, bu görüsmeleri Ürdünlüler istiyor diye yaptıını söylüyor.
Celal Karasapan’la ilikisini bitirmiyor.
Suriye vatandaına geçince konsolosla yeniden görüüyor. Konsolos, „Suriye uyruuna geçiini tenkit“ ediyor. Çok nazik bir iliki.

Türk istihbarati ile ilişkisi hakkında fazla bilgi vermiyor. Sadece takip edildiini söylüyor.

İlikisini koparmadıını dolaylı olarak itiraf ediyor. “.. Idlib’de vazifede iken Mustafa katip ismindeki bir Türk casusu da gelip gitmekte iken bir gün yanımdan azarlayarak kovmutum.” (Hatıratım, sf. 215)

Bu gelip gitmelerin nasıl baladıını, bu ilikinin hangi amaçla sürdürüldüü hakkında bir ey söylemiyor.
Çok taraflı çalısmayı meslek edinmi Baytar uzun yıllar Türk kartını da yedekte tutuyor.

Dersim Ne İstiyordu?

Dersim ne istiyordu? Niçin direniyordu.
Dersim’in de facto özerklii vardı.
Bu özerkliin yapısı, alanı daralıp genilese de, Dersim bir nevi iç islerinde özerkdir. Devletin belli merkezlerde kurumları vardı. Az sayıda da olsa askere de gidiyorlardı. Devlet, tam istedii gibi olmasa da vergi de topluyordu. Ama devletin hükmü sınırlıydı.

Osmanlının son döneminde balayan ve Cumhuriyet’le birlikte devletin temel özellii haline gelen merkezileme, mutlak idare, Dersim’in statüsüyle çeliiyordu. Cumhuriyet merkezilemeyi ırkçı bir milliyetçilikle birletirince, Dersim, devlet için çıban oldu.

TC.’ni kuranlar ilk günden itibaren, Dersim’i „sorun“ olarak gördüler.
Dersim, statüsünü korumak istiyordu, devlet, Dersim’i tasfiye etmek istiyordu.
Baytar Nuri, Dersim’i anlatırken yanlızca kendisine hayali payeler biçmekle kalmıyor, Dersim’in isteklerini de keyfine göre deitiriyor.

Baytar’ın iddiasına göre, Seyit Rıza kendisine „imza benim, fakat umum Dersim namına sana selahiyet veriyorum. Her ne suretle yazarsanız, yazınız“ demitir. (Hatıratım, sf. 112)

Birincisi Seyit Rıza, Dersim’in saygın liderlerinden birisidir. En azından ittifak yaptıı airetlere sormadan, onların onayını almadan Dersim adına kimseye yetki vermez.


Dersim’in iç hukuku vardır. Hiç bir airet kendisini tek baına Dersim’in sahibi
görmez. Dersim’i Dersim yapan ana özelliklerden birisi de O’nun çoulcu yapısıdır. Dersim de ileri çıkmı, saygı duyulan, manevi aırlıı olan liderler vardır.

Ama Dersim’in tek bir lideri yoktur.

İkincisi, Dersim’de hükümete telgraf çekildiinde, talepte bulunulduunda bir airetin deil, mümkün mertebe çok sayıda airetin imzası atılır. Hiç bir airet, kendisini devletin tek hedefi haline getirmek istemez.

Dahası, bu durum Koçgiri Direnii’nin yenilgisinden sonra gündeme geliyor. Dersime sayıları bini bulan kitle sıınmıtır. Dersim, Koçgirilerin yurduna dönmesi için hükümete baskı yapıyor. Ben, bu yazımaların(Koçgirilerin geri dönmesi ve cezalandırılmamaları ile ilgili) tek baına Baytar’a verildiini de inandırıcı bulmuyorum. Zira, aynı dönemde Alier’de ordadır. Koçgiri ileri gelenleri de ordadır.
Belki de, Baytar devletle olan ilikisinden dolayı bir nevi „aracı“ olmutur.
Biliniyor, Baytar Nuri 1921-26 arası Dersim’de kalıyor.

Türk Hükümeti kendisini göreve çaırınca da Elazı’a dönüyor.
Devlet memurudur. Dersim’e ya Vali’nin elçisi, ya Mustafa Mulalı’nın komutanı, ya Birinci Genel Müfetti İbrahim Tali’nin görevlendirmesi ile geliyor. Eer temsilci sayılırsa, devletin temsilcisidir. Devlet denetimi ve yönlendirmesi altında Dersim’e karı görevlidir.

Her ne kadar bu durumu gizlemek istiyorsa da verdii ip uçları, kendi anlattıı hayat hikayesi bunun kanıtıdır.

Baytar Suriye’ye çıkınca Dersim adına yabancı devletlere açıklamalarda bulunur. Yazdıı ikayetnamenin altına da Dersim airetlerinin isimlerine yazar, imzalar. (KTD, sf. 194-197)

Bir baka bildirinin altında ise, Dersim Generali Seyit Rıza’nın ismi var.
Bildirin tarihi 30 Temmuz 1937’dir.

Bu bildiriyi muhtemelen Xoybun yazmıtır. Bildirinin dilinden anlaılıyor. Dersim’in sorunlarından çok, Kürt milli davası gündeme getirilmi. Dersim direnii vesile edilerek, Kürtlerin istekleri uluslararası komuoyuna iletilmi. Bildirinin yapay olduu Seyit Rıza’ya verilen ünvandan da anlaılıyor.
Dersim’de General unvanı yoktur.

Seyit Rıza da dahil hiç bir Dersim savaçısı, Dersim lideri kendisine general diye bir sıfat takmaz, kullanmaz.


Dersimliler airetleri adına konuurlardı. Ortak açıklamaların altında da airetlerin imzası olur.
Baytar Nuri, bir zamanlar Ankara’dan Istanbul’a gidiinde Kürdistan Teali Cemiyeti’nden Kadri ve Cemilpaazedelerle görü ve onlara „Dersim adına belge imzalamı“tı. Dersim yanarken, Xoybun’da kendi propagandasını yapmıtır.

Baytar, bildirileri ben yazdım demesine ramen, bu bildiriler esas alınarak Dersim’e kimlik biçilmekte, yakın dönemin, henüz canlı ahitlerin yaadıı bir dönemin olayları Dersim’in aleyhine çarpıtılmaktadır.

Baytar kendisi de Dersim’in ne istediini satır aralarında yazmak zorunda kalıyor.
„Seyit Rıza ise, general Alpdoan’a; Dersim hakkındaki kanunun kaldırılmasını ve Dersim için özel ve milli hakları temin eden seçkin bir idarenin oluturulmasını istiyordu.“(KTD, sf. 178)

Dönemin gazetelerinde de Dersim’in talepleri çarpıtılarak da olsa yer alıyor.
18 Haziran 1937 tarihli Tan Gazetesi’nde Dersim Terakki Yolunda diye bir haber var. Haberde Dersimlilerin bir „talep listesi“ gönderdikleri söyleniyor.

„Dersimli beyin yeniden fesat kaynatarak, memleketin huzur ve sükúnunu bozmıya kalktıı haberi, evvelá Elázize, oradan Ankara’ya geldi. Dersimli sergerde, üstelik bir de talep listesi göndermiti. Yol, köprü, mektep, kıla, karakol, vergi, memur, hükúmet tekilátı istemiyordu. Kendisi yerinden oynatılmayacak, siláhı alınmayacaktı.“

Bu istekler çok açıktır.
Bu Dersim’in Özerkliidir.
Dersim’in yazılı olmayan özerklik statüsüne son veren Tunceli Kanunu’nun reddidir.

Tarihine Sahip Çıkmayan, Geleceine Sahip Çıkamaz

Ülkesi igal edilmi, ulusal özgürlüü gasp edilmi halkların tarihi de gasp edilmitir.
İnkar edilmi, igalciler lehine deitirilmi tarih, bugünü ve gelecei de ipotek altına almaktadır.

Dersimliler dıardan yazılmı tarihin yerine, kendi tarihlerini yazmaya baladılar. Daha çok 1937-38 Jenosid sürecini inceleyen, aratıran çalımalar var. Dönemi yaamıs insanlarımızın anlatımları var. Bunların bir kısmı yayınlandı.

Yayınlanan çalımalarda Seyit Rıza’nın da hayatı, mücedelesi anlatılıyor.
Bu belge türü kitaplardan birisi de Cemal Ta’ın Roê Kırmanciye isimli uzun röportajı. Kitap asırlık çınar Hesen Aliê Sêy Kemali’nin anlatımlarına dayanıyor. Dersim’i örenmek isteyenler, anlamak isteyenler bu kitabı mutlaka okumalıdırlar.




Hesen Aliê Sey Kemali Seyit Rıza’nın airetinden. Yakın köylüsü. Akrabası. Rus igali döneminden itibaren olayların içinde. Seyit Rıza’yı, ailesini, yaamını günü gününe biliyor. Sadece bir anlatıcı deil. Anlattıklarını görmü, yaamı biri. Bu kitapta da Baytar yok. O’nun çizdii tablo yok.

Baska röportajlar var. Xıdır Aytac’ın, Hüseyin Çalayan’ın, hatta her vesile ile Baytar’ın dediklerini bir mürit gibi tekrarlayan Munzur Çem’in röportajları var.

Dersimlilerin kendi anlattıkları tarihte Baytar yok. Kimse O’nu hatırlamıyor. Dıardan birisi. Devlet adamı. Dersim’in hikayesinde olumlu anlamda bir rolü yok.

Ama O’nunla birlikte Dersim’e gelen ve katledilene kadar Dersim’de yaayan, mücadele eden Aliêr’in adı da var, sanı da var.

Baytar Nuri’nin yazdıklarına, çizdii senaryoya bir de bu açıdan bakılmalıdır.
Dersim’in doal yapısından, tarihinden, kimliinden rahatsız olanlar, bu çalımaya da „Baytar Nuri’ye dil uzatılıyor” diye saldıracaklar.

Bouna yorulmasınlar, tarihimizi, kimliimizi birileri rahatsız oluyor diye savunmaktan vazgeçmeyiz.

Son söz yerine, 1996’da Dersimlilerinde içinde yer aldıı bir gurup Zaza aydınının çarısını anıyorum.

„Tarihimizi, insancıl kültür ve geleneklerimizi kimse kendine mal edip, gasp edemez. 1918-21, 1925, 1937-38 direnişleri özgürlük mücadelemizin tarihidir. Tarihimiz başkaları tarafından yazıldı ve bizden çalındı. Geri istiyoruz. Türk milliyetçiliğinden devr alınan sahte tarih yazımına son verilmelidir.“ (Serbestiye’nin Kuruluş Bildirisi)

Sait Çiya / Haziran 2011


Kaynaklar: Piya Forum ve Dersim Zaza Platformu