RUS
DEVRİMİ VE REEL SOSYALİZM-I
Rusya’da
1905 Öncesi Kapitalizmin Gelişme Dinamiklerine Bakış
Kapitalizmin
ilk geliştiği ve yerleştiği ülke İngiltere’dir. Başka iddialarda vardır ama
hakim olan görüş bu yöndedir. Kapitalizmin yıllar süren gelişimini basit
üretim, el emeği, manifaktür, lonca gibi küçükten başlayarak büyümesi olayı
Çarlık Rusya’sında yaşanmamıştır. Çarlık Rusya’sı bu aşamaları atlayarak
kapitalizme fabrikaların inşası aşamasından başlamıştır. Bunu batının gelişmiş
kapitalist ülkelerle kurduğu ilişkilerle, onlardan gelen sermeye ve o gün için
ileri diyebileceğimiz teknikle yapmıştır.
Çarlık
Rusya’sında çok zayıf ve eğreti olan burjuvazi hiçbir toplumsal harekete
öncülük edememektedir. Onun için Rusya’nın sosyalistleri devrimlerde işçi-köylü
ittifaklarını kurarak toplumu ileriye götürme düşünceleri üzerinde
durmuşlardır. Burjuva demokratik devrimini de işçi köylü devrimci demokratik
diktatörlüğünü de bunlara dayanarak ortaya koymaya çalışmışlardır. Burjuvazi
aslında var olduğu her yerde azınlıktır, toplumun kendi dışında olan
sınıflarını yanına çekerek iktidarını kurabilmekte ve sürdürebilmektedir.
Çarlık Rusya’sında kapitalizmin böyle gelişmesi burjuvaziyi devrimler
karşısında korkak ve kararsız yapmıştır. Hatta gelişen işçi sınıfı mücadelesinden
dolayı sürekli çarlığa yakınlaşmak zorunda kalmıştır. Çarlık üzerinden işçi
sınıfı hareketinin ezilmesini sağlamaya çalışmıştır. Burjuvazinin yapması
gereken görevleri bu defa proletarya yapmaya çalışmıştır. Önderler hep bunun
teorisini oluşturmaya çalışmışlardır.
Çarlık
Rusya’sı tarımsal alanda feodal üretimin hüküm sürdüğü bir ülkedir. Toprak
ağalığı, derebeylik devam etmektedir. Serfliğe ancak 19. yüzyılın (1860)
ortalarında son vermiştir. O da Kırım savaşında ki yenilgiden ve köylü
ayaklanmalarının oluşmasından sonra olmuştur. Ama kırda köylülüğün yeni icat
edilen oyunlarla katmerli bir şekilde sömürülmesi ve sırtındaki sopa kesintisiz
olarak devam etmiştir.
Çarlık,
krallık, padişahlık bunlar ortaçağın, feodalitenin, toprağa dayalı üretimle sınırlı
kapitalizmin gelişmediği ülkelerde hüküm süren ilişki ve kurumlardır. Bu
sistemlerin içinde doğup gelişen burjuvazi eninde sonunda bu kurumları
parçalayıp yıkar ve kendi kurumlarını, kendi iktidarını tesis eder. Kral, şah,
çar eğer burjuvazinin lehine iktidardan çekilirse kapitalizm döneminde de
kalabilir ve ancak temsilen (sembol) var olur gerçekte bir hiçtir,
iktidar erki yoktur.
Rusya’nın
zayıf iç dinamiği batının sermeyesi ve tekniğiyle birleşince gelişme yolunu
tuttu. Rusya’da belli başlı kentlerinde kapitalizmi geliştirdi. Kazandığı
artı-değerin bir kısmını batının kapitalist-emperyalistlerine, bir kısmını da
çara vermek zorunda kalıyordu.
Hasılı
Rusya’da kırda ve kentte oluşan sosyal yapı böyle eğretiydi.
Serbest
rekabetçi kapitalizm, tekelci aşamayla emperyalizme dönüşünce (sanayi sermeyesi
ve banka sermayesinin birleşmesi tröstlerin ortaya çıkışı) ulusal sınırları bir
kenara bıraktı. Dünya’nın bütününü etkileyen bir nitelik kazandı. Eskiden emtia
dolaşımı yapılıp karlar edilirken bu defa sermeye ihracına, diğer ülkelerde ki
iç dinamikle ortak yatırımlara girişerek onları da sanayileştirdi ve birbirine
bağlı bir Dünya ekonomisi kurdu. O nedenle emperyalizmden bahsederken sadece
bir ülkenin yapısından bahsetmeyi değil sömürge, bağımlı ülkeleri etkileyen,
üretici güçlerin gelişmesine, proletaryanın ortaya çıkmasına yol açan ve o
ülkelerin devrimlerini hazırlayan bir yapıdan bahsetmek gerekir.
Emperyalist
sisteme bağlı olan sömürge ülke devrimleri, bu bağımlılık ilişkilerini göz
önünde bulundurulmadan gerçekleşemez. Esas olanda, bu ülke devrimlerinin
teorisi ve taktiği Dünya emperyalist sistemini çözümleyerek bunların ışığında
kendi ülke devrimlerini hazırlamaktır. Proleter devrimin karşısında ki gücün
bir kısmı kendi ülkesinin burjuvazisiyse diğer bir kısmı bu burjuvaziyle
birleşmiş olan emperyalist burjuvazidir. Bu durum ülke içinde devrimde sınıfların
mevzilenmesini etkilemektedir. Proletaryanın devrimde ittifaklarını
oluşturacak, belirleyecek bir durumdur. Devrimin modelini, itici güçlerini,
önder güçlerini, yedek güçlerini belirleyecek bir durumdur. Strateji ve
taktiği, devrim öncesi mücadeleyi, devrim sonrası devrimi ayakta tutmayı
belirleyen bir durumdur.
Marks
ve Engels devrim teorilerini ortaya koyarken, üretici güçlerin en gelişmiş
olduğu ülkelerde devrimlerin gelişeceğini ileri sürmüşlerdi. Buna göre Almanya,
Fransa, İngiltere gibi Batı Avrupa ülkelerinin devrimleri üzerinde
eğilmişlerdi. Bu eğilim Lenin döneminden beri değişti. Devrimler artık
emperyalist zincirin en zayıf ve çelişkilerin en keskin olduğu halkasında
gerçekleşecektir.
Emperyalist
sistem, Dünya’da girdiği bütün ülkelerde devrimin nesnel şartlarını
oluşturuyor, yani üretici güçleri geliştiriyordu. O ülke devrimcilerinin bu
defa devrimin diğer ayağı olan öznel şartlarını geliştirmeleri gerekiyordu.
Devrim, bu ekonomik gelişmenin yanında toplumun sosyal uyanışının olmasını
gerektiriyordu. Eğer sosyal uyanış, ekonomik gelişmenin ilerisindeyse burada
artık devrimci durum olgunlaşmıştır.
RUS
DEVRİMİ VE REEL SOSYALİZM-II
Rusya
Sosyal-Demokrat İşçi Partisi'nin (RSDİP) Kuruluşu Uğruna Verilen Mücadeleye
Bakış…
Rusya’da
1883 – 1901 dönemi RSDİP’in kuruluşu için mücadele dönemidir. Rusya’da Marksist
hareketler gelişmeden önce Narodnizm etkili bir akım durumundadır. Narodnizm
köylü sınıfa dayanan ve şiddet temelinde örgütlenen, suikastlar düzenlemeye
çalışan bir yapıdaydı. Narodnizm, işçi sınıfı önderliğini, işçi sınıfının
iktidarı alabilecek yegane sınıf olduğunu kabul etmiyordu. Narodnizm bölünmeye
uğrar ve yaptığı eylemlerle çıkmaza girer ve geriler. Çoğu da bu mücadeleyi
bırakır ve zengin köylülüğün temsilciliğine soyunurlar. Narodnizme karşı
ideolojik mücadeleyi önceleri Plehanov, sonralarıda esaslı bir biçimde Lenin
verir. Lenin aslında ilk dönemlerde Narodniktir. Abisinin Çara suikast
girişiminden dolayı idam edilmesi onu derinden etkiler. Böylece Narodnizme bir
yakınlık duyar. Lenin çok okuyan, araştıran birisidir. Kafası muazzam çalışan
birisidir. Marks’ın-Engels’in kapital ciltleri dahil bütün eserlerini okur.
Bundan sonra asıl çizgisini oluşturur. Lenin Narodniklere yönelik
eleştirilerini, ‘’Halkın dostları kimlerdir ve sosyal demokratlara karşı nasıl
savaşırlar’’ adlı eserinde toplamıştır.
Rusya’da
Plehanov’un Marksist klasikleri çevirmesi ülkenin Marksist entellektüel ve
düşün dünyasına önemli katkılar yapmıştır. İlk Marksist grup olan Plehanov’un
önderi olduğu ‘’Emeğin Kurtuluşu’’ grubu Marks’ın ve Engels’in eserlerini yurt
dışında basarak ülkeye gizlice gönderdiler ve yaygın bir şekilde okunmasını sağladılar.
Rusya’ nın 1883 kuruluşlu ilk Marksist örgütü bu örgüttü. Plehanov’da eski bir
Narodniktir. Yurtdışına çıkınca incelediği klasikler sonrasında Marksist olur.
Lenin
aynı dönemde Petersburg’a geçer ve ileri işçilere teorik dersler verir. Burada
‘’işçi sınıfının kurtuluşu için mücadele birliği’’ grubunu kurar. Bu arada
ülkede grevler, direnişler, işçi hareketleri de olmaktadır. Lenin'in önderliği
altında "İşçi Sınıfının Kurtuluşu için Mücadele Birliği", işçilerin
iktisadi talepler -çalışma koşullarının iyileştirilmesi, iş gününün
kısaltılması, ücretlerin yükseltilmesi- uğruna mücadelesini, Çarlığa karşı
siyasi mücadeleyle birleştirdi. "Mücadele Birliği", işçileri siyasi
bakımdan eğitti. Böylece Rusya'da ilk kez, --Sosyalizmin işçi sınıfı hareketiyle birliğini sağlama
düşüncesini -- pratiğe geçirmeye başlandı.
Petersburg
"Mücadele Birliği", Rusya'nın diğer şehir ve bölgelerindeki işçi
çevrelerinin benzeri birliklerde bir araya gelmesini büyük ölçüde hızlandırdı.
Doksanlı yılların ortasında Trans-Kafkasya'da Marksist örgütler ortaya çıktı.
1894'te Moskova'da Moskova "İşçi Birliği" kuruldu. Doksanlı yılların
sonunda Sibirya'da "Sibirya Sosyal-Demokrat Birliği" kuruldu.
Doksanlı yıllarda İvanovo-Voznessensk, Yaroslavl, Kostroma'da Marksist gruplar
ortaya çıktı ve sonradan birleşerek "Sosyal-Demokrat Parti Kuzey
Birliği"ni kurdular. 1890'lann ikinci yarısında Don üzerindeki Rostov'da,
Yekaterinoslav, Kiev, Nikolayev, Tula, Samara, Kazan, Orekhovo-Zuyevo ve diğer
şehirlerde sosyal-demokrat gruplar ve birlikler kuruldu. Petersburg "İşçi
Sınıfının Kurtuluşu İçin Mücadele Birliği"nin önemi, Lenin'in sözleriyle,
‘’işçi
sınıfı hareketine dayanan bir devrimci partinin ilk kayda değer nüvesi’’ olmasıydı.
Rusya’da
birçok bölgede birbirinde ayrı gruplar halinde Marksist hareketler ortaya
çıkar. Bunları bir çatı altında toplama gereği duyulur. Bu amaçla, Mart
1898'de Minsk'te Rusya Sosyal-Demokrat İşçi Partisi'nin (RSDİP) I. Kongresi
için toplantı gerçekleşir. Ama kongre Lenin’in sürgünde olduğu bir dönemde yapılır
ve manifesto, ilkeler, program ve diğer siyasal kararlarda zayıf kalırlar.
Beklenen birleşme de gerçekleşmez ve kongreye toplam 9 kişi katılır.
Lenin
sürgündeyken kendi grubunda ekonomizm akımı gelişir ve Lenin bu ekonomizm
konusu üzerinde eserler ortaya koyarak ekonomizme karşı mücadele eder.
Sürgünden sonra ‘’Iskra’’ gazetesini çıkararak mücadeleyi devam ettirir. Bunu
yurt dışında bulunan ‘’Emeğin Kurtuluşu’’ grubuyla birlikte yapar. Bu ekonomizm
olayı başkalarını da etkiler yaygın bir hal alır. Bu durum Lenin’i ekonomizme
karşı sistemli bir ideolojik mücadele yürütmesine yol açar.
RSDİP
II. Parti Kongresi 17 Temmuz 1903'te açıldı. Bu kongre bazı yerlerde 1902
olarak geçer. Kongrenin tartışma merkezinde Lenin’in parti örgütlenme konusu
damgasını vurur. Lenin’in ileri sürdüğü parti örgütlenme tarzına karşı
muhalefet oluşur. Ancak tartışmalar demokratik muhtevada yürür. Partide herkes
dilediği gibi görüşünü söyler. Bu tartışmaların sonucunda parti Menşevik
Bolşevik adlarında iki hizbe bölünür. Bu iki hizip arasında uzun yıllar
ideolojik mücadele sürmüştür. Aynı parti içinde kalarak her iki hizipte ayrı
merkez yayın organları çıkarmıştır. Bunların birleşmesi için çesitli yıllarda
çabalarda olmuştur. Burada benim dikkat çekmek istediğim husus şudur: partide
birbirlerine karşı ideolojik mücadele eden kişiler birbirlerini
öldürmemişlerdir. Uydurma mahkemeler yaparak bir birlerini infaz etmemişlerdir.
Partide, örgütte, hizipte ideolojik mücadeleyi esas almışlardır. Örgüt
komiteleri, konseyleri, o günkü konjüktürde oluşturulmuş olan kolektif
örgütlenmelerin yapısı bozulmamıştır. Olağanüstü beyin olan Lenin bile
önerilerini bu kollektif organlarda tartışılmasını ve oy birliğiyle kabul
edilmesini sağlamaya çalışmıştır.
Lenin,
ünlü makalesi “Nereden Başlamalı?” da, daha sonra ünlü “Ne Yapmalı?” eserinde geliştirdiği, Parti inşasının somut bir planını
çizdi.
Lenin’in
o dönemde ortaya koyduğu parti örgütlenmesi modeli, Marks’ın yazdığı örgütlenme
modeline uymuyordu. O nedenle partide ileri sürdüğü örgüt modeline herkes garip
bakıyordu. Bolşevik adı her ne kadar çoğunluk anlamına gelse de Bolşevikler bir
defaya mahsus ve birilerinin katılmadığı kongrede çoğunluk adını almışlardır
ama gerçekte partide bir grup olarak çoğunluk değildirler. Yıllar ilerledikçe
partide olan gruplar arasında çoğunluk, azınlık durumları zaman zaman
değişmektedir.
Lenin,
‘’Bir Adım İleri İki Adım Geri’’ adlı
eserini bu yoğun tartışmalar üzerine kaleme almıştır. Gerek Rus, gerek Alman
devrimcileri Lenin’in ileri sürdüğü örgüt modelini eleştiriyor, anti-demokratik
buluyorlardı. Lenin, katı, disiplinli, merkezi yönü ağır basan, herkesin üye
alınmadığı, profesyonel devrimcilerin kabul edileceği bir parti örgütü modeli
öneriyordu. Bu uzun yılar süren tartışmaların ilk kıvılcımıdır. Bu tartışma
oldukça geniş bir ayrışma, birleşme olaylarına yol açacaktır.
Bu tartışmalar yaşanırken, aynılar aynı
yerde, ayrılar ayrı yerde durur. Fakat aynı dönemde sürekli bir eylemlilik
içinde olan işçi sınıfı eylemlerini, kitlesel grevler, gösteriler, direnişler
biçiminde sürdürmektedir. Önderler böyle ne yapacaklarını tartışıp dururken,
alttan alta sınıf mücadelesi gelişiyor, keskinleşiyordu. Eğer bu sınıf
mücadelesi olmasa Marksistlerin yapacağı bir şey olmazdı. Partide, örgütte
ordusuz general durumuna düşerdi.
Lenin,
bu dönemde, parti örgüt yapısına ilişkin en net açıklamasını “Bir Yoldaşa
Mektup” adlı makalesinde formüle edecekti.
Parti,
gizlilik ve süreklilik esasına dayalı hareket ettiğinden:
I-Merkez
Organ,
II-Merkez
Komite biçiminde örgütlenecektir.
Bunlardan
Merkez Organı, ideolojik önderlik sorumluluğunu yürütecek; Merkez Komite ise,
doğrudan ve pratik önderlik sorununu yürütecektir.
RUS
DEVRİMİ VE REEL SOSYALİZM-III
1905
( I. Rus Devrimi ) Demokratik Devrim İçin Ayaklanılan Dönem ( İşçi-Köylü
Devrimci-demokratik Diktatörlüğü İçin Mücadele )
Bu
koşularda 1905 yılına gelmiş olduk. 1905 I. Rus devriminin yaşandığı yıldır.
Lenin, bu devrimi, işçi-köylü devrimci-demokratik bir diktatörlüğe geçiş olarak
adlandırmıştır. Devrimin hedeflerini böyle açıklamış, mücadelenin ve iktidarın
yönünü böyle koymuştu. Sosyalist devrime geçişi daha sonraya almıştı.
Süregelen
işçi hareketleri, 3 Ocak’ da Petersburg’da 4 işçi arkadaşlarının işten
atılmasını protesto eden ve tekrar işe alınmasını isteyen bir işçi eylemi
ortaya çıkarır. Bu eylem 200 bin kişinin katılımıyla Çarın kışlık sarayına
doğru yürüyüşle devam eder. Çar bunlarla görüşmeyi kabul etmediği gibi kitlenin
üzerine ateş açılması talimatını vererek yüzlerce eylemciyi katleder. Bu olay
Rus devrim tarihine kanlı Pazar olarak geçer. Çar bu en masum işçi eylemini
kanla bastırmıştır. Ama bu kanlı olay işçi sınıfını eğitmiş, bilinçlendirmiş,
dostun-düşmanın nerede olduğunu göstermişti. Çara karşı duyulan öfke daha da
arttı. Grevler, ayaklanmalar, protestolar bir biri ardına devam ediyordu. Artık
işçi sınıfı da muazzam bir hareket halindeydi, çar sokak mücadelelerini
kaybedeceğini anlamıştı.
Aynı
ay içinde Kara Deniz’ de Çar’a bağlı Potemkin zırhlısında bir ayaklanma ortaya
çıkıyordu. Ayaklanmayı bastırmak için Çarın gönderdiği filolar Potemkin
zırhlısına ateş açmayı ret ettiler. Potemkin zırhlısı yakıtı azaldığı için
Romanya’ya giderek bu ülke yöneticilerine teslim oldu. Daha sonra bu
isyancıların bir bölümü idam edildi, bir bölümü de kürek cezasına çarptırıldı
bir bölümü de sürgüne gönderildi. Böylece Çar’a karşı muhalefet, kendi ordusuda
dahil oldukça genişlemiş oluyordu. Bu kargaşa ve kaos ortamında, Petersburg’da
bir ‘’işçi temsilcileri sovyeti insiyatifi’’ ortaya çıktı.
1904
yılında başlayan Japon-Rus savaşı Çarlık ve Rusya için tam bir felaket olur.
Japonya savaş ilanını açıklamadan aniden saldırıya geçmiş ve Kore'yi ele
geçirip Rusya'dan Port Arthur'u ve Sakhalin adasının yarısını almıştı. Bu
savaşta yüz binlerce asker hayatını kaybetmişti. Çarın gönderdiği deniz
kuvvetlerine ait savaş filoları da tahrip edilmiş bir kısmı da esir alınmıştı.
Çar bu savaşın kendisini içeride güçlendireceğini sanıyordu ama tam tersi oldu.
İşte Rusya 1905 devrim yılına bu koşullar altında gidiyordu.
Nisan
1905’ de RSDİP III. Kongresini yaptı. Lenin’ in devrime ilişkin strateji ve
taktiği, Menşeviklerin dışlanmasıyla kabul edildi. Lenin, silahlı bir
ayaklanmayla, işçi ve köylü diktatörlüğünün bir an önce gerçekleşmesinin mümkün
olduğunu ortaya koydu.
III.
Parti toplantısında kabul edilen kararlar şunlar idi:
“...Rus Sosyal-Demokrat İşçi Partisinin
Üçüncü Kongresi, şu karara varır:
a) Devrimin izleyebileceği en olası yol
konusunda işçi sınıfının somut bir fikir edinmesinin sağlanması, ve devrimin
belli bir anında, programımızın bütün ivedi siyasal ve ekonomik istemlerinin
(asgari programın) gerçekleşmesini proletaryanın ondan isteyebileceği geçici
bir devrim hükümeti kurulması zorunludur.
b) Kesinkes önceden kestirilemeyen güçler mevzileşmesi
ve öteki etkenler yüzünden, partimizin temsilcileri, bütün karşı-devrimci
girişimlere karşı amansız bir savaşım vermek ve işçi sınıfının bağımsız
çıkarlarını korumak için, devrimci hükümete katılabilirler.
c) Bu katılmanın kaçınılmaz koşulu, temsilcilerinin
parti tarafından sıkı bir biçimde denetlenmesi ve tam bir sosyalist devrim
uğrunda çaba gösteren sosyaldemokrasinin
bağımsızlığının sürekli bir biçimde
korunması ve, bunun sonucu olarak, bütün burjuva partilerine uzlaşmaz bir
biçimde karşı durmasıdır.
d) Sosyal-demokrasinin geçici devrim
hükümetine katılmasının olanaklı olup olmadığına bakmaksızın, sosyal-demokrat
parti tarafından yönetilen silahlanmış bir proletarya düşüncesini proletaryanın
en geniş kesimleri arasında yaymalı ve devrimin kazanımlarının savunulması,
pekiştirilmesi ve genişletilmesi yolunda geçici hükümete sürekli baskı
yapmalıyız." …
V.
İ. Lenin, İki Taktik Demokratik
Devrimde Sosyal Demokrasinin İki Taktiği
1905 devriminin şiarları;
I--
“ayaklanmanın başında ve seyri içinde büyük öneme sahip olabilecek siyasi kitle
grevleri”nin uygulanması (Lenin, “Demokratik Devrimde Sosyal-Demokrasinin İki Taktiği”, s.
65);
II--
“8 saatlik işgününün ve işçi sınıfının gündemde duran diğer taleplerinin
derhal, devrimci yoldan gerçekleştirilmesi”nin örgütlenmesi (aynı yerde, s.28);
III--
çiftlik sahiplerinin topraklarına el konulması dahil, “bütün demokratik
dönüşümleri” -devrimci yoldan- “uygulamak için derhal devrimci köylü
komitelerinin örgütlenmesi” (aynı yerde, s. 81);
IV--
işçilerin silahlandırılması.
Lenin,
1905 yılında ki devrimle oluşacak geçici devrimci hükümetin, eğer çarlık
üzerinde tayin edici zaferi güvencelemek istiyorsa, proletarya ve köylülüğün
diktatörlüğünden başka bir şey olamayacağı sonucuna vardı.
“Çarlık
üzerinde devrimin tayin edici bir zaferi”, diye yazıyordu Lenin, “PROLETARYA VE
KÖYLÜLÜĞÜN DEVRİMCİ DEMOKRATİK DİKTATÖRLÜĞÜDÜR ‘’... Ve böyle bir zafer
tam da bir diktatörlük olacaktır, yani kaçınılmaz olarak askeri zora, kütlenin
silahlandırılmasına, ayaklanmaya dayanmak zorunda olacaktır, 'yasal',
'barışçıl' yoldan kurulmuş şu ya da bu kuruma değil. Bu ancak bir diktatörlük
olabilir, çünkü proletarya ve köylülük için acil ve kesinkes vazgeçilmez olan
değişikliklerin gerçekleştirilmesi, çiftlik sahiplerinin, büyük burjuvazinin ve
Çarlığın çılgın direnişine sebep olacaktır. Diktatörlük olmadan bu direnişi
kırmak, karşı-devrimci girişimleri defetmek imkansızdır. Ama bu elbette
sosyalist değil, demokratik bir diktatörlük olacaktır. (Devrimci gelişmenin bir
dizi ara aşamalarından geçmeksizin) kapitalizmin temellerine dokunacak durumda
olmayacaktır. En iyi halde o, toprak mülkiyetinin köylülük lehine yeniden köklü
bir şekilde dağıtımını yapacak, cumhuriyetin kurulması dahil, tutarlı ve tam
demokratizmi gerçekleştirecek, yalnızca kırın değil, fabrika yaşamından da tüm
Asyai özellikleri ve kölelik ilişkilerini kazıyacak, işçilerin durumunu ciddi
biçimde iyileştirmenin, yaşam düzeylerini yükseltmenin temellerini atacak ve
son olarak -ama bu sonunculuk önem bakımından değil- devrim ateşini Avrupa'ya
taşıyacak durumda olacaktır. Böyle bir zafer, bizim burjuva devrimimizi asla
sosyalist bir devrim kılmayacaktır; demokratik devrim, burjuva
toplumsal-ekonomik ilişkiler çerçevesinin dolaysız dışına çıkmayacaktır; ama
yine de Rusya'nın ve tüm dünyanın gelecekteki gelişmesi için böyle bir zaferin
önemi muazzam olacaktır. Rusya'da başlanmış bulunan devrimin tayin edici zaferi
kadar hiçbir şey, dünya proletaryasının devrimci enerjisini bu denli
artırmayacak, onun tam zaferine götüren yolu bu denli kısaltmayacaktır.”
(Lenin,
Demokratik Devrimde Sosyal-Demokrasinin İki Taktiği, s. 48/49.)
Devriminin
kapsamı ve Marksist partinin ona vereceği karakter sorununu incelerken, Lenin
şöyle yazıyordu:
“Proletarya,
otokrasinin direnişini şiddet yoluyla kırmak ve burjuvazinin yalpalayan tavrını
etkisiz hale getirmek için, köylü yığınlarıyla ittifak kurarak demokratik
devrimi sonuna kadar götürmelidir. Proletarya, burjuvazinin direnişini şiddet
yoluyla kırmak ve köylülüğün ve küçük-burjuvazinin yalpalayan tavrını etkisiz
hale getirmek için, nüfusun yarı proleter unsurlarıyla ittifak kurarak
sosyalist devrimi başarmalıdır. Yeni Iskra'cılarına (yani Menşeviklerin -Red.),
devrimin coşkulu ilerleyişi konusunda bütün savlarında ve kararlığında o denli
dar biçimde sundukları proletaryanın görevleri işte bunlardır.”
(Lenin,
Demokratik Devrimde Sosyal-Demokrasinin İki Taktiği, s. 92.)
Daha
ileride:
“Bütün
halkın ve özellikle köylülüğün başında –tam özgürlük için, tutarlı demokratik
devrim için, cumhuriyet için! Bütün emekçilerin ve sömürülenlerin başında-
sosyalizm için! Devrimci proletaryanın siyaseti pratikte bu olmalıdır,
devrim sırasında her taktik meselenin çözümünü ve işçi sınıfı partisinin her
pratik adımını belirlemesi ve onun içine işlemesi gereken sınıf şiarı bu olmalıdır.”
(Aynı yerde, s. 104.) Hiçbir belirsizlik kalmaması için Lenin, “İki Taktik” kitabının
çıkışından iki ay sonra, “Sosyal-Demokratların Köylü Hareketi Karşısındaki
Tavrı” makalesinde şu açıklamayı yapıyordu: “Demokratik devrimden derhal ve
gücümüz ölçüsünde, sınıf bilinçli ve örgütlü proletaryanın gücü ölçüsünde,
sosyalist devrime geçişe başlayacağız. Biz kesintisiz devrimden yanayız. Yarı
yolda durmayacağız:'
(Lenin, Seçme
Eserler, cilt 3; s. 138.)
Lenin,
Marks ve Engels’in terk ettikleri kesintisiz devrim teorisinin kapitalizmin
sürekli bunalımlar döneminde (emperyalist dönemde) işçi sınıfının devrim
teorisi olduğunu kabul etti. Çarlık
Rusya’sında demokratik devrim burjuvaziden çok proletaryanın işine yarar. Proletarya ile burjuvazi arasındaki
mücadele ancak gerçek bir burjuva demokrasisi şartlarında sonuna kadar
gelişebilir. İşçi sınıfı Çarlık Rusya’sında kapitalizmden değil, kapitalizmin
yeterince gelişmiş olmadığından dolayı sıkıntıdadır. Sonuna kadar yapılacak
burjuva demokratik devrimi kapitalizmin ve dolayısıyla üretici güçlerin
gelişimini engelleyen her şeyi ortadan kaldıracaktır, ve ancak o zaman
proletarya ile burjuvazi arasındaki mücadele büyük bir hızla gelişecektir.
Ayrıca işçi sınıfının eğitim ve örgütlenme için burjuva demokrasisinin
özgürlüklerine ihtiyacı vardır. Özgürlük
için mücadele sosyalizm mücadelesinin ayrılmaz bir parçasıdır. Lenin
bunu şöyle anlatıyor:
“Ancak
en kalın kafalılar, şu anda gelişmekte olan demokratik devrimin burjuva köklerini inkar edebilirler; ancak en saf iyimserler, işçi yığınlarının
sosyalizmin amaçları hakkında ve
bu amaçlara ulaşmak için tutulacak yol hakkında henüz pek az şey bildiklerini unutabilirler. Ve hepimiz inanıyoruz ki, işçilerin kurtuluşu,
işçilerin kendilerinin eseri
olacaktır; yığınların bilinci ve örgütlenmesi olmadan, yığınları burjuvazinin tümüne karşı açık sınıf mücadelesi yoluyla hazırlamadan ve eğitmeden,
bir sosyalist devrim söz konusu
olamaz
(...)
Kim sosyalizme siyasi demokrasi dışında başka bir yoldan varmak istiyorsa,
kaçınılmaz olarak, hem iktisadi bakımdan, hem siyasi bakımdan saçma ve gerici
sonuçlara varır
(...)
O halde, bütün Rusya’da yüz binlerce işçiyi gidin örgütlendirin, milyonlarca
emekçinin programımızı desteklemesini sağlayın. Bunu bir deneyin, ve anarşistçe
boş palavralarla yetinmeyin, ve o zaman hemen göreceksiniz ki, örgütlendirme ve
bilinçlendirme işinin, bu sosyalist eğitimin işinin başarısı, demokratik
devrimin eksiksiz gerçekleştirilmesine bağlıdır.”
(
Lenin, İki Taktik, s. 23.)
Lenin,
demokratik ve sosyalist devrimdeki değişik sınıf mevzilenmesini şöyle
anlatıyor:
‘Demokratik
mücadelenin şartları neden sosyalist mücadelenin şartları ile aynı değildir?
Çünkü, şüphesiz ki, işçi sınıfı bu ikili mücadelenin her birinde ayrı ayrı
müttefiklere sahip olacaktır. Demokratik mücadele, işçiler tarafından
burjuvazinin bir kesimiyle, özellikle küçük-burjuvaziyle birlikte yürütülür.
Oysa, sosyalist mücadele, işçiler tarafından burjuvazinin tümüne karşı yapılır.
Bürokratlara ve büyük toprak sahiplerine karşı mücadele, zengin ve orta köylü
dahil bütün köylülerle birlikte yürütülebilir ve yürütülmelidir. Oysa
burjuvaziye dolayısıyla da zengin köylülere karşı mücadele doğru bir şekilde
ancak köy proletaryası ile birlikte yürütülebilir.”
(Lenin,
Küçük-Burjuva Sosyalizmi ve Proleter Sosyalizmi, Toprak Meseleleri, s. 32. )
Devrim
süreci kesintisizdir. Demokratik ve sosyalist devrim arasında Çin Seddi yoktur.
Proletarya demokratik devrimden sonra köy proleterleriyle ittifak kurarak
sosyalist devrim için mücadeleye devam eder.
“Proletarya, otokrasinin direnmesini zora
başvurarak ezmek ve burjuvazinin tutarsızlığını zararsız hale getirebilmek için
köylü yığınlarıyla ittifak kurarak, demokratik devrimi sonuna kadar gerçekleştirmelidir.
Proletarya, burjuvazinin direnmesini zora başvurarak ezmek ve köylülerin ve
küçük-burjuvazinin tutarsızlığını zararsız hale getirmek için yarı-proleter
unsurlar yığınını yanına alarak sosyalist devrimi yapmalıdır.”
(
Lenin, İki Taktik, s. 117. )
Kongre
sonrası hızla silahlanma yoluna gidildi. Petersburg sovyeti hükümete vergi
ödememek gibi eylemler örgütlemeye çalıştı fakat etkisiz kaldı. Yapılan genel
grev çağrıları, Moskova’da işçi ayaklanmasına dönüştü. Moskova’da ayaklanma
daha sonraları iktidara karşı silahlı ayaklanmaya, silahlı sokak çatışmalarına
dönüşür. Bu çatışmalar, Çar kuvvetlerince bastırılır. Ancak silahlı muhalefet
güçleri, kenar mahallere çekilir, barikatlar kurar ve oralarda tutunmaya
çalışır. Hareket gittikçe ağır bir yenilgiyle karşılaşmıştır. 1907 lere doğru
Lenin, silahlı çatışmalara son verilmesini ister. Ancak silahlı güçlerini
dağıtmaz, 1917 devrimine kadar bu silahlı güçler parti kontrolünde gizlilik
ilişkileri çerçevesinde kalır.
Devrimi
isteyen ve silahlı ayaklanmayı kaybeden güçler iktidara gelemeyip, geri
çekilmek zorunda kaldıklarına göre 1905 devrimine ne diye devrim diyoruz ? Buna
aslında devrim girişimi demek daha doğru olmalı. Bu silahlı ayaklanma akabinde
çarlık da reformlara gitme yolunu tutmuştur. Bu olaya ancak bu açıdan devrim
olarak bakılabilir. İktidarı refomlar yapmaya zorlaması diyebiliriz.
Lenin’in
geri çekilme kararından itibaren o yıllar yenilgi ve gerileme yıllarıydı. Lenin
bu konuda çok sayıda makaleler yazmıştır. ‘’Gerçek dostlar yenilgi dönemlerinde
belli olur’’ diyordu.
Zamanla
Çarın oluşturduğu Duma seçimlerine RSDİP adayları da katılır. Bazı
milletvekillikleri de kazanırlar. Demek ki mücadele sadece silahlarla değil var
olan diğer araçlarla da sürdürülüyor.
RUS
DEVRİMİ VE REEL SOSYALİZM-IV
Yenilgi
Ve Geriye Çekilme Yılları
--- ‘’ Tarihin büyük savaşları ve devrimin
büyük görevleri ancak, ileri sınıflar tekrar tekrar saldırıya geçtikleri ve
yenilgi deneyimiyle akıllanmış olarak zaferi kazandıkları için yapılabilmiş ve
çözülebilmiştir. Yenilen ordular iyi öğrenir.’’--- (Lenin)
Nisan
1906’ da birlik amacıyla IV. Kongre toplanır. Bu kongrede Partinin
Menşevik ve Bolşevik kanatlarının birleşmesi üzerinde durulur. Ancak her ne
kadar birleşme olsa da, bu birleşme biçimsel olur ve her iki kanatta kendi
örgüt, yayın ve organlarını devam ettirir. RSDİP’de oylamalarda merkez
komitesini eline geçiren Menşevikler, Rusya’da işçi, köylü, asker hareketlerine
önderlik edemedi. Bundan sonra Bolşevikler yeni bir kongre talep ettiler. Bu
nedenle 1907 Mayıs'ında Londra'da V. Parti Kongresi toplandı. Bu kongre parti
içinde olan Menşevik akıma karşı zafere dönüştü.
Devrimci
hareketin sonuçlarını toparlayan V. Parti Kongresi, Menşeviklerin çizgisini
uzlaşıcı bir çizgi olarak mahkum etti ve Bolşeviklerin çizgisini
devrimci-Marksist çizgi olarak onayladı. Böylece, Birinci Rus Devriminin tüm
seyrinin doğrulamış olduğu şeyi bir kez daha doğruladı.
Devrim,
Bolşeviklerin, durum gerektirdiğinde saldırmayı bildiklerini, ön saflarda
saldırmayı ve tüm halkı taarruza kaldırmayı öğrendiklerini gösterdi. Ama devrim
ayrıca, Bolşeviklerin, durum elverişsiz bir niteliğe büründüğünde, devrim
gerilemeye başladığında düzgün bir şekilde geri çekilmeyi de bildiklerini;
Bolşeviklerin, panik ve karışıklığa yer vermeksizin, kadrolarını koruyarak,
güçlerini toplayarak doğru bir şekilde geri çekilmeyi ve yeni duruma uygun
olarak saflarını yeniden düzenledikten sonra düşmana karşı yeniden saldırıya
geçmeyi öğrendiklerini gösterdi.
“Devrimci
partiler eğitimlerini tamamlamalıdırlar. Onlar taarruz etmeyi öğrenmişlerdir.
Şimdi artık bu bilimin başka bir bilimle tamamlanmasının zorunlu olduğunu
anlamak gerekiyor: En iyi nasıl ricat edilecektir? Hem taarruz, hem ricat
bilimini öğrenmeden galebe çalmanın imkansız olduğunu anlamak gerek.”…
(Lenin,
Sol Komünizm Bir Çocukluk Hastalığı,
s. 17.)
Partinin
geri çekilme döneminde yaşaması, bir çalışma tarzından diğerine kolaylıkla
geçebilmesine bağlıdır. Devrimin yükselme döneminde terk edilen bazı legal
çalışma tarzları yeniden kullanılmaya başlanır. Ne kadar gerici olursa olsun
kitlelerle teması sağlayacak, kitleleri eğitmek için kullanılabilecek her
örgüte katılınır ve çalışılır. İllegal örgütünü koruyan parti, legal mücadelede
de ustalaşmak zorundadır. Lenin, sözde keskin devrimcilerde rastlanan legal
mücadeleyi küçümseme hakkında şunları söylüyor:
“Tecrübesiz
devrimciler çok defa legal mücadele araçlarının oportünizm lekesini
taşıdıklarını sanırlar, Çünkü bu alanda burjuvazi, çok defa (özellikle ‘barış’
zamanlarında, ihtilâl zamanlarında değil) işçileri aldatmış, işçilerin güveni
ile oynayabilmiştir; ve bu devrimciler, illegal mücadele araçlarının en
devrimci araçlar olduğunu sanırlar. Bu yanlıştır.”
(Lenin,
Sol Komünizm Bir Çocukluk Hastalığı,
s. 106.)
Bu
parti kongreleri döneminde, yenilgi ve gerileme dönemlerinde, yeni durumlar,
yeni felsefi uzmanları, yeni yozlaşmalar ortaya çıktı. Lenin bu felsefe
uzmanlarını görünce bunlara karşı kıyasıya mücadeleye girişti. İşte
“Materyalizm ve Ampiriokritisizm” adındaki kitabı bu Marksizmi yozlaştırmaya
çalışan partili aydınlara karşı kaleme almıştır. Yıllar önce bu kitapları
incelediğim zaman, Lenin ne diye bunları yazmış ? diye sormaktan kendimi
alamamıştım. Sonradan öğrendim ki, Lenin’in bütün büyük eserleri yazmasına yol
açan nedenler vardı.
Yozlaşma
eğilimleri ve inançsızlık, Partili aydınların, kendilerini Marksist sayan fakat
hiçbir zaman sağlam Marksist olamayan bir kesimini de sardı. Bunlar arasında,
(1905'te Bolşeviklerden yana olan) Bogdanov, Bazarov, Lunaçarski ile,
(Menşevik) Yuşkeviç ve Valentinov gibi yazarlar da vardı. Bunlar eleştirilerini
aynı zamanda Marksizmin felsefi-teorik temellerine, yani diyalektik
materyalizme karşı, ve onun bilimsel-tarihsel temellerine, yani tarihi
materyalizme karşı yönelttiler. Bu eleştiri, alışılagelen eleştirilerden şu
farkla ayrılıyordu ki, açıkça ve dürüstçe değil, fakat gizli ve ikiyüzlü bir
biçimde, Marksizmin en önemli pozisyonlarını “savunma” maskesi altında
yürütülüyordu. Biz özünde
Marksistiz,
diyorlardı bunlar, ama Marksizmi “iyileştirmek”, onu bazı temel tezlerinin
yükünden kurtarmak istiyoruz. Ama gerçekte onlar Marksizme düşmandılar, çünkü
Marksizme düşmanlıklarını riyakarca inkardan gelmelerine ve ikiyüzlüce
kendilerine Marksist pozu vermelerine rağmen, Marksizmin teorik temellerini
yıkmaya çabalıyorlardı.
“Altı
aydan kısa bir zaman içinde, esas olarak, hatta neredeyse yalnızca diyalektik
materyalizme saldırılardan oluşan dört kitap çıktı. Bunların içinde en önde,
Bazarov, Bogdanov, Lunaçarski, Berman, Hellfond, Yuşkeviç ve Suvorov'un
yazılarından derlenen 'Marksist Felsefe Üzerine (?- “karşı” denseydi daha doğru
olurdu) Denemeler'i (Petersburg 1908) gelir; sonra Yuşkeviç'in 'Materyalizm ve
Eleştirel Gerçekçilik'i; Berman'ın 'Çağdaş Bilgi Teorisi Işığında Diyalektik'i,
Valentinov'un 'Marksizmin Felsefi Yapısı'... Siyasi görüşlerinde keskin
ayrılıklar olmasına karşın, bütün bu kişiler, diyalektik materyalizme
duydukları kinde birleşmişlerdir, ve yine de felsefede Marksist olduklarını öne
sürmektedirler! Engels'in diyalektiği 'mistik'tir, diyor Berman. Bazarov, sanki
kendiliğinden anlaşılır bir şeymiş gibi, Engels'in görüşleri 'eskimiştir' diye
gelişigüzel atıyor -ve materyalizm, 'çağdaş bilgi teorisi'ni, 'modern
felsefe'yi (ya da 'modern pozitivizm'i), yani '20. yüzyılın doğa bilimleri
felsefesi'ni böbürlenerek kendilerine tanık gösteren bu gözü pek savaşçılarımız
tarafından böylece çürütülmüş oluyor.”
(Lenin,
“Materyalizm ve Ampiriokritisizm”, Moskova 1935, s. 1.)
Bu
kitapta Rus ampiriokritiklerini ve onların yabancı öğretmenlerini esaslı bir
şekilde eleştirdikten sonra Lenin, felsefi-teorik revizyonizme karşı şu
sonuçlara varır:
1)
“Gittikçe daha incelen bir Marksizm kalpazanlığı, anti-materyalist öğretilerin
gittikçe daha büyük bir incelikle Marksist olarak tanıtılmaları -işte politik
ekonomide olduğu gibi taktik sorunlarda ve bir bütün olarak felsefede modern
revizyonizmi karakterize eden şey budur:' (Aynı yerde, s. 345.)
2)
“Mach ve Avenarius'un, okulu, idealizme doğru yol almaktadır.” (Aynı yerde, s.
375.)
3)
“Bizim Machçılarımız, derinlemesine idealizme batmışlardır.” (Aynı yerde, s.
363.)
4)
“Ampiriokritisizmin bilgi-teorik skolâstiğinin gerisinde, felsefedeki
tarafların mücadelesinin, son tahlilde, modern toplum'daki düşman sınıfların eğilim
ve ideolojilerini yansıtan bir mücadele olduğunu saptamadan edemeyeceğiz.”
(Ayın yerde, s. 376.)
5)
“Ampiriokritisizmin nesnel, sınıfsal rolü, tamamıyla, genelde materyalizme, ve
özelde de tarihsel materyalizme karşı yürüttükleri savaşta fideistlere hizmet
etmekten ibarettir.” (Aynı yerde, s. 576.)
6)
“Felsefi idealizm... papazcılığa giden bir yoldur.” (Ayın yerde, s. 84.)
Yenilgi
ve geri çekilme yıllarında böyle felsefi sapmalar ve bu sapmalara karşı
Lenin’in sistemli ideolojik mücadelesi sürerken, bazı küçük-burjuva
çevrelerinin örgütten koptuğu ve Menşeviklerin örgütü tasfiye edip mücadeleden
kaçma eğilimleri de ortaya çıkar. Bu dönemde Menşevikler ‘’tasfiyeciler’’
adıyla anılmaya başlar. Bolşevikler göre, 1905’ de elde edilen kazanımlar kaybedilmiş
ve bundan dolayı yeni bir devrimci dalganın geleceği ortaya konuluyordu.
Menşeviklere göre ise artık devrimci dalga falan olmayacaktı. Bu görüş
ayrılıkları Bolşeviklerin yeni devrimci dalga için hazırlanmayı, Menşevikler
içinse hiçbir şey yapmamayı gerektiriyordu. Çarlık ve kurumlarına yaklaşma,
sisteme-düzene yaklaşma durumları söz konusudur. RSDİP kongreyle oluşmuş olan
biçimsel birlik çok yakın zamanda parçalanacaktı.
Parti
içinde Menşeviklere karşı ideolojik mücadele, Bolşeviklerin içinde oluşan
kanatlar dahil olmak üzere hızla sürüyordu. Yenilgi ve geri çekilme yılları
başlı başına bir ideolojik mücadele dönemine dönüşmüştü. Lenin her tarafa karşı
sürdürdüğü ideolojik mücadeleyi gittikçe yükseltiyordu.
VI.
Tüm-Rusya Parti Konferansı, Ocak 1912'de Prag'da yapıldı. Bu kongrede
Bolşevikler Menşevikleri partiden uzaklaştırmışlar, partiyi Bolşevik bir parti
haline getirmişlerdir. Bu kongreden sonra parti RSDİP (BOLŞEVİK) olarak
anılacaktır. Bundan sonra Bolşevizm bağımsız örgüt tavrını geliştirmiş ve
döneme uygun taktikler geliştirmiştir.
RUS
DEVRİMİ VE REEL SOSYALİZM-V
Sınıf
Mücadelesinin Tekrar Yükselmesi – I. Emperyalist Savaş
Lenin
ve Bolşevik kadroların ortaya koydukları gibi sınıf mücadelesi tekrar yükselişe
geçmiş ve parti örgütlenmesi bu dönemle yeni biçimler almıştır. Bu yükseliş
durumu aynı zamanda yeni taktik mücadelelerin geliştirilmesi, yeni teorik
üretimlerin yapılmasını gerekli kılıyordu.
Mücadele
geri çekilmeden ileri çıkmanın gereklerini yapmaya, tekrar kitlelerle bağlanma
yolunu tutmuştu.
Lenin
bu dönemde yeni koşulların gerektirdiği çalışmaları yapmanın yanında,
Emperyalizm – Kapitalizmin En Yüksek Aşaması adlı eserini kaleme almıştır. Bu
eserine 1916’ da başlayıp 1917’ de tamamlamıştır. Lenin’e göre Emperyalizm,
kapitalizmin en yüksek ve en son aşamasıydı. İkinci tespiti de Emperyalizm
eşitsiz gelişimiydi. Bu her iki tespitte emperyalizmin kesin bilimsel
yasalarıydı. 1914-1918 I. Emperyalist paylaşım savaşı, Emperyalizmin eşitsiz
gelişiminin bir ürünü olarak ortaya çıkmıştı. Almanya, diğer Emperyalist
ülkelere göre tekelci aşamayı tamamlamada geç kalmıştı. Bundan dolayıdır ki,
Dünya’nın büyük güçler arasında tekrar paylaşımı için bu savaşı başlatmıştır.
Lenin
tekelci aşamanın niteliklerini şöyle belirler:
I
– Üretimde ve sermayede görülen yoğunlaşma öyle yüksek bir gelişme derecesine
ulaşmıştır ki, ekonomik yaşamda kesin rol oynayan tekelleri yaratmıştır.
II
– Banka sermayesi, sanayi sermayesiyle kaynaşmış, ve bu mali sermeye temeli
üzerinde mali oligarşi kurulmuştur.
III
– Sermaye ihracı, meta ihracından ayrı olarak özel bir önem kazanmıştır.
IV
– Dünya’yı aralarında bölüşen uluslar arası tekelci kapitalist birlikler
kurulmuştur.
V
– En büyük kapitalist güçlerce dünyanın toprak bakımından paylaşımı tamamlanmıştır.
Dünya
emperyalistler arasında bölüşülmüştür. Ama dünyanın hiçbir bölüşümü onları
doyuramaz. Çünkü ortada eşit olmayan gelişme yasası vardır ki, bazı emperyalist
güçler gelişip diğerlerini geçtikleri zaman, dünyanın bu yeni güçler dengesine uygun
bir biçimde yeniden bölüşülmesi isteminin öne sürülmesi demektir. Dolayısıyla
emperyalizm, emperyalist savaşlardan ayrılmaz. Emperyalizmle birlikte
kapitalizm çürümeye başlar, sömürgelerin kurtuluşu ve proleter devrimi için
hazır bir ortam doğar.
RUS
DEVRİMİ VE REEL SOSYALİZM-VI
1917
Şubat Devrimi-Ekim Devrimi Arası Dönem
Şubat
aylarında askerler arasında ilk başkaldırılar başladı. Greve çıkmış çok sayıda
işçi de
bu
başkaldırıya destek verdi. Şubat Devrimi tamamen kendiliğinden ve plansız bir
biçimde
gerçekleşti.
Meydana gelen tüm bu ayaklanmalar Çarlığın yazgısının belirlenmesinde
etkili
oldu. Bolşevikler tarafından yayınlanan ilk bildiride, işçi sınıfının ve
devrimci
ordunun
işinin, yeni cumhuriyet rejimine götürecek bir geçici devrimci hükümetin
kurulması
gerektiği belirtiliyor; doğrudan eşit gizli oy temelinde bir kurucu meclisin
oluşmasının gerekliliğini vurguluyordu. Sosyalist devrimin zaferi uğruna
kitlelerin sonuna kadar mücadele ettiği ve mülk sahibi sınıfların darmadağın
olduğu o günlerde sosyalistler
arasında
iktidarı burjuvaziye teslim etmeyi amaçlayan bazı ılımlı kişiler de yok
değildi.
Burjuvazi,
Çarlık rejiminin, halkın yoğun saldırısı altına girdiği Şubat günlerinde dahi
devrimden
kaçınmanın bir yolunu arıyor ve monarşiyle uzlaşmak istiyordu. Petrograd
fabrikalarında
İşçi Vekilleri Sovyet’i için seçimler düzenlendi. Daha devrim nihai
zaferine
ulaşmadan
Petrograd Sovyet’i doğmuş durumdaydı.
Şubat
Devrimi’yle oluşan yeni politik durum oldukça farklıydı. İktidarın burjuvaziye
teslim
edilmesi gerekliliğini yönündeki Menşevik görüşü Sovyet dahi olumlu
karşılıyordu.
Sovyet,
iktidar olacak güce sahipti, ancak ondan vazgeçmeye de hazır görünüyordu. Yeter
ki
Sovyet’in kapısına kilit vurmayacakları, etkisiz hale getirmeyecekleri hususunda
söz
versinler.
Netice olarak iktidar burjuvaziye teslim edildi. Artık, ikili iktidar, yani
bir
birinden ayrı iki hükümet ortaya çıkmıştı. Geçici hükümet burjuvanın
hükümetiydi;
Sovyet
ise, proletarya ve köylülük tarafından kurulmuş bir hükümetti. Şubat
sonrasında
yapılan tartışmaların tamamı Rusya’nın bu yeni koşulları üzerinde
şekillenecekti.
Lenin’in
geçici hükümet karşısındaki yaklaşımı tartışmaya neden olmayacak
biçimde
diğerlerinden farklıydı. Lenin, geçici hükümet karşısında sürdürülmesi gereken
devrim
stratejisine yönelik olarak şunları ortaya koyuyordu:
(1)
Devrimci savunmacılığa karşı en ufak bir ödün vermenin mümkün olmadığını,
hükümet iktidarının proletarya ve köylülüğün eline geçmesini, her türlü ilhakın
reddedilmesini ve bütün kapitalist çıkarlarla bağların koparılmasının kabul
edilmesini,
(2)
proletaryanın bilinç ve örgütlenme düzeyinin yetersizliği nedeniyle, iktidarı
burjuvaziye vermiş olan devrimin birinci aşamasından, iktidarı, proletarya ve
köylülüğün yoksul tabanına devredecek olan devrimin ikinci aşamasına geçişini,
(3)
Geçici Hükümete hiçbir destek verilmemesini,
(4)
parlamenter bir cumhuriyet değil, bir İşçi Sovyetleri, Tarım Emekçileri ve
Köylü Vekilleri Cumhuriyeti kurulmasını,
(5)
ülkedeki bütün bankalar, İşçi Vekilleri Sovyet’inin denetimi altında tek bir
ulusal banka halinde birleştirilmesini,
(6)
derhal yerine getirilmesi gereken görevin sosyalizmin hemen uygulanması değil,
toplumsal üretiminin ve ürünlerinin dağıtımının İşçi Vekilleri Sovyeti’nin
denetimine girmesini.
(M
Gorky, V. Molotov, K. Voroşilov, S. Kirov, A. Jdanov, J. Stalin, 1917 Sovyet Devrimi, Birinci cilt,
Çeviren: Alaattin Bilgi. (1. B., İstanbul: Evrensel Yayınları, 2004), s.
147-49)
Lenin,
Nisan Tezleri adlı yapıtında, 1905’den beri savunduğu, Rus devriminin,
proletarya
ve köylülüğün devrimci demokratik diktatörlüğü üzerinde şekilleneceği
yönündeki
burjuva demokratik devrim olarak tanımlanan tezden tamamen kopuşuna işaret
ediyor.
Bolşevik Partisi 1905’den beri işçi köylü ittifakına dayalı devrimci demokratik
diktatörlüğü
sloganı altında Çarlığa karşı mücadele yürütüyordu. Bolşevikler, yaklaşan
devrimin
bir burjuva devrimi olduğunu ileri sürdüler. Bu iddiayla kastedilen devrimin
bir
yanda
kapitalizmin üretici güçleriyle, diğer yanda ise çarlık, toprak sahipleri ve
feodallerin
diğer
kalıntıları arasındaki çatışmalardan doğacak bir devrim olacağı idi. Bu
diktatörlüğün
görevi,
sosyalist bir toplum yaratmak ve Orta Çağın artık çürümüş olan tüm
kalıntılarından
kurtulmaktı.
Lenin, Şubat sonuna kadar bu düşüncesini değiştirmedi. Şubat Devrimiyle
birlikte
Rusya’da birçok şey değişmişti. İşçiler ve askerler duruma hakim olan kesimdi.
Bu
anlamda
işçi ve köylülerin demokratik diktatörlüğünün başarılmış olduğu söylenebilirdi.
Ancak,
hükümet burjuvazinin elindeydi ve demokratik diktatörlük programının ana
unsurları
olan toprakların kamulaştırılması ve ulusların kendi kaderlerinin tayin etme
hakkı
gibi
ilkeler henüz gerçekleştirilmemişti.
(………………)
‘’Her
devrimin temel sorunu iktidar sorunudur’’ der Lenin. Devamla, ‘’ Bu konuda
berraklık olmadan, devrime bilinçli bir katılımdan ya da hele ona önderlik
etmekten söz edilemez’’…
(Lenin
Seçme Eserler cilt : 6 sayfa 40. 22 Nisan 1917 )
(………………)
‘’Devrimimizin
son derece dikkate değer bir özelliği, bir ikili iktidar üretmiş olmasıdır. Her
şeyden önce bu konuda berrak olunmalıdır. Bu kavranmadan ileriye doğru adım
atılamaz. Örneğin Bolşevizmin eski formülleri tümlemeyi ve düzeltmeyi bilmek
gerek, çünkü ortaya çıkmış olduğu gibi bunlar gerçi genelde doğruydu, ama
somutta gerçekleşmesinin başka türlü olduğu görüldü. İkili iktidarı önceden hiç
kimse düşünmedi ve düşünemezdi.’’
(Lenin
Seçme Eserler cilt : 6 sayfa 40. 22 Nisan 1917 )
(……………..)
Sınıf
bilinçli işçiler bir erk olabilmek için çoğunluğu kendilerine kazanmak
zorundadırlar. Kitleler üzerinde bir diktatörlük olmadığı sürece, başka bir
iktidar yolu söz konusu olamaz. Biz Blanquist değiliz, iktidarın bir azınlık
tarafından ele geçirilmesi yandaşı değiliz. Biz Marksistiz..
(Lenin
Seçme Eserler cilt : 6 sayfa 42. 22 Nisan 1917)
Lenin,
mevcut duruma ilişkin yaptığı açıklamada, burjuva demokratik devrimin
tamamlandı
mı, yoksa tamamlanmadı mı diye sormanın teorik olarak gerçeği görmemek;
politik
olarak ise, küçük burjuva devrimine teslim olmak anlamına geldiğini söyledi.
İktidarın
burjuva tarafından ele geçirilmesinin (burjuva demokratik devrimini tamamlamış)
ve
gerçek hükümetle yan yana, proletarya ve köylünün devrimci demokratik
diktatörlüğünü
temsil eden birincisiyle paralel ikinci bir hükümetin varlığının ortaya
çıkarmıştı.
Bu İkinci hükümet ise, kendisini burjuvaya teslim etmiş, kendini burjuvaya
zincirlemiş
olduğu ortaya çıkarmıştı.
(
Cliff, Bütün İktidar Sovyetlere,
İkinci cilt, s. 158.)
Lenin’in,
iktidarın burjuva tarafından ele alınmış olmasını ve ona paralel olarak işçi
köylü ittifakı temelinde ikinci bir hükümetin ortaya çıkmış olmasını, burjuva
devriminin tamamlanmış olduğuna yönelik tespiti bir kanıt olarak kullanıldı.
Lenin,
artık, 1905 yılında yaptığı tespitlerden farklı olarak devrimin, kendisini
burjuva
demokratik görevlerle sınırlandıramayacağını, fakat derhal proleter sosyalist
önlemleri
uygulamaya geçirmeye girişmek zorunda olduğunu açıkça söylüyordu. Lenin’in
sosyalizme
hızlı bir biçimde yöneliş olması gerektiği yönündeki yaklaşımı, köylüyü
işçiden
koparacağı gerekçesiyle diğer Bolşevikler tarafından reddedildi.
Lenin’in
parti içinde yaşanan tartışmalar ve eleştiriler karşısındaki tutumu açık ve
netti:
……..“Proletaryanın ve Köylülerin Devrimci,
Demokratik iktidarı, Rus devriminde daha
önceden gerçekleşmiş bulunuyor, çünkü bu
formül, yalnızca sınıflar arasındaki ilişkiyi
öngörüyordu, bu ilişkiyi, bu işbirliği
gerçekleştiren somut siyasi birliği değil. Yaşamın
gerçekleştirdiği işçi ve asker vekiller
Sovyetleri, işte, proletaryanın ve köylülerin devrimci
demokratik iktidarı. Bu formül artık eskidi.
Yaşam, onu, formüller ülkesinden gerçek ülkesine
götürdü ona, kan ve can verdi, onu
somutlaştırdı ve sonuçta değişikliğe uğrattı. (...) Proletaryanın ve köylünün
devrimci demokratik diktatörlüğünden başka söz etmez, yaşamın gerisinde kalır,
ve bu yüzden de, pratik olarak, proletarya sınıfının savaşımına karşı küçük
burjuvaziye geçer, ve devrim öncesi ‘Bolşevik’ antikalar arşivlerine
kaldırılması gerekir”..…
( V. İ. Lenin, Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi,
Çeviren: Muzaffer Erdost (4. B., Ankara: Sol Yayınları, 1989), s. 22.)
Lenin,
Rusya’da Şubat devrimiyle birlikte oluşan ikili iktidar döneminden itibaren
1905’den beri ileri sürdüğü tezleri değiştiriyordu. Bu yeni tezlerine ulaşırken
burjuvazinin ve proletaryanın ayrı ayrı hükümetler kurmuş olmasına dayanıyordu.
Burjuvazi geçici hükümette örgütlenmiş, proletarya ve köylülük ise Sovyetlerde
örgütlenmişti.
Lenin
ikili iktidarı kabul etmez, yarı yolda durmayı kabul etmez. Lenin kesintisiz
devrimi savunur. Şubat devrimiyle oluşan durumu, burjuva demokratik devrimin
gerçekleştiği tespitini yapar. Bundan sonra ki devrimin görevlerinin sosyalist
görevler olduğunu iler sürer. Ancak büyük Ekim devriminden sonra, Lenin’in
hayatını kaybettiği 1924 yılına kadar olan süreçte devrimin sosyalist değil,
demokratik görevleri üzerinde durulur ve çalışılır.
Burjuvazi
de ikili iktidarı kabul etmez, ilk fırsatta ikili iktidara son vermek ister.
Ancak burjuvazi hala kesin adımlar atmakta güçsüzdür. İkili iktidar, ikili
hükümeti ortadan kaldırmaya kuvveti yoktur. Yeni planlar geliştirmektedir. Bu
planlarını işçi ve köylü kitlelerinin bir kısmını yanına çekerek yapmaya
çalışmaktadır. İkili hükümetten biri olan sovyet hükümeti, bazı hakların
tanınması karşılığında, burjuvazinin hükümeti olan geçici hükümet karşısında
geri adım atmaya istekli olur.
Garip
bir denge durumu olur. Bolşevikler bu dengeleri dışarıdan etkilemeye
çalışmaktadırlar. Lenin’in ve Bolşeviklerin sloganı olan ‘’BÜTÜN İKTİDAR
SOVYETLERE’’ bu dönemde ortaya atılır. Sovyetler iktidarı almakta biraz
isteksiz durur ama Bolşevikler bu slogan üzerinde epey bir zaman dururlar. Bu
olaylar yaşanırken, General Kornilov’un başarısız bir darbe girişimi olur.
Kornilov ülkeye Almanlardan gelen bir dış saldırının olduğunu ve iktidarın
kendi elinde toplanması gerektiğini ileri sürer. Önceleri Kornilov’un
çabalarına sıcak bakan Kerenski, sonraları Kornilov’un gücünden ve iktidara el
koymasından korkar. Kornilov darbesini Bolşevikler önler.
Lenin,
ünlü ‘’Devlet ve İhtilal’’ adlı eserini Ağustos-Eylül 1917 yılında yazdı. Bu
eserinde Devlet devrim sorununun çözümünü, Marks ve Engels’in değişik
eserlerinde dağınık olan, devlet öğretisinden çıkarımlar yaparak ortaya koydu.
Lenin burada devleti, uzlaşmaz sınıf çelişkilerinin ortaya çıkardığı bir ürün
olarak adlandırır. Toplumlar sınıflara ayrıldığından beri devlet vardır. Devlet
mutlak suretle sınıfların baskı aracıdır. Proletarya bir devrimle kendi
iktidarını kurduğunda, devleti belli bir zaman kendi sınıf çıkarları ve
iktidardan uzaklaştırdığı egemen sınıflara karşı mücadele için kullanacaktır.
Sınıfsız topluma geçişte devlet sönecek, ortadan kalkacaktır. Bunu söndürmek de
proletaryanın görevidir. Devletin sönmesinin ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel
gerekleri de vardır. Lenin bu eserinde Plehanov’u, Kautski’ yi, Pannekoek ve Kautski’ nin
polemiklerini eleştirmektedir.
Lenin,
proleter devrimin devlet karşısındaki tutumunu berraklaştıran ilk kişi
olmuştur.
Lenin,
devlet sorununu, mücadele eden proletaryanın güncel sorunu olarak kavramış ve
onu
böyle sunmuştur. (Mandel, Leninist
Örgüt Teorisi, s. 67.) Lenin’e göre proletarya, her şeyden önce kendini
bir sınıf olarak kurmalıdır. Ama, bunun yanı sıra burjuvazinin egemenliğine
karşı içgüdüsel olarak ayaklanan ara tabakaların aktif unsurlarını eylem için
örgütlemelidir de.(Mandel, Leninist
Örgüt Teorisi, s. 72 ).Burjuvazinin ezilmesi, devlet aygıtının
parçalanması, burjuva basının yok edilmesi burjuva devrimi için
hayati
bir zorunluluktur. Çünkü burjuvazi iktidar mücadelesi için sürdürülen savaşı
kaybettikten
sonra ekonomik siyasi ayrıcalıkları ele geçirmek için mücadele edecektir.
Lenin,
devlet aygıtının ele geçirilmesine ilişkin şöyle diyor:
“…Eğer devlet, sınıflar arasındaki
çelişkilerin uzlaşmaz olduğu gerçeğinden doğduysa, eğer
toplumun üzerinde ve "ona gitgide
yabancılaşan" bir iktidar ise, açıktır ki, yalnızca zora dayanan bir
devrim olmaksızın değil, ayrıca egemen sınıf tarafından yaratılmış bulunan ve
içinde o "yabancı" niteliğin maddeleştiği devlet iktidarı aygıtı da
ortadan kaldırılmaksızın, ezilen sınıfın kurtuluşu olanaksızdır.”
(V. İ. Lenin, Devlet ve İhtilal, Çeviren: Kenan Somer (8. B., Ankara: Bilim ve
Sosyalizm Yayınları, 1994), s. 16.)
Yukarıda
yapılan alıntıda görüldüğü gibi sınıflı toplumun ürünü olan devletin devrimci
yöntemle
ele geçirmek yetmez, onda oluşan egemen sınıf kurumlarının da dağıtılması,
parçalanması
gerekir. Çünkü devleti ele geçirdikten sonra sınıf mücadelesi tüm şiddetiyle
devam
eder. Hatta ekonomik anlamda mülksüzleşmenin olmasına rağmen siyasi anlamda
eşitsizlik
devam edecektir. Ama, proletarya, devlet silahına hakim olduğu zaman ve onu
yeniden
örgütlediği sürece güç kazanır. Devletin proletarya açısından bir silah olarak
taşıdığı
değer, proletaryanın onunla neler yapabileceğine bağlıdır.
(Mandel,
Leninist Örgüt Teorisi, s. 75.)
Sınıflı
devletin gücü elinin altında bulunduğu hapishanelere silahlı organlara
dayanmaktadır. İktidarın alınmasından sonra silahlı mekanizma ezenlerin değil
ezilenlere hizmet edecek bir yapı kurulur. Ancak, bu devlet, artık bir burjuva
devleti değildir; anarşistlerin iddia ettiği gibi de birden ortadan
kalkmayacaktır. Sorun ortaya böyle konulduğunda Lenin açısından
cevaplanması
geren bir çok soru vardır: Eğer devletin ele geçirilmesi bir amaç değil, bir
çok
düzenlenmenin yapılması için araç ise, devletin varlığının farklı bir sınıf
egemenliğinde
(proletaryanın egemenliğinde) belirsiz bir süre devam etmesi gerekecektir.
Devletin,
işçi sınıfının egemenliğinde de varlığını bir süre daha devam ettirmesi,
Marx’ın yapıtlarında geçen devletin ortadan kalkması idealiyle nasıl
açıklanacaktı. 1917 Devrimi
sonrasında
devletin varlığını bir süre daha sürdürmesinin bir zorunluluk olduğu ortaya
çıkıyor.
Lenin, devrim sonrasında devletin varlığının bir süre daha sürdürülmesi
gerekliliği
yönündeki
politik tutum ve davranışı devrim stratejisinin bir parçasıdır. Çünkü, Lenin’in
devrim
stratejisi bir bütün olarak düşünüldüğünde, sosyalizmin inşasına giden yolda
devletin
ele geçirilmesi sürecinde yapılanlar ile devrim sonrasında yapılan düzenlemeler
sosyalist
devrim stratejinin parçalarını oluştururlar.
Lenin,
devletin öyle hemen ortadan kalkmayacağını ve bir süre varlığını sürdüreceğini
Marx’tan
yaptığı bir alıntıyla somutlaştırmaya çalışır:
“…Benden çok zaman önce burjuva tarihçiler
bu sınıf savaşının tarihsel gelişimini, burjuva
iktisatçılar da sınıfların ekonomik
anatomisini ortaya koydular. Benim yeni olarak yaptığım şey: 1 sınıfların
varlığının, üretimin gelişimindeki belli tarihsel aşamalarla ilişkili olduğunu,
2 sınıf savaşımının zorunlu olarak proletarya diktatörlüğüne varacağını, 3 bu
diktatörlüğünü, yalnızca bütün sınıfların ortadan kaldırılmasına ve sınıfsız
topluma bir geçiş olduğunu göstermekten ibarettir.”
(Marx ve Engels, Seçme Yazışmalar, Birinci cilt, s.
75.)
Lenin’in
bu alıntıdan çıkardığı sonuç, sadece sınıf savaşının olduğunu savunmak
Marksizm
açısından yeterli olmadığını, sınıf savaşımının aynı zamanda proletarya
diktatörlüğünün
taşıyıcısı olduğu biçiminde genişletir. Bir başka değişle sınıf savaşımı
zorunlu
olarak proletarya diktatörlüğüne yol açmaktadır.
(Lenin,
Devlet ve İhtilal, s. 45)
“Kapitalist toplum ile komünist toplum
arasında, birinden ötekine devrimci dönüşüm dönemi yer alır. Buna da bir
siyasal geçiş dönemi tekabül eder ki, burada, devlet proletaryanın devrimci
diktatörlüğünden başka bir şey olamaz.”
(K. Marx ve F. Engels, Gotha ve Erfurt Programlarının Eleştirisi,
Çeviren: M. Kabagil (3. B., Ankara: Sol Yayınları, 1989), s. 41.)
Halkın
engin çoğunluğu için demokrasi ve sömürenler için, zora dayanan bastırma, yani
demokrasiden
dışlanması, kapitalist aşamadan komünist aşamaya geçişte demokrasinin
uğradığı
bir değişikliktir. Lenin bu duruma ilişkin şöyle diyor:
“Ancak komünist toplumda, kapitalistlerin
direnci kesin olarak kırıldığı, kapitalistler
ortadan kalktığı ve sınıflar yokolduğu (yani
toplumsal üretim araçlarıyla ilişkileri bakımından
toplum üyeleri arasındaki ayrım silindiği)
zaman, ancak o zamandır ki, "devlet ortadan kalkar ve özgürlükten söz etmek
olanaklı duruma gelir". Ancak ve ancak o zaman gerçekten tam, gerçekten
hiçbir istisna tanımayan bir demokrasi olanaklı duruma gelecek ve
uygulanacaktır.”
(Lenin,
Devlet ve İhtilal, s. 99.)
Komünist
toplumda ise:
“…Komünist toplumun yüksek bir evresinde,
bireylerin işbölümüne köleleştirici bağımlılığı ve, onunla birlikte, kol ve
kafa emeği arasındaki karşıtlık yok olacağı zaman, çalışmanın yalnızca bir
yaşama aracı olmaktan çıkıp, bir ilk dirimsel gereksinim durumuna geleceği
zaman; bireylerin çok-yönlü gelişmesi ile birlikte, üretim güçlerinin de
artacağı ve bütün kollektif zenginlik kaynaklarının bollukla fışkıracağı zaman;
ancak o zaman burjuva hukukunun sınırlı ufku kesin olarak aşılabilecek ve
toplum, bayrakları üstüne 'herkesten yeteneğine göre, herkese gereksinimine
göre!' diye yazabilecektir..."
(Lenin,
Devlet ve İhtilal, s. 142.)
Bu
alıntılardan sonra Lenin vardığı sonuç, proletaryanın sönüp gitmeye başlayacak
biçimde
örgütlenmiş ve zorunlu olarak sönüp gidecek bir devlete gereksinimi olduğudur.
Buna
göre:
(1)
Devletin, sınıf egemenliğinin bir organı olduğunun kabulü,
(2)
proletaryanın önceden politik iktidarı ele geçirmiş politik egemenliği kazanıp
devlete
egemen
sınıf olarak örgütlenmiş proletaryaya dönüştürmüş olmaksızın burjuvayı
deviremeyeceği,
(3)
proleter devletin zaferinden hem sonra sönüp gitmeye başlayacağı, çünkü sınıf
karşıtlıklarının olmadığı bir toplumda devlet lüzumsuz ve imkansız hale
geleceği ortadır.
1917
Ekim Devrimi’nin temel olarak bir burjuva devrimi olduğu gerçeğine bugüne kadar
ülkemizde dikkat edilmemiştir, bu ise Rus Devrimi’ne ilişkin yapılan çeşitli
yanlışlıkların temellerinden biridir. İşçi sınıfının bütün köylülükle birlikte
iktidarı aldığı Ekim Devrimi’ni sosyalist devrim olarak nitelendiren görüş işçi
sınıfının Ekim’den sonra köylülüğü proleter, yarı-proleter ve genel olarak
sömürülen bütün unsurlarıyla köy burjuvazisine ve genel olarak
kapitalizme
karşı kurduğu ittifakı, bu ittifakı gerçekleştiren mücadeleyi unutur. Sonunda
kaçınılmaz olarak demokratik ve sosyalist devrimler arasındaki nitelik farkını
unutur, sosyalizmle küçük-burjuva demokrasisini birbirine karıştırır. Ekim
Devrimi’ni sosyalist devrim olarak değerlendiren ve bu devrimde güçlerin yer
alışını işçi sınıfının fakir köylülükle ittifakı şeklinde açıklayan bu yanlış
görüşe Hikmet Kıvılcımlı’da da rastlıyoruz.
(H.
Kıvılcımlı, Halk Savaşının Planları,
s. 40.)
Doktor
Hikmet Kıvılcımlı, ülkemizde en çok teorik üretim yapan birisidir. TKP merkez
komitesi üyeliği yapmıştır. Uzun yıllar zindanlarda yatmıştır. Marksizm
kütüphanesini oluşturmuştur. Onun döneminde onunla eş değerde eserler bırakan bir
teorisyen yoktur. Kıvılcımlı, yıllarca tek teorisyen olarak kaldı. Onun bir, ya
da birkaç noktada hatasının, eksiğinin olmasını söylemek, onun değerini ve
önemini düşürmek anlamına gelmemelidir. Neredeyse kırkın üzerinde eser ortaya
koymuş ve eserleri mutlaka faydalanılması gereken eserlerdir ve bizler için
önemli derslerle doludur. 1950 tevkifatlarından sonrasında yeniden oluşturulan
TKP’ ye boyu uzun olduğu için alınmaz (aslında Kıvılçımlı’nın teorik
kapasitesinden korkmaktadırlar). Ama boş durmaz Kıvılcımlı, Vatan Partisi’ni
kurar, İPSD’ yi ve Yapı-İş Sendikasını kurar, kitap-dergi, yayın çıkarır gene
de kendisine göre mücadeleyi sürdürür. Bu açıklamayla yanlış anlamanın önüne
geçtikten sonra, Kıvılcımlı’nın konusunu şimdilik burada noktalayalım.
Oysa
Ekim Devrimi’nin burjuva demokratik niteliği üzerinde yeterince delil vardır.
1917
Ekim’inde köylü sovyetlerinin yapısı kozmopolittir; Baltık sahili hariç hiçbir
yerde fakir ve topraksız köylüler yönetimi ele geçirememiştir. Bunu köylülerin
geriliği ile değil, devrimin demokratik niteliği ile açıklamak gerekir.
(Troçki,
Rus Devrim Tarihi, C: III, s.
14.)
“Vermenichev’in
hesaplarına göre Şubat-Ekim arasında köylülerle feodaller arasında 4954 olay,
köy burjuvazisine karşı ise 324 olay olmuştur. Bu da 1917’de köylü hareketinin
sosyal
temel olarak kapitalizme karşı değil köleliğe karşı yöneldiğini gösterir.”
(Troçki,
Rus Devrim Tarihi, C: III, s.
17.)
Ancak
Ekim Devrimi klâsik bir burjuva demokratik devrimi değildir;
demokratik
devrim işçi sınıfının yönlendirici gücünü oluşturduğu işçilerin ve köylülerin
ortak iktidarı altında yapılmıştır. Ancak bu, iktidar içinde sınıf
mücadelesinin olmadığını göstermez.
Ekim
Devrimi’nin ikili karakterini ve Ekim’den sonraki mücadeleyi Stalin şöyle
açıklamaktadır:
“...
ama Ekim ayaklanmasının ve Ekim ihtilâlinin burjuva devrimini tamamlamakla
yetindiğini, ya da bu görevi temel görev saydığını size kim söyledi? Bunu
nereden
çıkardınız?
Burjuvazinin iktidardan devrilmesini ve Sovyet iktidarının kurulmasını, burjuva
devrimci çerçevesi içinde durdurmak mümkün müdür? Sovyet iktidarının
gerçekleştirilmesi
burjuva
devrimi çerçevesinin dışına taşmak değil midir? Kulak’ların (ki onlar da
köylüdür) burjuvazinin devrilmesini ve iktidarın emekçilerin eline geçmesini
destekleyebilecekleri
nasıl
söylenebilir? Toprağın millileştirilmesi, toprakta özel mülkiyetin
kaldırılması, toprak alım-satımının yasaklanması gibi kanunların, sosyalist
kanunlar sayılmamakla birlikte, bizde Kulak’larla ittifak halinde değil, tam
tersine, onlara karşı mücadelenin gereği olarak kabul
edildiği
nasıl inkâr edilebilir? (...) Ekim ihtilâlinde esas olan şeyin bu ve bunlara
benzer davranışlar ve burjuvazinin iktidardan düşürülerek Sovyet iktidarının
kurulması olmayıp,
burjuva
devriminin tamamlanması olduğu nasıl söylenebilir?”
(Stalin,
Sosyalist Ekonominin Meseleleri,
s. 51.)
Görüldüğü
gibi Ekim devrimi önderleri de bu devrimin niteliği üzerinde tartışmaktadırlar.
Bu devrime bir ad vermeye çalışmaktadırlar.
RUS
DEVRİMİ VE REEL SOSYALİZM-VII
1917
Ekim Devrimi Ve Sonrası
1917
Şubat devrimi Rusya’da yeni durumlar ortaya çıkarmıştı. Bu yeni durumlar,
Lenin’i yeni teori üretmeye götürür. Bu yeni teorileri partiye sunar ancak
parti bunların hepsini değil bir kısmını onaylar. Şubat devriminde Bolşeviklerin
etkisi olmamıştır. Devrimin itici güçleri, işçiler, köylüler ve askerlerdir.
Devrim ikili iktidar yaratmıştır, bir tarafta işçi-köylü-asker Sovyetleri,
diğer tarafta burjuvaziye ait geçici hükümet bulunmaktadır. Bu durumun böyle
devam edemeyeceğini ileri süren Lenin bütün iktidarın Sovyetlere verilmesi
sloganını ileri sürer. Ve uzun zamanda bu slogan üzerinde durulur.
Fakat
ortada sürekli ilerleme halinde olan bir kitle hareketi vardır. Muazzam bir
toplumsal hareket vardır. Lenin devrimi gerçekleştirip iktidarı almakta yavaş
davranır. Ayağa kalkmış olan kitleyi sakin olmaya çağırır. Şubat ve Ekim
arasında ki dönemde proletarya içinde yeteri kadar desteği olmayan Bolşevikler
hızla desteklerini arttırırlar. Artık geçici hükümetin bu işi götüremeyeceği, yalpaladığı
ve yönetme olanaklarını kaybettiği iyice anlaşılır. Lenin’i bu dönemde asıl
düşündüren şey, iktidarı alırsak ondan sonrasını götürebilirmiyiz ? olayıydı.
Lenin sınıfın ve toplumun daha geniş bir kesiminin devrime katılmasını, devrimi
kitlelerin eseri olmasını istiyordu.
Lenin
Menşeviklerin bir kanadı gibi kendilerini sosyalist gören gruplarla birleşme
çabalarını hızlandırır. Ancak partide bu birleşmelere itirazlar olur ve
onaylanmaz. Bir zamanlar Lenin’i ve Bolşevikleri kıyasıya eleştirmiş olan
Troçki partiye davet edilir ve oy birliğiyle kabul edilerek parti merkez
komitesinde görevlendirilir Troçki 1902 de ki Bolşevik Menşevik ayrılıklarında,
Menşevik kanatta yer almış, daha sonraları kısmen Menşeviklerle yakın durmuş,
onlarla iyi ilişkileri sürmüşse de RSDİP içinde bağımsız kalmıştır. Troçki daha
çok parti örgütü değil de işçi sınıfının içinden çıkan belki kendiliğinden
çıkmış olan, Sovyet örgütlenmesine daha yakın durmuş, hatta başkentte onun
önderliğini de yapmıştır. Yıllar geçen parti yaşamında Troçki Lenin’i
eleştirmişse Lenin de onu eleştirmiştir. Lenin, Troçki’nin 1905 lerde ileri
sürdüğü ünlü sürekli devrim tezlerini de eleştirmişti. Şubat ve Ekim devrimi
arası dönemde Nisan tezlerinde Lenin’in Troçki’nin tezlerine yaklaştığı görülür
ama tezler bire bir aynı değil sadece bazı noktalarda örtüşür bir hale
gelmiştir. Troçki de o dönem partinin önemli teorisyenlerindendir, kafası
çalışan birisidir. Ekim devriminin Lenin’den sonra gelen ikinci adamıdır.
Troçki sınıfın içinde iyi ilişkileri olan birisidir, başkent sovyetinin başkanlığını da yapmıştır. Onun ve
başkalarının Bolşeviklere katılımı, Bolşevikleri sınıf ve kitleler içinde
büyütmüştür. Lenin, Troçki için aramıza en son katılan ama en iyi Bolşevik odur
demiştir. Troçki olayına ileride tekrar döneceğiz.
Kitleler
evinde oturur ya da fabrikada tezgah başında dururken ayaklanmaya
çağırılmamıştır. Kitleler bizzat greve gittiği, sokaklara döküldüğü dönemde
Ekim’ de devrime gitme kararları alınır. Lenin önceleri sakin olunmasını
istemiş, eylemlerin durmasını istemiştir. Bakmışlar ki olmuyor partide oylama
yaparak devrim kararını almışlardır. Genel grev, genel direniş, sokak
gösterileri silahlı ayaklanmaya dönüştürülür. Önce hareket Petrograd’dan
başlatılır, ardından Moskova ve diğer sanayi kentlerinde ilerletilir. Geçici
hükümet tutuklanır. Çar ailesi kurşuna dizilir. Lenin devrim günlerinde
Petrograd’a geçerek silahlı devrim hareketini bütün detaylarına kadar oradan
yönetir.
O zamana kadar toplanmakta olan Duma çoğunluğunu Çarlık rejimine yakın çevrelerin oluşturduğu milletvekilleri Geçici Hükümeti kurduklarını ilan ederek yönetimi almaya çalışsa da tabanda örgütlenen asker, köylü ve işçi sovyetleri de alternatif iktidar olarak ortaya çıkar ve ikili bir iktidar dönemi yaşanır.
Ancak Geçici Hükümetin uyguladığı poltikalar Çarlık rejimi politikalarından pek de farklı olmadığından ötürü rahatsızlıklar sürmektedir.
Şubat Devriminin çıkış sebeplerinden birisi olan halktaki barış isteği dikkate alınmamış, İtilaf Devletlerinin istekleri doğrultusunda I. Dünya Savaşına devam edilmiştir. Mayıs ayında yaptığı açıklamada Geçici Hükümetin Dışişleri Bakanı Pavel Milyukov savaşa devam edileceğini ve zafere ulaşılana dek mücadelenin süreceğini açıklamıştır. Rus cephesindeki Alman ordularının Batı cephesine kaydırılmasını istemeyen İtilaf Devletlerinin baskısıyla alınan bu karar halkta galeyana yol açmış ve protesto edilmiştir.
1917 Temmuz
Günleri protestoları
Temmuz ayında Almanya İmparatorluğu ordularına karşı
düzenlenen ve başarısızlıkla sonuçlanan saldırıdan sonra eylemlerde 500 bin
işçi Geçici Hükümetin istifasını istemiştir. 16 temmuz günü kendiliğindne
başlayan ve Temmuz Günleri olarak adlandırılan olaylarda
askerler ve işçiler sovyetler lehine iktidarı almaya kalksalar da başarılı
olamayacak ve Geçici Hükümet tarafından bastırılacaktır. Sovyet yönetimindeki Menşevik
ve SR’lar da ayaklanmayı
desteklememiş, bastırılmasından yana olmuşlardır. Gösterilerin bastırılması
sırasında 56 kişi ölecek, 560 kişi de yaralanacaktır.Bu dönemden sonra artık Sovyetler Geçici Hükümet karşısında bastırılmış durumdadır. Rus ekonomisi bu sırada felakete doğru gitmektedir. Sanayi ve ulaşımdaki düzensizlikler üretimin 1916 yılları seviyesine düşmesine yol açmış, kapanan işletmeler yüzünden yoğun işsizlik yaşanmaktadır. İşçilerin eline geçen ücret düşmüş ve alım gücü 1913 yılı seviyelerine gerilemiştir. Ülkenin borçları 50 milyar rubleyi aşmış durumdadır ve iflasın eşiğindedir.
Temmuz Günlerini özellikle Bolşeviklere karşı baskı dönemi izler. Lenin Finlandiya’ya kaçacak, Troçki başta olmak üzere çok sayıda Bolşevik lider tutuklanacaktır. Kurulan yeni Geçici Hükümette Aleksandr Kerenski başbakan olur.
Kerenski’nin bilgisi dahilinde ve Petrograd’daki sosyalist örgütlere karşı Çarlık Ordusu komutanlarından Lavr Kornilov komutasındaki Kazak Ordusu şehre gelerek sıkıyönetim ilan etmek ve idareyi ele almak için ilerler. Kornilov Olayı olarak bilinen olay sırasında Kerenski paniğe kapılarak darbenin kendisini de tasifye edeceğini anlar ve o sırada en güçlü ve en örgütlü siyasi güç olan Bolşeviklerden yardım ister. Petrograd, Moskova, Kiev, Harkov ve diğer şehirlerdeki Bolşevik işçi ve askerler Kornilov karşıtı eylemler yaparlar. Bolşevik Parti Merkez Komitesi 27 Ağustos 1917’de yaptığı açıkalmada Şubat Devrimi ile kazanışan herşeyi boğmak için Petrograd’a ilerleyen Kornilov birliklerinin durdurulması çağrısı yapar. Özellikle demiryolu işçilerinin engellemesi ve Kazak Bolşevik askerlerin propagandası sonucu Kornilov’un ordusu dağılır ve darbe girişmi başarısız olur. Bu olayda Bolşeviklerin gücü sınanmış olacak ve iktidarın alınamsında önemli bir evre geçilmiş olacaktır.
Kornilov’un darbesinin başarısız olmasıyla beraber Bolşeviklerin saygınlığı ve Sovyetlerdeki desteği artar. Petrograd, Moskova başta olmak üzere Briansk, Samara, Saratov, Tasritsyn, Minsk ve Kiev Sovyetlerinde çoğunluğu kazanırlar. Tüm Rusya Sovyetler Merkezi Yönetim Komitesi iktidarın alınması yönünde karar alır.
Eylül ve Ekim aylarında Moskova ve Petrograd sanayi işçileri, Donbas maden işçileri, Ural metal sanayi işçileri, Bakü petrol işçileri, tekstil işçileri ve demiryolu işçileri sayısız grev yaparak Geçici Hükümeti protesto ederler. Bu iki ay zarfında toplamda 1 milyon işçinin grev süreçlerine katıldığı düşünülmektedir. İşçiler çoğu fabrika ve işyerinde yönetimi ele almış ve üretim ile dağıtımı kontrol etmekteydi.
Ekim 1917’ye gelindiğinde kırda da benzer bir durum vardır. Büyük toprak sahiplerine karşı yoksul köylüler tarafından 4 binin üzerinde ayaklanma eylemi kaydedilmiştir. Geçici Hükümetin toprak sahiplerinden yana davranması ve ayaklanmaları bastırmak için askeri birlik göndermesi yoksul köylüleri de toprakların kendilerine verileceğini söyleyen Bolşeviklere yakınlaştıracaktır.
Cephede, şehirlerdeki garnizonlarda ve savaş gemilerindeki askerler ve bahriyeliler de açıkça Geçici Hükümeti tanımadıklarını ilan edecek ve seçilmiş temsilcilerini Sovyetlere göndererek iktidarın alınmasından yana görüş bildireceklerdir.
10 Ekim günü toplanan Bolşevik Merkez Komitesi silahlı ayaklanma gündemiyle toplanır ve 10-2 oyla ayaklanma lehine karar alınır.
25 Ekim 1917 Bolşevikler günü başkent Petrograd’da artık işlemez haldeki Kerenski önderliğindeki Geçici Hükümete karşı hareket geçer. İktidarın alınması sırasında kan dökülmez ve Bolşeviklere bağlı Kızıl Muhafızlar neredeyse hiçbir direnişle karşılaşmadan tüm hükümet ve devlet binalarını ele geçirip son olarak Kışlık Saraya 25-26 Ekim gecesi saldırırlar. Bu saldırı bolşevik önder Vladimir Antonov-Ovseenko tarafından sevk ve idare edilir. Saldırı için işaret Aurora kruvazöründen kurusıkı ateşlenen top ateşidir. Kazaklar, askeri öğrenciler ve kadınlar birliği tarafından korunan saray sabaha karşı saat 02 sularında düşer. Devrimin resmi tarihi 25 Ekim olacaktır. İktidar fiilen alındıktan sonra toplanmakta olan ve çoğunluğunu Bolşevik ve müttefikleri olan Sol SR vekillerinin oluşturduğu 2. Tüm Rusya Sovyetler Kongresine iktidarın teslim edildiği ilan edilir.
2. Tüm Rusya Sovyetleri Kongresindeki 670 delegeden yarısından yaklaşık 300’ü Bolşevik, yaklaşık 100’ü de Sol SR olduğundan kongredeki çoğunluk Aleksandr Kerenski hükümetinin devrilmesini onaylayacaktır. Kışlık Sarayın alınma haberi kongreye ulaştığında iktidarın İşçi, Asker ve Köylü Vekilleri Sovyeti olarak alındığı ilan edilecek ve Ekim Devrimi onaylanacaktır. Kongrede bulunan sağ kanat ve SR temsilciler alınan kararı protesto edip kongreyi terk edecektir. Protestoya katılıp Lenin ve Bolşeviklerin yasadışı şekilde iktidarı aldığını belirten Menşevikler de kongreden ayrılır. Ertesi gün Kongre yeni Sovyet hükümetininin temeli olan Halk Komiserleri Konseyini (Rusçası: Совет народных коммиссаров, Latin harfleriyle kısaltması Sovnarkom’dur) seçer. Kurucu Meclis toplanıncaya kadar iktidarda olacağı açıklanan Sovnarkom ilk olarak Barış ve Toprak Kararnamelerini kabul ederek I. Dünya Savaşından çekildiklerini ve büyük toprak sahiplerine ait toprakların da yoksul köylülere dağıtıldığını açıklar.
Sovnarkom’da görev dağıtımı aşağıdaki şekilde olur:
Halk Komiserliği Komiser
Başkan Vladimir Lenin
Sekreter Nikolai Gorbunov
Tarım Halk Komiserliği Vladimir Milyutin
Savaş İşleri Halk Komiserliği Vladimir Antonov-Ovseyenko-Nikolai Krilenko
Deniz İşleri Halk Komiserliği Pavel Dibenko
Ticaret ve Sanayi Halk Komiserliği Viktor Nogin
Eğitim Halk Komiserliği Anatoli Lunaçarski
Gıda Halk Komiserliği Ivan Teodoroviç
Dışişleri Halk Komiserliği Lev Troçki
İçişleri Halk Komiserliği Aleksey İvanoviç Rikov
Adalet Halk Komiserliği Georgy Oppokov
Çalışma Halk Komiserliği Aleksandr Şlyapnikov
Milletler Halk Komiserliği Josef Stalin
Telgraf ve Posta Halk Komiserliği Nikolai Glebov-Avilov
Demiryolları Halk Komiserliği (boş)
Maliye Halk Komiserliği Ivan Skvortsov-Stepanov
İlk icraatlar
Sovnarkom, kendisine karşı cephe alan başta Kadetler olmak üzere özellikle monarşi yanlısı partilerle, Kerenski kabinesi üyelerini tutuklar. 20 Aralık 1917’de devrimi korumak için Çeka (Rusçası: Vserossiiskaia chrezvychainaia komissiia po bor'be s kontrrevoliutsiei i sabotazhem, Tüm Rusya Karşı-Devrim ve Sabotajla Savaş Olağanüstü Komisyonu) kurulacaktır. Şehirde işçilerin ve kırda da köylülerin ittifakını simgeleyen orak ve çekiç Sovyetler Birliğinin arması olarak kabul edilir. Sovnarkom’un aldığı ve uyguladığı ilk kararlarda 1871 yılındaki ilk işçi iktidarı denemesi olan Paris Komününün etkisi hissedilir. Alınan kararlar arasında en önemlileri arasında şunlar sayılabilir:- Tüm bankalar kamulaştırılmıştır.
- Tüm fabrikaların denetimi Sovyetlere geçmiştir.
- Tüm banka hesaplarına el konmuştur.
- Kiliselerin bütün malvarlıklarına (banka hesapları dahil) el konulmuştur.
- İşçi asgari ücretlerine zam yapılmış ve sekiz saatlik işgünü kabul edilmiştir.
- Bütün dış borçlar reddedilmektedir.
Rus İç Savaşı
Rus İç Savaşına müdahale eden İngiltere tarafından
hazırlanan propaganda posteri. Bolşevikler kızıl bir canavara benzetilmiştir.
İngiltere ise Beyaz Orduya yardıma gelmektedir.
Bolşeviklerin Rusya İmparatorluğunun diğer şehirlerinde
iktidarı ele geçirmeleri de zor olmayacaktır[7].
Bolşevikler çok uluslu Rusya topraklarında özellikle Rus olmayan bölgelerde
bağımsızlık talebinde bulunan yerel hareketler iktidarın alınmasını
zorlaştırmıştır. Örneğin Ukrayna Rada’sı 23 Haziran 1917’de otonom olduğunu
ilan etmiş, 25 Ocak 1918’de de bağımsız olduğunu ilan etmiştir. I. Dünya Savaşı sırasında Doğu cephesinde
engelsiz ilerleyen Alman İmparatorluğu birlikleri de Sovyet karşıtı Ukrayna
bağımsızlığını desteklemiş ve Ukrayna’daki Bolşeviklere karşı katliam
uygulanmıştır. Ekim Devrimi ile parlamenter sistemden sosyalist temsil
sistemine geçilmiştir. Ancak Ekim Devrimi ile görece kansız şekilde alınan
iktidar, Bolşevik karşıtlarının örgütlenerek Beyaz Ordu’yu
oluşturmaları ile kanlı bir iç savaşa sürüklenecektir. İtilaf Devletleri ülkenin her tarafına asker
çıkartarak iç savaşa dahil olacaktır. Bolşevikler 1918-1922 yılları arasında
süren ve ülkenin çok büyük yıkıma uğramasına yol açan iç savaştan zaferle
ayrılacaktır. Bolşevikler savaş yıllarında şehirleri ve Kızılordu’yu
öncelikli olarak beslemek için uygulamaya koyduğu Savaş Komünizmi politikaları çok sayıda köylü
ayaklanmasına yol açacak, en son yaşanan Kronstadt Ayaklanmasından sonra 10. Parti
Kongresi kararıyla NEP uygulamaları devreye sokulacaktır. Dış borçlarını tahsil
edemeyen ve Çarlık rejiminin devamını talep eden İtilaf Devletlerinden ABD 1933 yılına kadar
Sovyetler Birliğini tanımayacaktır. Avrupa ülkeleri ise 1920’li yılların sonuna
doğru ancak ikili ilişkileri kuracaktır.(http://tr.wikipedia.org/wiki/Ekim_Devrimi)
Menşeviklerin
devrim karşısındaki politik tutumu Bolşeviklerden biraz daha farklıydı.
Menşeviklere
göre, iktidarı burjuvazi almalıydı. Bu tarihin değişmez yasaları tarafından
saptanmış
bir olguydu. Halen sürmekte olan savaş ise, burjuvazinin devrilmesini olanaksız
kılan
bir diğer faktördü. Dış siyasetin üstesinden sadece burjuvazi gelebilirdi.
Menşevikler,
sürdürmekte kararlı oldukları bu politik tutum ile devrimi dışlıyor, iktidarın
alınmasında reformcu anlayışı benimsiyor ve sosyalist devrimin ne zaman
gerçekleştirileceği
belli olmayan bir zamana erteliyordu.
Şubat
Devrimi’yle oluşan yeni politik durum oldukça farklıydı. İktidarın burjuvaziye
teslim
edilmesi gerekliliğini yönündeki Menşevik görüşü Sovyet dahi olumlu
karşılıyordu.
Sovyet,
iktidar olacak güce sahipti, ancak ondan vazgeçmeye de hazır görünüyordu. Yeter
ki
Sovyet’in kapısına kilit vurmayacakları, etkisiz hale getirmeyecekleri
hususunda söz
versinler.
3
Temmuz’da kendiliğinden patlak veren ve 4 Temmuz’da doruğuna ulaşan bu
gösteriler
5-6 Temmuz günlerindeki sert karşı devrime yol açtı. Temmuz ayında yaşanılan
bu
olumsuz gelişmeleri Lenin yorumlamakta gecikmedi:
“... 20 ve 21 Nisan, 10 ve 18 Haziran , 3 ve
4 Temmuz olmak üzere 3 siyasi bunalım
ortaya çıktı. (...) Birincisi 20-21 Nisan
bunalımı, göstericiler üzerine kara yüzlüleri ateş
açmaya sevk eden ve Bolşeviklere karşı eşi
görülmemiş şiddetle bir kara çalmalar dalgası
yaratan ani, kendiliğinden organizasyondan
yoksun bir hareket oldu. Patlamayı bir siyasi
organizasyon izledi. İkinci olayda,
Bolşevikler tarafından bir gösteri kararlaştırılmıştır.
Sovyetler kongresi bu gösteriyi kesin olarak
yasaklayınca ve Bolşeviklere tehditkar bir
ültimatom gönderince, bundan vazgeçiliyor.
Ortak olarak yapılan 18 Haziran gösterisi
sırasında Bolşeviklerin sloganları açık bir
şekilde üstün geliyor. Sosyalist devrimcilerin ve
Menşeviklerin kendi itiraflarına göre, 18
Haziran akşamı bir siyasi bunalım patlak verecekti
eğer cephedeki bir saldırı onu
engellenmeseydi. Üçüncü bunalım, 2 Temmuzda onu
önlemeye çalışan Bolşeviklerin çabalarına
karşın 3 Temmuzda kendiliğinden gelişiyor, 4
Temmuzda en ateşli noktasından ve 5 ve 6
Temmuzda Karşı devrimin doruğuna varıyor.
(Lenin,
Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi,
s. 83.)
Lenin,
Temmuz günlerinde bir başka stratejik sonuç daha çıkardı: Taktik ve
sloganların
nesnel durumdaki genel değişimine uygun olarak süratle değiştirilmesi
zorunluluğunu
gündeme taşıdı. İktidarın, barışçıl bir biçimde işçi sınıfına transferi
mümkün
değildi. 3-4 Temmuz sloganları iktidarın barışçıl yönde alınması için son
girişimdi
ve artık bunlar geride kalmıştı. Lenin’in Temmuz günlerinde çıkardığı en önemli
sonuç,
iktidarın doğrudan ve çok uzak olmayan bir gelecekte ele geçirilmesinin bir
zorunluluk
olarak ortaya çıkmasıydı. Lenin, tüm iktidarın barışçıl bir biçimde Sovyetlere
aktarılması
yönündeki sloganının artık geride kaldığını şöyle ortaya koyuyordu:
“Rus devriminin barışçı bir yoldan gelişmesi
üzerine kurulan umutlar geri dönmemek
üzere sönmüştür. Nesnel durum şöyle
görülmektedir: ya askeri diktatörlüğün tam zaferi yada
işçilerin silahlı ayaklanmasının tam zaferi.
Bu zafer, ancak, ayaklanma, iktisadi yıkım ve
savaşın uzaması sonucu, yığınların, hükümete
ve burjuvaziye karşı derin bir kaynaşmasıyla
birlikte olduğu zaman olanaklı olacaktır.
‘Bütün iktidar Sovyetlere’ sloganı Nisan, Mayıs,
Haziran aylarında ve 5-9 Temmuza kadar, yani
gerçek iktidarın askeri diktatörlüğe geçtiği
ana kadar mümkün olmuş olan devrimin
barışçıl gelişmesinin sloganı oldu. Ne askeri
diktatörlüğün ne de sosyalist-devrimcilerin
ve Menşeviklerin, tam fiili ihanetine hesaba
katmadığına göre, bu slogan artık doğru
değildir.
(Lenin, Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi, s. 83.-84)
Lenin,
3-4 Temmuz’da iktidarın ele geçirilmesi için kesin ve kararlı bir tavrın
ortaya
konulamamasının gerekçelerini Ekim Devrimi sonrasında şöyle ifade ediyordu:
a)-
Devrimin öncüsü olan sınıf henüz arkamızda değildi;
b)-
devrimci coşku henüz büyük halk yığınlarını sarmamıştı;
c)-
düşmanlarımız arasında ve kararsız küçük burjuvazi arasında, o zaman ciddi
siyasal genişlik taşıyan duraksamalar yoktu. Bugün bu duraksamalar büyük bir
genişlik kazandı;
d)-
iktidar ele geçirilse dahi ne madden ne de siyasal olarak koruyabilirdik.
(Lenin,”
Marksizm ve Ayaklanma,” Ekim Devrimi Dosyası, s. 111.)
Kornilov
darbesinin başarısızlığa uğramasının ardından Lenin, uzlaşmaya dair bir yazı
yazdı.
Buna göre, “Rus devrimi çok özgül ve keskin bir dönem yaşıyor. Parti olarak
gönüllü
bir tavizde bulunabiliriz. Dolaysız ve birincil sınıf düşmanlarımız olan
burjuvaziyle
değil; yönetici küçük burjuva durumundaki demokratik partilerle, sosyalist
devrimcilerle
ve Menşeviklerle. Bu partilere bir uzlaşma önerebiliriz. Bizim açımızdan
uzlaşma,
Temmuz öncesi dile getirdiğimiz tüm iktidarın Sovyetlere verilmesi temelinde,
Sovyet’e
karşı sorumlu olacak bir sosyalist devrimciler ve Menşevik hükümetinin
oluşturulmasıdır.
Böylece Rus devriminin barışçıl yoldan ilerlemesini sağlayacak ve dünya
devrim
hareketi içinde barışa ve sosyalizm zaferine doğru büyük bir şans
yaratabilecektir”.
(Lenin,
“Devrimin Görevleri,” Ekim Devrimi Dosyası, s. 136.)
18
Eylül tarihli Demokratik Konferans’ta, Bolşevik grup, Lenin’in önerdiği
uzlaşmayla
uygunluk içinde bir bildiri yayınladı. Ne var ki, Sosyalist Devrimciler ve
Menşevikler
uzlaşma önerisini reddettiler. Kornilov darbesinin yenilgiye uğramasına
rağmen
Geçici Hükümet varlığını sürdürmeye devam etti. Lenin, iktidarın ele
geçirilmesi
için
sürdürdüğü politik mücadelenin son anına kadar barışçıl yöntemlerin geçerli
olabileceğini
göstermeye çalıştı. Ancak, barışçıl yöntemlerle iktidarın Sovyetlere
devredilmesi
yönündeki beklentisine olumlu bir karşılık bulamadı.
Sovyetlerde
Bolşeviklere verilen destek giderek büyüdü. Bir süre sonra Sovyet içinde,
Bolşeviklerin,
bir Sovyet hükümeti kurulması yönündeki yaklaşımı destek bulmaya
başladı.
Petrograd ve Moskova Sovyetlerin içinde Lenin’in tasarısı kabul edildi. Bu
gelişmeler
Bolşeviklerin Sovyetler içinde etkinliğinin ne kadar arttığının açık bir
göstergesidir.
Eylül
ayındaki Moskova Duma’sı seçimleri Bolşeviklerin kitleler üzerindeki etkisinin
ne kadar yükseldiğini gösterdi. (Şurasını hatırlatalım ki, Moskova,
Petrograd’dan daha az aktif, çok daha küçük-burjuva bir şehirdir.)
Sosyalist-Devrimciler
54.000 oy aldılar. (Haziran seçimlerinde 375.000 oy almışlardı) Menşevikler
76.000’den 16.000’e düştü. Kadetler 101.000 oydan sadece 8.000 oy kaybettiler.
Bolşevikler 75.000’den 198.000’e yükseldiler ve tüm oyların %52’sini aldılar.
Moskova garnizonunun %90’ı Bolşeviklere oy verdi.
(Troçki,
Rus Devrim Tarihi, C: II, s.
282.)
Dördüncü
Geçici Hükümet Kerensky önderliğinde 24 Eylül’de yeniden kuruldu.
Ancak
geçici hükümetin, toplum içinde hiçbir saygınlığı kalmamıştı. Sovyetler artık
büyük
ölçüde
Bolşeviklerin kontrolündedir. Lenin partideki saldırıyı işte bu koşullarda hiç
beklenmedik
bir anda başlatacaktır.
12–14
Eylül tarihleri arasında, Lenin tarafından yazılan iki mektupta ivedi
amaç
olarak silahlı ayaklanma sloganıyla somut hazırlıkları ve pratik örgütleri
başkaldırıya
çağırıyordu:
“Her
iki başkent işçi ve asker temsilcileri Sovyetlerinde de çoğunluğu sağlayan
Bolşevikler,
iktidarı ellerine alabilirler ve almalıdırlar. Bunu yapabilirler çünkü
yığınları sürüklemek için, düşmanın direncini kırmak, onun yok etmek için
iktidarı fethetmek ve
elde
tutmak için, her iki başkent halkının etkili devrimci öğeler yoğunluğu yeter.”
(Lenin,”
Bolşevikler İktidarı Almalıdırlar,”
Ekim Devrimi Dosyası, s. 107.)
16
Ekim’de başka bir parti liderleri toplantısı daha düzenlendi. Bu toplantıda da
ayaklanmaya
ilişkin çok yönlü mücadeleden bahsediyordu:
“Başarılı olmak için ayaklanma bir komploya
ya da bir partiye değil, öncü sınıfa
dayanmalıdır. İşte birinci nokta ayaklanma
halkın devrimci atılımına dayanmalıdır. İşte ikinci
nokta, ayaklanma yükselen devrim tarihinin
halk öncüsünün etkinliğinin en güçlü olduğu,
düşman saflarında ve devrimin güçsüz,
karasız, çelişki dolu dostlarının saflarında
duraksamaların en güçlü oldukları bir dönüm
noktasında patlak vermelidir; işte üçüncü
nokta.”
(Lenin, “Marksizm ve Ayaklanma,” Ekim Devrimi Dosyası, s. 110..)
İşçi
sınıfının önündeki güncel sorun belliydi: “Silahlı ayaklanma”. Ne ilginçtir ki,
Lenin,
önceleri iktidarın ele geçirilmesinde silahlı ayaklanmanın henüz geçerli
olmadığını
öne sürüyor iken, Temmuz ayı sonrasındaki gelişmeler Lenin’i, silahlı
ayaklanmanın
ısrarlı savunucusu durumuna getirmişti. Lenin, bu yeni duruma ilişkin
devrim
stratejisini bir başka makalesinde şöyle özetliyordu:
‘...iktidarın Sovyetlere geçmesinin bugün
gerçekte silahlı ayaklanma anlamına geldiği
üzerinde durmak gerekiyor. (...) Şimdi
silahlı ayaklanmadan vazgeçmek, Bolşeviklerin temel
sloganından (tüm iktidar Sovyetlere) ve
genel olarak proleter devrimci
enternasyonalizminden vazgeçmek anlamına
geliyor’.
Lenin,
“Marksizm ve Ayaklanma,” Ekim Devrimi
Dosyası, s. 146..)
Lenin,
iktidarın ele geçirilmesinde silahlı ayaklanmanın bir zorunluluk halini
aldığı
yönündeki tespitlerini Engels’in, 1848 Alman Devriminin başarısızlıklarına
ilişkin
yaptığı açıklamalara dayandırmaktaydı. Engels, 1848 Almanya’daki Devrimin
başarısızlığının
nedenlerini şöyle açıklıyordu:
“...Birincisi, eğer oyununuzun bütün sonuçlarına
korkusuzca göğüs germeye iyice
kararlı değilseniz, ayaklanma ile hiç
oynamamak. Ayaklanma, değerleri her gün değişebilen çok belirsiz büyüklükler
ile yapılan bir hesaptır; düşman güçleri, her tür örgütlenme, disiplin
ve yetke alışkanlığı üstünlüğüne
sahiptirler; eğer onların karşısına daha üstün güçler
çıkaramazsanız, bozguna uğradığınızın, hapı
yuttuğunuzun resmidir. İkincisi, bir kez
ayaklanma yoluna girdikten sonra, en büyük
bir kararlılık ile ve saldırıcı biçimde davranmak.
Savunma, her türlü silahlı ayaklanmanın
ölümüdür; ayaklanma, daha düşmanları ile boy
ölçüşmeden yitirilir. Düşmanlarınıza,
güçleri dağınık olduğu sırada, birdenbire saldırın, ne
kadar küçük olursa olsun, yeni, ama günlük
başarılar hazırlayın; ilk başarılı ayaklanmanın
size verdiği morali yükselterek sürdürün;
her zaman en güvenilir yanda gitmeye çalışan
sallantılı öğeleri böylece kendi yanınıza
alın...”
(Friedrich
Engels, Almanya’da Devrim ve Karşı
Devrim, Çeviren: Kenan Somer (2. B ,. Ankara: Sol Yayınları, 1992), s.
116-17.)
Engels,
ayaklanma esnasında başarıya ulaşmak için kitlelerin her şeyden önce kararlı
olması gerektiği hususunda uyarıda bulunuyordu.
Rus
toplumu bir sosyalist devrime gebeydi ve her geçen gün yaşanan toplumsal
gelişmeler
onu devrime daha da yaklaştırıyordu. Yaşanılan bu süreçte Bolşeviklerin
izlemesi
gereken bazı taktikler Lenin’in gönderdiği mektuplarda son halini aldı. 10(23)
Ekim
1917 tarihli RSDİP (BOLŞEVİK) Merkez Komite’nin oturumunda, Lenin’in ayaklanma
yönündeki
ısrarlı tutumunun, her şeyin olgunlaşmış olduğu ve bir silahlı ayaklanma için
tüm
parti örgütlerinin teyakkuz durumunda bulunması gerekliliği yönünde bir karar
alınmasına
neden oldu.
(Lenin,
“RSDİP (BOLŞEVİK)Merkez Komitesinin
Oturumu,“ Ekim Devrimi Dosyası, s. 157.)
16(29)
Ekim 1917 RSDİP (BOLŞEVİK) Merkez Komite oturumunda, bütün işçi ve bütün
askerleri silahlı ayaklanmayı her yönüyle hazırlamak için Merkez Komite göreve
çağrıldı.
(Lenin,
“RSDİP (BOLŞEVİK) Merkez Komitesinin
Oturumu,“ Ekim Devrimi Dosyası, s. 159.)
24(6)
Kasım 1917 Merkez Komite üyelerine gönderilen mektupta, ayaklanmanın
geciktirilmesinin devrimi yok edeceğini tarihin eğer yazılacaksa bu gece sizler
tarafından yazılacağını, belirsiz 25 Ekim oylamasını beklemenin anlamsız
olduğunu, bu gibi sorunların halkın kuvvetle çözmesi gerektiğini vurguladı.
(Lenin,
“RSDİP (BOLŞEVİK) Merkez Komitesinin
Oturumu,“ Ekim Devrimi Dosyası, s. 169.)
Devrim
nihayet amacına ulaştı. Lenin’in 25(7) Kasım 1917 tarihli Rusya Yurttaşlarına
adlı bir
bildiride
yayınlandı. Bu bildiride mevcut durumu şöyle ortaya konuyordu:
“Geçici hükümet görevden alınmıştır. Devlet
iktidarı, Petrograd işçi ve asker temsilcileri
Sovyetinin organı olan ve Petrograd işçileri
ve garnizonunun başında bulan askeri devrimci
komitenin eline geçmiştir. Halkın uğrunda
savaştığı dava: demokratik barışın hemen önerilensi
toprak sahiplerinin toprakları üzerindeki
mülkiyet hakkının kaldırılması, bir Sovyetler hükümetinin
kurulması davası, kazanılmıştır...”
/ Lenin, “Rusya Yurttaşlarına,“ Ekim Devrimi Dosyası, s. 170.)
Ekim’de
nüfusun yalnızca azınlığı tarafından desteklenmiş olmasına karşın
Bolşevikler
iktidarı alabilmesinin başlıca nedeni:
(a)
Proletaryanın ezici çoğunluğa sahip olmasına;
(b)
Silahlı Kuvvetlerin en az yarısının desteğini almasına;
(c)
politik açıdan önemli yerler olan Moskova ve Petrograd gibi kentlerde
Bolşeviklerin ezici üstünlüğüne sahip olması gibi faktörlere bağlanacaktı.
(Cliff,
Bütün İktidar Sovyetlere, İkinci
cilt, s. 203.)
Rusya’da
işçi sınıfının XIX. yüzyılda başlayan bilinçli örgütlü sınıf mücadelesi üç
önemli
devrimde de yürütülen kararlı mücadele nihayet 1917 Devrimiyle zafere ulaştı.
Bu
süreç
içinde işçi sınıfının kazandığı birikim temelinde bir devrimin hangi şartlarda
gerçekleşeceğine
ilişkin kuramsal açıklamaları Lenin şöyle özetledi:
“...devrim olabilmesi için sömürülen ve
ezilen yığınların, eskiden olduğu gibi
yaşamanın olanaksız olduğu bilincine
varmaları ve değişiklik istemeleri yetmez. Devrimin
olması için, sömürücülerin eskiden olduğu
gibi yaşayamaz ve hükümeti yürütemez duruma
düşmeleri gerekir. Ancak aşağıdakilerin,
eski tarzda yaşamak istemedikleri ve
"yukarıdakilerin" de eski tarzda
yaşayamadıkları durumdadır ki, ancak bu durumdadır ki,
devrim başarıya ulaşabilir. Bu gerçeği başka
şekilde şöyle ifade edebiliriz: (sömürüleni de
sömüreni de etkileyen) bir ulusal bunalım
olmadan devrim olanaksızdır. Böylece bir devrimin
olabilmesi için; ilkönce, işçilerin
çoğunluğunun (hiç değilse, bilinçlenmiş olan ve aklı eren,
siyasi bakımdan etkin işçilerin
çoğunluğunun) devrimin gereğini tam olarak anlamış olmaları
ve devrim uğruna hayatlarını feda etmeye
hazır olmaları gerekir; bundan başka, yönetici
sınıfların, en geri yığınları bile siyasi
hayata sürükleyen, hükümeti zayıf düşüren ve
devrimcilerin onu devirmesini mümkün kılan
bir hükümet bunalımından geçmekte olması
gerekir (her gerçek devrimi belirleyen şey,
o zamana kadar bilinçsiz olan, ezilen emekçi
yığınlar arasında siyasi mücadeleye atılmaya
hazır insan sayısının hızla on misline ve belki de yüz misline yükselmesidir).”
(V. İ. Lenin, Komünizmin Çocukluk Hastalığı “Sol” Komünizm, Çeviren: Muzaffer
Erdost (5. B., Ankara: Sol Yayınları, 1991), s. 83.)
Devrim
sonrasında sadece Rusya’da değil Rusya dışında da 1917 Devrimi’ne
ilişkin
bir çok tartışmalar yapıldı. Şunu söyleyebiliriz ki, Ekim Devrimi, bugüne dek
bildiğimiz
en derin köklü kitle hareketlerinden birinin nihayet zafer ulaştığı noktaydı.
Bolşevik
ayaklanmasının nedeni Rusya’da, bir an önce ya da kısa zamanda ideal bir
toplum
yaratmaktı. İktidarı ele almalarının belli hedefleri vardı: Savaşa son vermek,
ezilen
milletlerin
kendi geleceklerini belirleme hakkını güvence altına almak, Almanlarla devam
etmekte
olan savaş haline son vermek, Rusya’da proletaryanın ezilmesine engel olmak,
burjuvazinin
ekonomiyi sabote etmesini engellemek, üretimde işçi denetimini kurmak ve
karşı
devrim zaferini durdurmak idi. Şubat ayından Ekim ayına kadar Bolşevik Partisi,
Rus proletaryasının gerçek önderlerini bir araya getirerek bir kitle partisi
haline geldi ve sınıfın
doğal
önderi olarak toplum içinde kabul edildi.
(Ernest
Mandel, Rus Devriminin Meşruiyeti,
Çeviren: Oktay Emre (1. B., İstanbul: Yazın
Yayıncılık,
1992), s. 27-29.)
Lenin
ve Bolşevikler iktidarda kalabilmek için köylülükle ittifakı sürdürürler, ancak
dünya işçi sınıfıyla da ittifak kurarak iktidarı korumak isterler. Burada asıl
ittifak kurulmak istenilen güçler, gelişmiş ülkelerin proletaryasıydı. Onun
için oralara devrimi yayma düşüncesi pratiğe geçirilmeye çalışılır. Ancak bu
gerçekleşmez. Rusya da ki devrim artık içe kapanmak ve büyük bir geri çekilmek
mecburiyetini duyar. Rusya, Avrupa ya göre geri kapitalist bir ülkeydi,
kalkınmasını daha doğrusu sosyalizmi kurabilmesi için Avrupa proletaryasının
ittifakına-desteğine ihtiyaç duyuyordu. Bu gerçekleşmez. Onun içindir ki Lenin,
II. Enternasyonalin başında olan teorisyenlerden ve Alman SDP lideri kautsky’yi
haklı olarak kendi ülkesinin burjuvazisinin arkasından gittiği için çok ağır
bir şekilde eleştirir.
1917
Şubat Devrimi’nden hemen sonra Bolşevikler önemsenmeyecek bir azınlıktılar. Sovyetlerin tüm Rusya kongresinde, Haziran’da Bolşevik delegelerin oranı %13’dü.
Bu oran Ekim’de %51’e çıktı.
(Lenin,
Proletarya İhtilâli ve Dönek Kautsky,
s. 148.)
Bolşeviklerin
özellikle köylüler arasında taraftarı çok azdı. 17 Mayıs’daki Köylü Sovyetleri
Kongresinde 1.115 delegeden 537’si Sosyalist Devrimci ve sadece 14’ü
Bolşevikti.
(W.
Henry Chemberlian, The Russian
Revolution, C: I, s. 248.)
Ancak
Ekim 1917’de Sosyalist Devrimcilerin Partisi parçalandı, partinin büyük bir
bölümü Bolşeviklerle işbirliği yaptı.
“Nisan
başlarında Bolşevikler Petrograd işçi sınıfının üçte birini kazanmış
bulunuyorlardı, ve bu en aktif üçte birdi.”
(Troçki,
Rus Devrim Tarihi, C: I, s.
357.)
40.000
işçinin çalıştığı Petrograd’daki Putilov fabrikası başlangıçta Sosyalist
Devrimcilerin elindeydi, ancak Bolşevik partisi üyelerinin fabrikada çalışmaya
başlamalarından iki ay sonra büyük çoğunluk Bolşeviklere geçti.
(Troçki,
Rus Devrim Tarihi, C: I, s.
421)
“Rusya’da
biz ufak bir partiydik ama buna ek olarak bütün ülkede İşçi ve Köylü
Milletvekilleri Sovyetlerinin çoğunluğu bizimle beraberdi.”
(Lenin,
Komünist Enternasyonalin Üçüncü Kongresinde Komünist Enternasyonal
Taktiklerinin Savunma Konuşması, Kitle
İçinde Parti Çalışması, s.157.)
1917
Şubat Devrimi’nden sonra azınlıkta olan Bolşevikler bir yıldan az sürede
çoğunluğu kazanarak iktidarı nasıl ele geçirmişlerdir? Bolşeviklerin zaferinde
uyguladıkları çalışma tarzının doğruluğu kadar, partinin yapısının da önemi
vardır.
İktidar
yıkılmıştır ancak eski rejimin cephelerde savaşan kuvvetleri devrimci iktidarı
yıkmak için saldırıya geçer. Bu kuvvetler, Troçki’nin başında olduğu kızıl ordu
birlikleri tarafından yenilgiye uğratılır. Aynı şekilde emperyalist dünya da
dışarıdan saldırır. Bu saldırılara karşıda devrim direnir ve ayakta kalmayı
başarır. 1914 - 1918 yılları arasında birbirleriyle kıyasıya savaşmış olan
emperyalist güçler 1917 devriminin üzerine çok fazla gidecek halleri yoktur.
Üzerinde çok tartışılmış olan tek ülkede sosyalizmin kurulup kurulamayacağı
konusu böylece bu deneyle kurulabileceği ortaya çıkmış olur. Gelişmiş
ülkelerde patlak vermeyen devrim hareketinin beklentisinden çıkılıp, geri kalmış
ülkelerde emperyalizme karşı ulusal bağımsızlık mücadelelerinin desteklenmesi
yoluna gidilir. Bu dönemde ulusal sorunlar üzerinde çokça çalışılır, teorik
üretim yollarına gidilir..
RUS DEVRİMİ VE REEL SOSYALİZM-VIII
Savaş Komünizmi – Komintern – Kronstatd
– NEP (Yeni Ekonomik Politika)
Devrim sonrası Bolşevik iktidarının içte eski rejimin
generalleri tarafından, dışta da emperyalist dünya, özellikle Almanya’nın
saldırısı altında ölüm-kalım mücadelesi verirken. Ayakta kalmak için savaş
komünizmi uygulamasına başvurmak zorunda kaldı. Rusya, birinci dünya savaşından
(1914) itibaren sürekli bir savaşın içindeydi. Kaynakları sürekli tükenen,
ekonomiyi, üretimi ve insanları yıkıma götüren ağır bir dönem yaşıyordu.
Bolşevik iktidarı çok tartışmalı Brest-Litovsk anlaşmasını
Rusya aleyhine çok ağır hükümler içermesine rağmen, Lenin’in inisiyatifiyle
onayladı. Polonya’yla bir anlaşma yaptı ve eski rejimin generallerini
zayıflatarak saf dışı bıraktı. Bu savaş komünizmi denilen şey, söz konusu
savaşların ve onun ortaya çıkardığı bir durumdu. Ülkede açlık-kıtlık-kıran baş
göstermiştir. Bu dönemde Kızıl Ordu’nun ve kentlerde sanayi işçisinin
doyurulması için, köylere askeri müfrezeler gönderilerek köylünün artı ürününe
el konulması yoluna gidilir. Bu artı ürünün yanında köylünün koşum
hayvanlarına, hayvanlarının yemlerine ve birçok alet edevatına el konulur.
Aslında bu hareket sadece artı ürüne el koyması biçiminde
düşünülmüştür ama uygulamada bunun da ötesine gidilir ve köylünün elinde ne var
ne yoksa Kızıl Ordu müfrezeleri tarafından silah zoruyla el konulur. Köylü
geleneksel çalışma tarzına göre, önce gelecek yılın tohumunu ayırır, sonra
kendi yiyeceğini ayırır, sonra da fazla olanı ise satardı. Sattığıyla da
köylerde olmayan ihtiyaçlarını kentten satın alırdı. Kentte köylünün bu
ürünüyle karnını doyuruyordu, bu karşılıklı birbirini besleyen bir döngüydü.
Köylere saldıran, ürüne el koyan Kızıl Ordu müfrezeleri bunları hiç göz önünde
bulundurmuyor köylüyü soyup-soğana çeviriyor. İtiraz eden kişiler ise derhal
infaz ediyor, köyler ateşe verilip yakıyordu.
Yiyecek müfrezeleri, hububat ve
sebzenin yanı sıra, askeri kullanım için, genellikle herhangi bir ödeme
yapmadan, atları, hayvan yemlerini, yük arabalarını da gasp ediyorlardı. Öyle
ki, köylüler, bırakın sabun, ayakkabı, kibrit ve tütünü ya da gerekli
tamiratlar için elzem olan çivi ve metal parçalarını, şeker, tuz, gazyağı gibi
temel ürünlerden bile yoksun kalmışlardı.
(……….)
Ayrıca köylüler, yalnızca kendi
doğrudan ihtiyaçlarını karşılayacak kadar toprak ekmeye başladılar
(Paul Avrich - Kronstadt 1921
İngilizceden çeviren: Gün Zileli - Sayfa-10-11)
Zorunluluktan dolayı yapılan bu uygulamalara toplam isimle
Savaş Komünizmi denilmişti. Bu savaş Komünizmi uygulamalarının hem köylü, hem
de ülkenin geneli için yıkıcı sonuçları oldu. Köylü karşı karşıya kaldığı
uygulamalar sonucu toprağı ekmez oldu. 1913 döneminde ekilen toprağın
kıyaslamasıyla ancak % 60 kadarı ekilir olmuştu. Köylü kentlere, Kızıl Orduya
göre ekim yapmaz sadece kendi yiyeceği kadar ekim yapar hale gelmiştir. Zaten
köylünün ürününü kente götürüp satması yasaklanmıştı. Yollarda askeri
müfrezeler bunu önlemek için nöbet tutuyordu.
Bu tip uygulamalar halkta huzursuzluğu hat safhaya
çıkarıyordu. Huzursuzluk sadece köylülükte değil, devrimin yaşandığı önemli
kentlere de -Petrograd gibi- sıçramıştı. Bolşevik iktidarına karşı köylü
ayaklanmaları ve işçi direnişleri başlar. İşçi hareketlerine ve demokratik hak
ve taleplerine karşı fabrikalarda Kızıl Ordu müfrezeleri görevlendirildi.
Bolşevikler kentte ve kırda oluşan hareketlerin hepsini kuvvet kullanarak
bastırdılar. Bu isyanlardan en önemlisi ve tarihe geçeni ve Savaş Komünizminden
uzaklaşılmasına yol açan Kronstatd isyanı olmuştur. Tambov,Sibirya ve Volga
bölgelerde de isyanlar vardır. Köylü ürününe el konulmasına son verilmesini
istemektedir. Artı ürününü kente ulaştırıp satmak istemektedir. Standart bir
vergi ödemeye de razıdır.
Kentlerde işçi sınıfı, temel ihtiyaçların dağıtımında
ayrıcalıklı Bolşeviklere, bürokratlara karşı tavır almakta, fabrikaları
müdürlerin değil işçi komitelerinin yönetmesini istemektedirler. Başka
ekonomik-demokratik talepleri de olur. Bolşevik iktidar bunları ret eder ve
geçmişte çarlık Rusya’sının yaptığı gibi işçi sınıfının üzerine askeri
birlikleri gönderir. İşçi sendikaları zaten işlevsizleşmiştir. Grev yapmak,
demokratik hak ve özgürlükleri talep etmek, bunun için mücadele etmek
yasaklanmıştır. Bu taleplerle grev yapan fabrikalar, aynı patron sınıfın
yaptığı gibi lokavt uygulamalarına gidip geçici olarak kapatılmıştır.
İçte ve dışta anlaşmalar yapılıp savaşlar bitirilmesine
rağmen söz konusu uygulamalar devam ettirilir. Halkta madem savaş bitirildi ne
diye mevcut uygulamalar devam ettiriliyor ? diye tepki içerisindedir. Savaş
sonunda Kızıl Ordu birliklerinin yarısı (2.500.000 kişi) terhis edilir. Bu
terhis olan insanlar döndükleri köylerinde var olan isyan olaylarına
katılırlar. Çünkü hem bunların sosyal yapısı hem de toplumun sosyal yapısı buna
uygundur. Bolşevik iktidara karşı her tarafta köylü halk hareketi gelişir.
Toplumu baskılayan, cendere altına sokan uygulamalar sür-git
devam ettirilemez ve NEP denilen uygulamaya geçilir. NEP’ le birlikte köylü
tarıma yönelir ülkenin gıda ihtiyacını üretir, kendiside istediği gibi ürününü
kentlere getirip satar. Hem kentler gıda yönünden rahatlar, hem de köylüler
kentten istedikleri tüketim ürünlerini elde eder ve rahatlar. Gerçekten de
ülkenin genelinde yaşamda, ekonomide, ihtiyaçların giderilmesinde muazzam bir
canlanma olur.
Lenin'in Onuncu Kongre'de açıkladığı gibi, "diğer
ülkelerde devrim patlak verene kadar Rusya'da sosyalist devrimi kurtaracak tek
şey köylülerle anlaşmaya varmak"tı.
Üç yıl önce, 1918 Mart'ında Almanlara karşı bir
"ihtilalci savaşı" reddedip Brest-Litovsk anlaşmasını imzaladığı
zaman Lenin enternasyonal cephede benzeri bir ricatta bulunmuştu. Şimdi,
1918'de Bolşeviklere tanınmayan "nefes alma" fırsatını yakalamak için
o, çok daha ihtiyatlı ve yatıştırıcı bir iç program lehine Savaş Komünizmini
ortadan kaldırıyordu. "Orta köylülüğün ekonomik isteklerini tatmin etmek
ve serbest ticareti tanımak zorundayız" diye açıklıyordu, "aksi
halde, dünya devriminin geciktiği koşullarda Rusya'da proletarya iktidarını
korumak mümkün olmayacaktır.
Karar, Yeni Ekonomik Politika temelinde, ürünlere zorla el
koymanın yerine aynî vergiyi ve köylünün kendi artı ürününü serbest pazara arz
etme hakkını benimsedi. Bu, Savaş Komünizminden karma ekonomiye geçiş yönünde
atılmış ilk ciddi adımdı. Kara ve tren yollarındaki yol kesme müfrezeleri
bütünüyle geri çekildi ve şehirlerle köyler arasındaki ticaret yeniden
yürürlüğe girdi. (Fabrikalarda işçiye karşı nöbet tutan Kızıl Ordu müfrezeleri
bn.) Troçki'nin emek orduları dağıtıldı, kendi yöneticilerini seçme ve
işçilerin çıkarlarını ilgilendiren her konuda serbest tartışma yapma hakkı da
dahil olmak üzere sendikaların özerkliği tanındı. Ayrıca, devlet ekonominin
"kumanda mevkilerini" -ağır endüstri, dış ticaret, ulaşım ve
haberleşme- kendi ellerinde tutarken, özel dükkânlara ve tüketiciye yönelik
küçük üretime yeniden faaliyet izni verildi.
(Paul Avrich - Kronstadt 1921 İngilizceden çeviren: Gün
Zileli – Sayfa-223-224)
Savaş Komünizmi – Kronstatd – NEP (Yeni Ekonomik Politika)
denilen uygulamalar bir birinin devamı ve bir birinin krizlerini çözmeye
yöneliktir. Birinin tıkandığı yerde diğeri devreye sokularak toplumsal sorunlar
çözülmeye çalışılmıştır. NEP (Yeni Ekonomik Politika) uygulaması zengin orta
sınıf köylüleri geliştirmiştir ama toplumun ihtiyaçlarının giderilmesi,
karnının doyurulması için gerekli olan bir şeydi. Ancak bundan sonra ülke biraz
gelişme yoluna girdi.
Dönem devrim sonrası dönemdir, savaşlar da son bulmuştur ve
ülkede işçi alt yapıda, üst yapıda iktidar olmak istiyor ama olamıyor, köylünün
de ekip biçtiği ürününe zorbaca el konuluyor. Bolşevik iktidar işçiyi de
köylüyü de eziyor dışlıyordu. İyi de 1917 Şubat devrimiyle 1917 ekim devrimi
arasında bütün iktidar Sovyetlerin denilmemişmiydi ? Şimdi ne demeye işçi ve
köylü iktidardan uzaklaşıyor ? Hükümet
komiserleri artık halk tarafından firavunlar olarak görülmeye başlanmıştı.
Sovyet Rusya vatandaşlarının ruhu ve bedeni üzerinde, komiserlerin keyfi
yönetimi kurulmuştu. Bu uygulamalar halkta sosyalizme karşı yıllara yayılan bir
yabancılaşmaya yol açmıştı.
Lenin’den aktaralım…
(…………)
4- ŞU ANDA BU PARTİLER NE ÇEŞİT BİR DEVLET İSTEMEKTEDİRLER ?
(…………)
D- (‘’Bolşevikler’’). Bir işçi, asker, köylü vb. vekilleri
Sovyetleri cumhuriyeti. Bütün halkın silahlanmasıyla yeri doldurulacak olan
sürekli ordunun ve polisin kaldırılması; ücretleri iyi bir işçininkisinden
yüksek olmaması gereken memurların, yalnız seçilebilir değil, işlerinden de
geri alınabilir olması
Lenin, Nisan Tezleri
ve Ekim Devrimi – Sayfa – 83
(……….)
8- BU PARTİLER,
İKTİDARIN YANAMIDIRLAR, YOKSA İKİLİ İKTİDARDAN YANA MI ?
D-
(‘’Bolşevikler’’). Bütün ülkede aşağıdan yukarıya doğru işçi, asker, köylü vb.
vekilleri Sovyetlerinin iktidarının birliğinden yanadır.
Lenin, Nisan Tezleri
ve Ekim Devrimi – Sayfa – 85
(…………)
11- DEVLETE
ALIŞILMIŞ TİPTE BİR MEMURLAR KADROSU GEREKLİ MİDİR ?
D-
(‘’Bolşevikler’’). Hayır, kesinlikle. Bunlar bütün memurların, hatta görevi ne
olursa olsun bütün vekillerin yalnız seçilebilmesini değil, her an
görevlerinden geri alınabilmesini de zorunlu sayarlar. Ne memurlar, ne de ötekiler
iyi bir işçinin ücretinden daha yüksek bir maş almamalıdırlar. Bunların yerine
( yavaş yavaş ) halk milisi ve onun müfrezeleri geçirilmelidir.
(………….)
12. SUBAYLAR,
ASKERLER TARAFINDAN SEÇİLMELİ MİDİR ?
D- (‘’Bolşevikler’’).
Subayların seçilmesi bizim için yeterli değildir. Askerlerin vekilleri
subayların ve generallerin bütün faaliyetlerini denetlemelidirler.
13- ASKERLERİN,
ÖNDERLERİNİ GERİ ÇEKMESİ, ÜSTLERİNİ GÖREVDEN ALMASI YARARLI MIDIR ?
D-
(‘’Bolşevikler’’). Her bakımdan yararlı ve zorunludur. Askerler ancak seçilmiş
olan otoritelere itaat ederler ve onları sayarlar.
Lenin, Nisan Tezleri
ve Ekim Devrimi – Sayfa – 86-87
İşte Lenin’in Şubat
1917 ve Ekim 1917 yıları arasında kaleme aldığı Nisan tezlerinde ki görüşleri. Son
derece doğru ve olumlu olan bu görüşler Ekim devrimi sonrası uygulanamadığı
gibi tam tersi uygulandı.
Sınıf mücadelesi, eğer çok şiddetli bir askeri savaşla sürmek zorundaysa askeri örgütlenmede
aşağıdan yukarıya örgütlenmeye ve askeri örgütün kongre yapmasına, kendi kurmay
kadrosunu seçmesine izin verilmemelidir. Askeri örgütün sıkı bir disiplin,
yukarıdan aşağıya örgütlenmesi ve siyasi merkeze kesin bir biçimde tabi olması
gerekir. Eğer özel askeri bir kuvvet oluşturulacaksa, burada emir-komuta
zincirini zaafa uğratacak bir önlem alınmamalıdır. Yazarın notu…
III. ENTERNASYONALİN (KOMÜNİST ENTERNASYONAL) KURULUŞU
Dünya işçi sınıfının uluslararası devrimci örgütü olan Enternasyonal, ilk
defa 1864'te Londra'da (I. Enternasyonal) Uluslararası Emekçiler Birliği adıyla
kuruldu. Reformistler, anarşistler ve devrimciler arasında 1872'de yaşanan
ayrışmada Enternasyonal dağıldı, Sosyalist Enternasyonal olarak da bilinen
İkinci Enternasyonal, 1889'da kuruldu. 1914'te sosyal demokratların savaşta
kendi "devletlerini" desteklemeleri üzerinde dağılan enternasyonal, 2
Mart 1919'da (III. Enternasyonal) tekrar kuruldu.
Komintern 1919 Martında, savaş komünizmi döneminin
(1918-1921) ortasında Vladimir Lenin ve Sovyetler Birliği Komünist Partisi
tarafından kurulan, " silahlı kuvvetler de dahil tüm mümkün araçlarla
uluslararası burjuvaziyi yıkmak ve devletin tamamen yok oluşu için bir geçiş
aşaması demek olan Uluslararası Sovyet Cumhuriyetini yaratmak için"
mücadele etme amacı güden uluslararası bir komünist örgüttü. Komintern,
Lenin'in birbirleriyle yaptıkları savaşta ulusal birliği savunan hükümetlere
karşı Zimmerwald soluna öncülük
ettiği 1915'teki Zimmerwald Konferansına müteakip 1916'da
çözülen İkinci Enternasyonal'den sonra kuruldu.
Yeni enternasyonal böylece ikincisinin I. Dünya Savaşı'na göstermekte başarısız olduğu
muhalefete bir yanıt olarak geldi. Üçüncü Enternasyonal'in kurucuları tüm anti-militarist
sosyalist
hareketin başından beri tamamen karşı olduğu bu savaşa, emperyalist
bir savaş olarak bakıyorlardı.
Enternasyonel Rusya’da başlayan devrimi dünyaya yayacaktı.
Bu nedenle gayet sıkı örgütlenmiş bir dünya partisi olarak kurulmuştu. Tek tek
ülkelerin partileri Komintern’in emir niteliğindeki uymak zorunda olan
seksiyonları olacaktı. Komintern isterse partilerin yönetimini de değiştirecek
olağanüstü yetkilere sahipti. Böyle bir durumda söz konusu liderlerin kendi
partileri tarafından seçilmiş olmaları tayin edici olmaktan çıkıyordu.
Dünya komünistleri proletarya enternasyonalizmini gözetmek
kaygısıyla bu durumu onaylıyordu.
Savaşın yol açtığı yıkıma ve sefalete rağmen Avrupa’da
olgunlaşmış bir devrim durumunun olmadığı, her şeyi birden tehlikeye atacak bir
devrim yerine reformlar uğruna mücadeleyi tercih etmeye daha eğimli oldukları
zamanla ortaya çıkacaktı. Almanya’da üst üste ayaklanma girişimleri, üst üste
ağır yenilgilerle sonuçlandı. Kaldı ki Avrupa’da devrime önderlik edecek
nitelikte örgütler ve o nitelikte örgütlerin çok süratle gelişeceği koşullarda
yoktu.
(Ç. Can Dünya Türkiye ve Sosyalizm - Odak kitap Eylül – 2004
Sayfa-391-392)
Bolşeviklerin, deneme yanılma yöntemiyle başvurup terk
ettikleri programları gibi, bu Komintern’i de kuruluş amacının dışına
çıkardılar. Komintern, Stalin’in döneminde kendi yaptığı yanlışları dünya
komünist hareketine onaylatmak için kullanılacaktı. Dünya devrimi için
oluşturulan Komintern oluşumunun partileri kişiliksizleşti. Oluşum, Stalin ve
yandaşlarının elinde basit bir aparat olarak kapatıldığı 1943 yılına kadar
devam edecekti. Emperyalist dünyayla yakınlaşma, sınıf işbirliğinin bir gereği
olarak Komintern önce Kominform yapılmış sonra da kapatılmıştır.
Komintern’in, bir dünya devrimini gerçekleştirmeyi kısa
vadede yapamayacağı anlaşılınca, Bolşevikler bundan sonra kendi ülkesindeki
dinamiklere dayanarak ve sosyalizmin temel ilkelerinde değişikliğe giderek ve
ülkenin ihtiyacı olduğu kadarıyla kapitalizme ve liberalizme dönük uygulamalara
başvurarak ve olmaz olanı olur kıldırmaya çalışarak ilerleme yoluna koyulurlar.
Yukarıda ki alıntıda Lenin’in de söylediği gibi bunlar yapılmasaydı devrimin
yaşama sansı kalmayacaktı.
Lenin ve Bolşeviklerin devrim öncesi teorileri, önermeleri,
çok iyiydi. Ancak bu önermeler devrim sonrası uygulanmadı. Makaleler, yazılar,
deniz-derya gibiydi ama iktidara gelinince bunlardan eser kalmamıştı. Mesela
sosyalist siyasal demokrasi konusunda olsun, adalet konusunda olsun, insan
hakları konusunda olsun, işçi sınıfının iktidarı kullanması konusunda olsun,
toplumun refahı konusunda olsun bunların hiç birisi uygulanamadı. Bırakalım
işçi sınıfının siyasal iktidarı kullanmasını, ekonomik-demokratik mücadeleleri
bile baskı ve terörle karşılaştı. Lenin son günlerinde Rus işçi sınıfına karşı
mahçup olduğunu belirtmişti ama devrim sonrası ortaya çıkan enkazı düzeltecek
kadar yaşayamadı. Sovyetler halkın kendiliğinden kurdukları mücadele
örgütleriydi. İçinde asıl olarak işçi sınıfı vardı, askerler vardı, köylülüğün
de önemli bir kısmı vardı. Devrim sonrası bunların hepsi iktidardan dışlanır
oldu. Lenin’in ölümünden sonra iktidarı eline geçiren Stalin, bu çarpıklığı
düzelteceğine büsbütün siyasal yasaklara, kitleleri iktidardan uzaklaştırmaya,
kişi diktatörlüğüne, kişi tapınıcılığına ve teröre başvurdu. Devamla yeri
geldikçe 1917 Ekim devrimi kadrolarının büyük çoğunluğunu kurşuna dizecek kadar
ileriye götürdü.
RUS
DEVRİMİ VE REEL SOSYALİZM-IX
1917
Ekim Devrimi Sonrası Bolşeviklerin İktidarı Altında ki Ortamın Özellikleri
Proletaryanın
iktidarı alması onun zayıf sınıf konumundan kurtarmaz ta ki, devrim
“dünya
çapında” zafere ulaşana kadar. Bundan dolayı proletaryanın mücadelesi ekonomik
açıdan
şu iki ilkeye dayanmaktadır:
(1)
Olabildiğice çabuk ve eksiksiz biçimde sanayinin savaş ve iç savaşta uğradığı
yıkıma son vermek çünkü bu maddi temel olmadıkça proletarya yok olacaktır.
(2)
Tarım sorunu proletarya ve köylü arasında ittifaka dayalı olarak çözülmelidir.
Lenin için “uzlaşma” özgül koşullar altında belirli bir dönem için sınırlı
alanlarda proletaryanın çıkarlarıyla paralel bir gelişme göstermektedir. Lenin
için uzlaşma devrimin güncelliğinin dolaysız ve mantıklı bir sonucudur.
Rusya’da
devrim sonrasında yaşanan ekonomik politik kriz dış politikada
maceracılığa
izin vermeyecek kadar ciddi hale gelmişti. Devrim öncesinde
söylenenler
ile devrim sonrasında oluşan siyasi durum birbirinden oldukça farklıydı.
Almanya
ile sürdürülen barış anlaşmaları dış politikada verilen ilk politik sınavdı.
Almanya’nın
barış için oldukça ağır koşullar öne sürmesi ve Rusya’nın içinde
bulunduğu
olumsuz ekonomik koşullar nedeniyle Lenin, devrim stratejisinde köklü
değişikler
yapmaya yöneldi.
(Tony
Cliff, Kuşatılmış Devrim, Üçüncü
cilt, Çeviren: Bernar Kutluğ (1. B., İstanbul: Z Yayınları, 1996), s. 56.)
Ordunun
savaşmak için gerekli teçhizata sahip olmaması Lenin’i barış
siyasetini
izlemek zorunda bıraktı. Lenin’i Almanya’ya yönelik barış siyasetinin
izlemeye
yöneltmesinin bir diğer nedeni de Almanya’da yaklaşmakta olduğuna
inanılan
sosyalist devrimdi. Lenin’e göre barış siyasetinin izlenmesi Alman sosyalist
devrimini daha zor hale getirmeyecek, aksine Alman devriminin önünün açacaktı.
Sovyet
Cumhuriyeti diğer ülkeler için canlı bir örnek olacak ve yarattığı
propagandanın
etkinliği diğer ülke proleterlerine güven verecekti. Lenin, Almanya ile
sürdürülen
barış görüşmelerinde uzlaşmayı ön plana çıkarması Bolşevikler arasında
da
ciddi tartışmalara neden oldu. Lenin’in uzlaşma yönündeki politikalarına
Bolşeviklerin
sağ kesimi destek verirken sol kesim buna karşı çıktı.
(Tony
Cliff, Kuşatılmış Devrim, Üçüncü
cilt, Çeviren: Bernar Kutluğ (1. B., İstanbul: Z Yayınları, 1996), s. 57.)
Lenin,
Almanların barış koşullarının kabul edilmesi yönündeki tutumunu ısrarla
sürdürdü.
Lenin’den farklı düşünüler arasında Stalin, Zinovyev ve Kamenev
bunlardan
bir kaçıydı. Stalin barışı savunmasının nedenini: Avrupa’da henüz bir
devrimci
durum olmadığı düşüncesiyle gerekçelendiriyor, söz konusu olanın ise
sadece
bir devrim potansiyel olduğunu ve bu potansiyele göre hareket edilmemesi
gerektiğini
söylüyordu. Zinovyev ise, Almanya’da, Rus Ekim Devrimi’nde olduğu gibi
bir
devrimci potansiyelin olduğuna inanmıyor, barış politikalarının savunulması
halinde
Almanya’da şovenizmi güçlendirerek batıda devrimci bir hareketin
zayıflamasına
neden olacağını iddia ediyordu.
Lenin,
Almanlarla barış yapılması yönünde kararlıydı. Batıda devrimin henüz
başlamamış
olduğunu doğruluyor; ancak “taktiklerimizi batıdaki hareketin gücüne
göre
değiştirirsek asıl o zaman uluslararası sosyalist harekete ihanet etmiş
olunacağını”
söylüyordu. Lenin, Almanya’nın bir devrime gebe olduğunu düşünüyor
ve
eğer savaşı sürdürmekte ısrarlı olunursa yaklaşan sosyalist devrimi kendi
elleriyle
yok
etmiş olacaklarını söylüyordu.
(Tony
Cliff, Kuşatılmış Devrim, Üçüncü
cilt, Çeviren: Bernar Kutluğ (1. B., İstanbul: Z Yayınları, 1996), s. 59.)
Uzlaşma
yönünde bir karar alınmaması halinde istifa edeceği tehdidinde bulundu. Bunun
üzerine, 3 Mart 1918’de Almanlarla anlaşma imzalandı. Rusya, sadece
topraklarını kaybetmemiş, büyük ölçüde gelirlerinden de yoksun kalmıştı.
(Tony
Cliff, Kuşatılmış Devrim, Üçüncü
cilt, Çeviren: Bernar Kutluğ (1. B., İstanbul: Z Yayınları, 1996), s. 68.)
Almanlarla
yapılan bu barış bir süre sonra yerini sosyalist devrim heyecana
bıraktı.
KPD (Almanya Komünist Partisi) Aralık 1918’deki kuruluş Kongresi’nde “aşırı
solculuk
hastalığına” kapıldı. Alman İmparatorluğu’nun yıkılmasından sonra yeni
Alman
Cumhuriyeti’ni kuracak olan ulusal meclis seçimlerine katılmama kararı aldı.
(Clif,
Bolşevikler ve Dünya devrimi,
Dördüncü cilt, s. 32.)
19
Ocak 1919’da yapılan ulusal meclis seçimlerine KPD katılmadı. 5 Ocak 1919’da
USPD’nin
(Alman Bağımsız Sosyal Demokrat Partisi) yerel seksiyonlarının da
desteğini
alarak bir sosyalist devrim gerçekleştirmek için ayaklandı. Ancak, bu
ayaklanma,
bastırıldı. KPD’nin ileri gelenlerinden Rosa Luxenburg ve Karl Liebknecht
öldürüldü.
Almanya’daki başarısız devrim girişimi batıdaki sosyalist devrim
beklentisini
yok etti. Sosyalist devrim umutları 1923 yılında yeniden kabarsa da
Hamburg’daki
askeri müdahaleyle bastırılmasıyla tam anlamıyla son buldu.
(Clif,
Bolşevikler ve Dünya devrimi,
Dördüncü cilt, s. 202.)
Almanya’da
yaşanan bu gelişme sosyalist devrim umutlarını da büyük ölçüde yok etti.
Sosyalist
devrimin Almanya’da yenilgiye uğraması dünya devriminin
gerçekleştirme
umutlarını batıdan doğuya kaymasına yol açtı. Uluslararası arenadaki
politik
gelişmeler Lenin’in ilgisinin doğuya kaymasına neden oldu. Tüm bu politik
gelişmeleri
göz önünde bulundurarak Lenin, sömürgelerdeki ulusal kurtuluş
hareketlerinin
emperyalizme karşı kazanacağı her zaferin, insanlığı dünya sosyalist
devrimleri
gerçekleştirme idealine daha da yaklaştıracağını söylemekten geri
kalmadı.
Bu nedenle de sosyalizmin inşasına giden yolda doğu halklarına büyük rol
düşmekteydi.
Rusya’da
iktidar Sovyetlere geçmiş, ancak uluslararası arenada ve Rusya’da
yaşanan
problemler tüm yoğunluğuyla devam etmektedir. Devrimin ilk sekiz ayında
burjuva
düzeninden sosyalist düzene geçiş başarılı olamamıştır. O zamana kadar başlıca
kazanım, geleceğin ekonomik alt yapısının temellerini atmak yerine feodal
toprak
sahiplerinin ve burjuvazinin ekonomik güçlerini kırmak temel hedef olmuştu.
Savaş
sonrasında yapılan ekonomik düzenlemelerin hiçbiri Marksist anlamda
sosyalizm
değildi. Sanayide isteksiz bir kamulaştırma politikası başlatılmıştı; ancak
alınan
bu ekonomik önlemler devlet kapitalizminin bir uygulaması olarak
düşünülüyordu.
Ticaret ve dağıtım alanında geçici hükümetin kurduğu tahıl
tekellerinin
yaygınlaştırılması ve örgütlenmesi dışında fazla bir şey yapılmamıştı.
Maliye
alanında yapılanlar ise bankaların kamulaştırılmasıyla sınırlıydı.
(E.
H. Carr. Bolşevik Devrimi, İkinci
cilt, Çeviren: Orhan Suda (1. B., İstanbul: Metis Yayınları, 1998), s. 246.)
Devrim
sonrasında yapılan ekonomik değişiklik sosyalist düzenlemeler değil,
sosyalizme
geçiş niyetini gösteren düzenlemelerdi. Savaş komünizmi” adı altında
yapılan
ekonomik uygulamalar sosyalizme geçişin ilk adımlarının bir denemesiydi.
1918’den
1920’ye kadar olan dönem içinde yapılanlar her alanda bir deneme
süreciydi.
Rusya’nın ekonomik geriliği devrimcilerin siyasal zaferinin kolaylaştırmıştı.
Çünkü
henüz gelişmemiş kapitalist bir ülkede feodal güçlerden başka direnecek güç
yoktu.
Rusya’da kapitalizmin güçlü olmaması kısa vadede bir avantajdı; ancak bu
durum
sonraki süreçte sosyalizmin inşasını güçleştirecekti. Çünkü Rusya’da
sosyalizmin
inşası, Marksist teorinin zorunlu olarak gördüğü sağlam demokratik
kurumlar
ve güçlü kapitalist temeller olmadan yapılmak zorundaydı.
Lenin,
Rusya’da, kapitalizmden sosyalizme geçişin ön koşulu olarak bazı
düzenlemelerin
zorunluluğundan bahsediyordu.
Buna
göre:
(1)
Tüm bankaların tek banka haline getirilmesi ve bu bankaların işlemleri üzerinde
devlet kontrolü yada bütün bankaların devletleştirilmesi,
(2)
kartellerin, yani en büyük tekellerin kapitalist birliklerin tekelleştirilmesi,
(3)
ticari gizliliğin ortadan kaldırılması,
(4)
sanayicilerin, tüccarların ve genel olarak işverenlerin zorunlu birliği yani
bunların zorunlu olarak tek çatı altında toplanması,
(5)
halkın zorunlu olarak tüketici birlikleri içinde bir araya getirilip
örgütlenmesi ya da bu tür örgütlerin teşvik edilmesi ve bu örgütlenme üzerinde
kontrol kurulması gibi acil önlemlerin gerekliliğini savundu.
(Cliff,
Kuşatılmış Devrim, Üçüncü cilt,
s. 80.)
Bu
önlemlerle kuşkusuz kapitalist mülkiyet ilişkilerini tamamen ortadan kaldırmak
değil, ama mevcut mülkiyet ilişkilerinin biraz olsun zayıflatılması
hedefleniyordu.
Rusya
ekonomisi tam anlamıyla bir çöküntü içindeydi. Ekmek isyanları ülkenin
her
yanında had safhaya ulaşmıştı. Ulaşım ise ülkenin her yerinde çökmüştü. Lenin,
“devlet
kapitalizmiyle” eş anlamlı saydığı, özel sektörün devlet eliyle düzenlenmesi
temeline
dayalı bir yönetimin gerekliliğini savundu. Lenin’e göre, Rusya’nın içinde
bulunduğu
ekonomik bunalım, kapitalizm ile sosyalizm arasında, özel sektörün devlet
eliyle
düzenlenmesini eş anlamlı saydığı “devlet kapitalizmi” uygulamasının yer
almasıyla
aşılabilirdi. Devlet kapitalizminin savunulması, onun bu dönemdeki
ekonomik
siyasetinin özünü oluşturuyordu. Lenin, devlet kapitalizmi ile özel
mülkiyetteki
sanayi ile birleşik yönetimin esas olduğu ek bir dönemi kastediyordu.
Gelecekteki
ekonomik gelişmenin esas olarak devlet ve özel sermayeyi birleştiren
karma
şirketler, yabancı sermayeyi çekme gücü, imtiyazlar tanıma, v.b. temelinde,
yani,
üretimin proleter devlet tarafından kontrol edilip yönlendirilen kapitalist ve
yarı kapitalist biçimleriyle gerçekleşeceğini düşündü. Bu koşullar altında
kooperatif
örgütler
devlet kapitalisti sanayi tarafından üretilmiş malların bölüşümüne de
katılacaklar,
dolayısıyla sanayiyi köylülükle ilişkilendiren devlet kapitalisti ekonomik
aygıtın
kurucu bir unsuru haline gelebilecektir.
(Cliff,
Kuşatılmış Devrim, Üçüncü cilt,
s. 80.)
Kuşkusuz
bu uygulamalar başarılması amaçlanan nihai hedefler değildi, ancak devrimin
sürekliliği için kendi başlarının çaresine de bakmak zorundaydılar.
Ülkede
iç savaşın başlaması üzerine üretim miktarında azalma meydana
gelmiş,
işsizlik artmış kıtlık ve buna benzer problemler insanların yaşam koşullarını
zorlaştırmıştı.
Ülkeden kaçmayıp geçmişe dönme ümidini halã yitirmeyen bazı büyük
burjuvalar
Batı tarafından desteklenen Beyaz Ordu saflarında yer almaktaydı. Beyaz
Ordu
komutanlarından Kolçak ve Denkin’in güçlü ve büyük Rusya’yı kurma
yönündeki
sloganı, Lenin’in çok önce geliştirdiği, ulusların kendi kaderlerini tayin
etme
hakkının verilmesi yönündeki sloganın karşısında pek bir şansı yoktu.
Lenin,
Ekim Devrimi’nin 2. yıl dönümünde mevcut sistemi komünist olarak
tanımlayabiliyordu.
Oysa Marx’ın yapıtlarında tanımlanan komünizm farklıydı.
Batılı
devletler tarafından desteklenen Kolçak ve Denikin gibi komutanların
Kızıl
Ordu tarafından yenilgiye uğratılmasının ardından; Polonya devletinin gerçek
başı
Pilsudski ve Kırım’daki Denikin ordularından arda kalan dağınık grupları
yeniden
toparlayan
General Vrangel, bazı batılı devletler tarafından desteklendi.
(J.
Stalin, Bolşevik Partisi Tarihi, Çeviren:
Gaybi Köylü (6. B., Ankara: Bilim ve Sosyalizm
Yayınları,
1998), s. 304.)
20
Ekim 1920 tarihinde Riga’da Sovyet hükümeti ile Polonya arasında bir barış
anlaşması imzalandı. Böylece General Vrangel önderliğindeki ordular tam
anlamıyla yenilgiye uğratılmış oldu. Bu zaferle birlikte kızıl orduya yönelik
müdahale dönemi de kapanmış oldu.258
(J.
Stalin, Bolşevik Partisi Tarihi, Çeviren:
Gaybi Köylü (6. B., Ankara: Bilim ve Sosyalizm
Yayınları,
1998), s. 307.)
Savaş
devam ettiği sürece günü birlik politikaları kaçınılmaz kılmıştı; savaşın
son
bulması daha uzun vadeli düşüncelerin ışığında yeniden gözden geçirilmesi
zorunluluğu
anlaşıldı.
Eylül
1920’de seferberliğin sona ermesiyle köylüler arasında başlayan
hoşnutsuzluğun
artması, terhis edilen askerlerin iş bulamaması sonucunda
eşkıyalığa
başlaması ülke genelindeki ayaklanmaları da doruk noktasına ulaştırdı. Bu
ayaklanmalar devrim sonrasında meydana gelen Kronştadt ayaklanmasının
başlangıcını
hazırladı.
Savaş
komünizmi adı altında yapılan ekonomik müdahaleler aslında
başarısızlıkla
sonuçlandığı ortaya çıktı. Ekonomide yaşanılan bu başarısızlık
karşısında
yeni bir proje olarak adlandırılan NEP (Yeni Ekonomik Program) devreye
sokuldu.
17 Ekim 1921 tarihinde Lenin, savaş süresince ekonomik alanda yapılan
uygulamaların
yanlış olduğunu kabul etti.
(Cliff,
Kuşatılmış Devrim, Üçüncü cilt,
s. 123.)
NEP’in
uygulanması başlangıçta köylüleri ekonomik hayata yeniden kazandırmayı
amaçlıyordu. Daha sonraki süreçte ise NEP, başlangıcındaki amacından saparak
sosyalizmin inşa etmenin ön şartı olan sanayi alanında üretkenlik artısını
sağlayacak bir sanayi politikasına dönüştü. NEP’in temel özelliği savaş
komünizmi diye adlandırılan ekonomik uygulamaların açık şekilde yadsınmasıydı.
(Carr.
Bolşevik Devrimi, İkinci cilt,
s. 246.)
Kızıl
Ordu’nun kendinden güçlü orduları yenmesi, onun iktidarı elinde tutması
Hususunda,
ne kadar kararlı olduğunu ortaya koydu. Fransız Devrimi’nden çok daha
radikal
yöntemlerle feodal yapılar ortadan kaldırıldı. Fabrikaların azalması, emek
kıtlığı,
üretilen malların işçiler tarafından çalınması, karşılıksız gönüllü olarak
çalışılmayı
(spotnikler) ortaya çıkardı. Bu uygulama ilk olarak 10 Mayıs 1919 yılında
Moskova’da
demir yolu işçileri tarafından gerçekleştirildi.
(Cliff,
Kuşatılmış Devrim, Üçüncü cilt,
s. 118.)
Lenin,
1905 yılında işçi-köylü ittifakı temelinde geliştirdiği devrimci diktatörlük
anlayışından
tamamıyla vazgeçti. Lenin, devrim sonrasında işçi sınıfın izleyeceği yolu
şöyle
ifade ediyordu:
(a)
İşçi sınıfı köylülüğe öncülük etmeli,
(b)
işçi partisi kendi bağımsızlığını korumalı ve kendisini köylülükten açık
biçimde ayırt etmelidir.
(Cliff,
Kuşatılmış Devrim, Üçüncü cilt,
s. 159.)
Köylü
hareketinin yanında yer almalıyız; ancak bu hareketin (sosyalist devrim
mücadelesinin) bir başka sınıfın (işçi sınıfının) hareketi olduğu bilinmeli ve
sosyalist
devrimin
köylü sınıfı tarafından yapılamayacağını ve yapılamayacağını akıldan
çıkarılmaması
gerektiği Lenin tarafından vurgulanmıştır. Lenin, küçük toprak
sahiplerinin
yaratabileceği anarşiye karşı olarak:
(1)
Büyük modern çiftliklerin kurulması,
(2)
kır yoksullarını kendi Sovyetleri içinde örgütlenmesi gerekliliği düşüncesi
geliştirildi.
(Cliff,
Kuşatılmış Devrim, Üçüncü cilt,
s. 160.)
Ekim
devrimiyle Lenin’in ölümü arasında ki dönemi belirleyen üç gelişme şöyleydi:
-Otoritenin
küçük bir parti merkezinin elinde toplanması
-Partinin
mevcut sosyal kurumları yıkmayı amaçlayan devrimci bir örgüt olmaktan çıkıp, hükümet
ve yönetim aygıtının beyin takımı haline gelmesi,
-Ve
nihayet diğer partileri ortadan kaldırarak, kendi yararına yönelik tekel
durumunun yaratılmasıydı.
(Sovyet
Rusya Tarihi-Bolşevik Devrim-I E.H.Car sayfa-174.)
Peki
ama sosyalizmin temel ilkeleri olan kitlelerin kendi kendisini yönetmesi,
gerektiğinde yönetimde olan kişileri geri çağırılması nasıl
gerçekleştiriliyordu ? Proleterya diktatörlüğü denilen sistemde proleterya
hangi araçlarla bu diktatörlüğünü kuruyor ve sürdürüyordu ? Bunlar mutlaka cevaplandırılması
gereken sorulardır. İktidar erki çok az sayıdaki parti üst yapısının elinde
toplanıyorsa, orada da giderek liderin elinde toplanıyorsa, sınıf bu durumda
diktatörlüğünü nasıl kuruyor, nasıl egemen oluyor ?
Ekim
devrimi sonrası, Bolşevikler kanlı bir iç savaş ve dış müdahaleyle
karşılaşmışlardı. Ekonomisi de yıkım halinde olan bir yapının içinde ölüm kalım
mücadelesi veriyorlardı. Almanlarla olan savaşın bir an önce sonlanması için
çok ağır bir barış anlaşmasını(Brest-Litovsk) yoğun tartışmalardan sonra kabul
etmek zorunda kalmışlardı. Bunun akabinde parti içinde, parti dışında çeşitli
siyasal akımlar tarafından yoğun bir eleştiri kampanyası başlatılmıştı. Bu
olaylar daha da ileri gitmiş, ağır yaralanmasına yol açan Lenin’e suikast saldırısına
kadar varmıştı.
Bu
olay parti içinde ve dışında muhalefetin ve fraksiyonların yasaklanmasına
yol açtı. Bolşevikler dönem dönem kitlelerden aldıkları destekler büyüse de
artık kendi saflarında yani solun içinde azınlık durumuna düşüyorlardı. Kendi
dışındakilerin eleştirilerini yasakladılar, yayın çıkaranların yayınlarını
yasakladılar, hatta kendi üyelerinin Moskova’da çıkardıkları yayınları parti
içi muhalifler oldukları için bunların yayınlarına son verdiler. Dernek-parti
kurmak isteyenlere karşı yasakçı uygulamalara giriştiler. Siyaset yapmak
isteyene tek seçenek olarak Bolşevizmi dayattılar. Başka bir örgüt, akım
seçeneği bırakmadılar. Kişi ya Bolşeviklerin içinde siyaset yapacak ya da
siyaset dışında kalacaktı. Devrim öncesi Bolşevik milletvekilleri eski çürümüş
rejimde görev yapıyorlardı, Menşevikler öyleydi, sosyalist devrimciler öyleydi.
Daha başka isimlerde siyasal akımlar öyleydi. İsteyen legalde, isteyen
illegalde yayınlarını basıp dağıtabiliyorlardı. Parti ve parti üst yapısı artık
eleştiri kabul etmez bir duruma gelmişti. Kamuoyu denilen bir şey kalmamıştı.
Bolşevikler kendi örgütlerinden başka Marksist de olsa bütün örgütleri
yasakladılar. Toplumda devrimci eleştiri, farklı fikir, farklı düşünce ve bu
düşünceyi açıklama olanakları kalmamıştı. Toplum, devlet tam anlamıyla
monolitik bir yapıya bürünmüştü. Partideki otoritede giderek daha da daralan
bir avuç erdemli devrimci elitin elinde toplanıyordu. Devrim öncesinde yıllarca
hedeflenen iktidarda kitlelerin denetimi-yönetimi yoktu.
Bu
yaşananlar olağan üstü dönemin koşullarıydı ama yıllarca kalıcı hale getirildi
ve teorileştirilerek dünya devrimci hareketine dikte ettirildi. Bu anlayış
başladığında en ağır eleştiri dost cepheden Rosa Lüksemburg’dan gelmişti Rosa
şöyle diyordu :
-‘’’
Lenin ve Troçki genel halk seçimlerinden çıkan temsilî kurumların yerine
Sovyetleri, çalışan kitlelerin tek gerçek temsilciliği olarak açıkladılar.
Ancak ülke bütünündeki politik yaşamın baskıya alınmasıyla, Sovyetlerin yaşamı
da giderek sakat olmak zorunda. Genel seçimler, engelsiz basın ve
toplantı özgürlüğü, özgür düşünce mücadelesi olmaksızın, her kamu
kurumundaki yaşam, içinde sadece bürokrasinin işleyen tek unsur kalacağı
biçimde ölür, yalancı yaşama dönüşür. Kamu yaşamı yavaş yavaş uykuya dalar, birkaç
düzine parti önderi tükenmez enerjileri ve sınırsız idealizmleri ile
yönlendirir ve yönetirler; gerçekte ise aralarındaki bir düzine mükemmel beyin
yöneticidir ve zaman zaman işçi sınıfının elit bir kesimi önderlerinin
konuşmalarını alkışlamak, hazır kararları oybirliğiyle onaylamak için
toplantılara çağrılır, yani özünde kayırıcı klik politikası [uygulanır]? bu bir
diktatörlüktür, ancak proletaryanın değil, bir avuç politikacının diktatörlüğü,
yani burjuva anlamında, Jakoben egemenliği anlamındaki bir diktatörlük (Sovyet
kongrelerinin üç aydan altı aya çıkarılması!). Hatta daha da ötesi: böylesi
durumlar kamu yaşamının yabanîleşmesine neden olmak zorundadırlar. Suikastler,
rehinelerin kurşuna dizilmeleri v.s. Bu, hiç bir partinin kurtulamayacağı karşı
konulamaz, objektif bir yasadır’’’-
(Rosa
Luxemburg -Rus-Devrimi-Uzerine / 1918 s.31-32).
Devamla
‘’Burjuva
sınıfın egemenliği, bütün halk kitlesinin, politik açıdan eğitilmesine ve
aydınlanmasına hiç ya da en azından çok dar bazı sınırların dışında ihtiyaç
göstermez. Oysa proletarya diktatörlüğü için politik eğitim ve öğretim yaşamsal
öğelerdir ve proleterya diktatörlüğü bunlarsız olamaz.’’ Diye yazıyordu. ‘’
Sınırsız basın özgürlüğü engelsiz bir toplantı ve dernek yaşamı olmadan büyük
halk kitlelerinin egemenliği tasarlanamaz’’…
(………..)
‘’Buyruklar,
emirnameler, fabrika yöneticilerinin diktatörce yetkileri, sert
cezalandırmalar, teröre dayalı uygulamalar… hiç biri on para etmez. Yeniden
doğuşa giden tek yol halkın hayat okulu, en geniş ve sınırsız anlamda
demokrasi, kamuoyudur. Terör yalnızca halkın moralini bozar, şevkini kırar ‘’…
Diyordu.
Bir
Bolşevik dostu ve Almanya’ da devrimi ateşlemeye çalışan ve Rusya’da ki
devrimin ayakta kalması için çırpınan dost Rosa Lüksemburg’un eleştirileri
uzayıp gidiyor. Görüldüğü gibi Rosa Lüksemburg’un eleştirileri büyük ölçüde
demokrasi, sosyalist demokrasi üzerine odaklanıyor.
Ekim
devrimi Rosa Lüksemburg’un eleştirilerinde işaret etiği tehlikeden
kaçınamadılar. Zorunlulukların dayattığı olağanüstü önlemleri teori
düzeyine çıkarma tutumuna düştüler. Reel-sosyalizm ne düşünce ne de pratik
olarak gerçek sosyalizm olmadı. Ekim devriminin rayından çıkmasıyla oluşan
bürokratik diktatörlüğün ideolojisi ve pratiği oldu.
Lenin
yaşamını sonuna doğru Rus işçilerine karşı mahçup olduğunu yazacaktı. Devrimci
Rusya da bürokrasi ve büyük Rus milliyetçiliği almış başını gidiyordu. Çarlık
devleti yıkılmış ama zihniyet olarak devam ediyordu. Sosyalist devleti kurmaya
çalışanlar o eski zihniyetin etkisi altına girmekteydiler. Devrimin
bürokratikleşmesi karşısında Lenin çareler arıyordu. Yaşamını sonuna doğru en
büyük mücadelesini bürokratikleşmeye karşı vermeye hazırlanıyordu. Sağlığı
yetmedi. Elli dört yaşında öldü. Üstelik aşırı ölçüde bozulan sağlığı nedeniyle
iki yıl öncesinden gücünü yitirmişti.
Bolşevik
partinin en yetenekli ve başarılı liderlerinde Stalin, daha Lenin’in sağlığında
genel sekreter sıfatıyla parti yönetiminde merkezileşmiş olan gücün büyük
kısmını eline almıştı. Lenin onun Gürcistan’da yaptıklarından çok rahatsız
olmuştu. Stalin’in Kurupskaya’ya hakaret edecek denli ileri gitme eğilimli
olduğunu görmüştü. Stalin’in genel sekreterlikten alınmasını vasiyetinde
yazdırdı Stalin’in elinde toplamış olduğu gücü kötüye kullanmayacağından emin
olmadığını söylüyordu.
Bürokrasiye
karşı mücadelesinde Lenin Troçki ile yakınlaşmıştı. Troçki, Stalin ile girdiği
mücadelede geride kaldıkça yani iğneyi etinde hissettikçe bürokrasinin
kötülüklerini anlamaktaydı. Aslında parti içinde ikinci adam konumunu büyük ölçüde
Lenin’e borçluydu. Troçki olağanüstü yetenekli ve enerjik bir devrimciydi ancak
geçmişte uzun yıllar Bolşeviklere karşı aşırı hücumlarda bulunmuş olduğu için
Lenin’in desteği olmaksızın parti kadroları ve hatta taraftarları arasında
geniş ölçüde kabul görmesi zordu. Troçki, Stalin’in öne geçmesini başka
türlü açıklamaya çalışmıştır. Oysa Stalin, örgüt ustasi, hesap ustası, hem de
çok güçlü bir pratikçiydi. Üstelik Bolşevik partiyi o Troçki’den çok daha
iyi tanımaktaydı. Bu yetenekleri ve olanakları sayesinde ipleri daha Lenin
döneminde eline geçirmişti. Lenin’in ölümünden sonra Troçki’nin artık eskisi
gibi etkin çalışma şansı kalmamıştı.
Troçki,
iktidarda ikinci adam olduğu yıllarda sosyalist demokrasiyi önemsememişti.
İktidardan uzaklaştırıldıktan sonra sosyalist demokrasinin önemini fark etti.
Bu onun belki de en zayıf tarafıydı. Troçki bizde hala yeteri kadar
anlaşılamamış birisidir. Onun hakkında daha fazla değerlendirme yapabilmek için
onun yazdığı ve başkalarının onun hakkında yazdığı bütün eserleri etraflıca
incelememiz gerekir. Henüz bu olanaklardan yoksunuz, tamamlandığında onun
olayını da yazacağız. Daha da ilerisi Reel-sosyalizmin oluşturduğu resmi
ideolojinin dışında az-çok tarafsız kaynakları da bunların yanında incelemek
gerekir. Lenin neden Stalin’in değil de Troçki’nin kendisinden sonra
sorumluluğunun devam ettirmesi yani önder olması gerektiğini ileri
sürmüştü. Bunun üzerinde dikkatle durmak gerekiyor. Geçmişte kendilerini
kıyasıya eleştirmiş ancak 1917 Şubat devrimi sonrası Bolşeviklere katılmış olan
Troçki’yi nasıl oluyor da bir çok eski kadro arasında bu kadar üstün
tutuyordu ve kendisinden sonra partide ikinci adam konumuna getiriyordu?
RUS
DEVRİMİ VE REEL SOSYALİZM-X
Devrim
Kendi Evlatlarını Yedi
Ekim
devrimi, devrim kendi evlatlarını yer denilen kaderden kendisini kurtaramadı.
Lenin gibi birleştirici ve yol gösteren bir önderi kaybeden Bolşevik parti,
gidişi köklü bir şekilde gözden geçirme ve kendisini toparlama şansını
yitirmişti. Stalin önderliğindeki ekip Lenin zamanında deneme ve yanılma
yoluyla yapılanları ilkeler haline getirerek kalıplaştıracaktı. Bunun sonuçları
tüm insanlığı olumsuz etkiledi. Sosyalist demokrasi ve dünya devrimi bir kenara
bırakıldı. Onun yerine tek ülkede parti ve bürokrasinin diktasının kurumlaşması
yoluna gidildi. Lenin’in otoritesine sahip bir liderin yokluğu parti içinde
liderlik yarışmasının kızışmasına yol açtı.
Demokratik
geleneklerden uzaklaşmış olan parti., liderlik yarışını kötü şekilde
sonuçlandırdı. Galip gelen taraf diğerlerini ezip bunu tüm dünya komünist
hareketine onaylattı. Yenilenler hem güçlerini, hem yaşamlarını, hem de bütün
geçmişlerini birden kaybettiler. İktidarı ele geçiren Stalin, Kamanev,
Zinoviev, Buharin vb gibi liderleri, emperyalistlerin hizmetine girmiş olmakla
suçladı. Lenin dönemindeki bütün politbüro üyeleri ( Stalin’in kendisi hariç )
mahkeme önüne çıkarıldılar. Troçki suçlananların başında geliyordu ama
sürgündeydi. Öyle de olsa onun hakkında da idam kararı çıkartılır. Önce
partideki görevlerinden uzaklaştırılmış, sonra ülke içinde Alma Ata’ya
sürülmüş, daha sonra da İstanbul’a sürülmüştü. Troçki sonraları buradan da
Avrupa ve Meksika’ya gidecek orada da Stalin’in özel görevlisi tarafında
suikastla öldürülecekti. Bu suikasti yapan kişi yıllar sonra cezası bitip SSCB
geldiğinde yüksek bir kahraman gibi karşılanacak ve ödüllendirilecekti.
Nazım’ın Stalin üstüne yazdığı şiiri
taştandı,
tunçtandı, alçıdandı, kâattandı, iki santimden yedi metreye kadar.
taştan, tunçtan,
alçıdan ve kâattan çizmeleri dibindeydik, şehrin bütün meydanlarında.
parklarda
ağaçlarımızın üstündeydi; taştan, tunçtan, alçıdan ve kâattan gölgesi,
taştan, tunçtan, alçıdan ve kâattan bıyıkları lokantalarda içindeydi çorbamızın
odalarımızda taştan, tunçtan, alçıdan ve kâattan gözleri önündeydik.
yok oldu bir sabah!
yok oldu çizmesi meydanlardan,
gölgesi ağaçlarımızın üstünden,
çorbamızdan bıyığı,
odalarımızdan gözleri,
ve kalktı göğsümüzden baskısı binlerce ton taşın tuncun alçının ve kâadın”
nazım hikmet
taştan, tunçtan, alçıdan ve kâattan bıyıkları lokantalarda içindeydi çorbamızın
odalarımızda taştan, tunçtan, alçıdan ve kâattan gözleri önündeydik.
yok oldu bir sabah!
yok oldu çizmesi meydanlardan,
gölgesi ağaçlarımızın üstünden,
çorbamızdan bıyığı,
odalarımızdan gözleri,
ve kalktı göğsümüzden baskısı binlerce ton taşın tuncun alçının ve kâadın”
nazım hikmet
(1961
yılında Pravda gazetesinde yayınlandı.)
Düşman yoldaşlar: Kostümsüz İmparator Stalin,
Silahsız Peygamber Troçki’ye Karşı
Dünya siyaset
tarihinin en amansız rakipleriydi onlar. Troçki’yi siyasi, ideolojik ve moral
açıdan çökertmek de yetmeyecekti Stalin’e. Tek ortak yönleri vardı: Ego.
“Merkez Komite’nin istikrarından kastım, bir
bölünmeye karşı alınabilecek tüm önlemlerin alınmasıdır. Partimiz iki sınıfa
dayanmaktadır. Bu sınıflar arasında mutakabat sağlanamazsa istikrarsızlık ve
çöküş kaçınılmazdır. O yüzden Stalin ve Troçki başat konumdadır.”
Lenin,
ölümünden iki yıl önce, 1922′de böyle diyordu. Ağırlaşan hastalığının da
etkisiyle Komünist Parti’nin, dolayısıyla Sovyetler Birliği’nin kendisinden
sonra kimlerce ve nasıl yönetilmesi gerektiğine giderek daha fazla kafa yormaya
başlamıştı. Beyhude bir çaba değildi bu, ama nafileydi…
Tek ortak yönleri: Ego
Rus
tarihçi Dimitri Volgokonof, ‘Trotsky,
The Eternal Revolutinary’ adlı kitabında, Stalin’le Troçki’nin tek ortak
yönünün bulunduğunu yazar: Ego. Bir de şu eklenebilir belki: Gençliklerinde de
ikisi de şairliğe soyunmuş ve kötü şiirler yazmışlardır!
Stalin’le
Troçki’nin çekişmesi, daha Lenin hayattayken başladı. Mücadeleye ve partiye
sonradan katılmasına rağmen Troçki, Lenin’in ‘prens’lerindendi. Entelektüel
derinliğini eylem adamlığıyla harmanlayabilen biriydi. Hep ön plandaydı ama
resmi titr, siyasi konum pek umurunda değildi. Ya da öyle görünüyordu. Fikri
bağımsızlığına fazlasıyla düşkündü. Yeri geldiğinde parti önde gelenlerini
kıyasıya eleştirmekten çekinmiyordu. O derece ki Lenin’i, ‘demagoji yapmak’la,
‘zihin açıklığından yoksunluk’la eleştiriyor, ‘umutsuz vaka’ bir filozof olarak
niteliyordu. Bir muhalifti aslında ve fikirlerini kendine saklamak gibi bir
huyu da yoktu.
Buna
karşılık Stalin doğuştan Bolşevik’ti. Lidere, parti idelojisine ve devrim
ülküsüne mutlak bağlıydı. Ancak mütevazı görünümü ve silik kişiliğinin
arkasında güce ve başarıya doyurulmaz açlık duyan bir liderdi. Volgokonof’un
ifadesiyle, ‘Köstümsüz İmparator’du Stalin. Fikriyat pek cezbetmiyordu onu.
İlk karşılaşma
İkili
ilk kez 1907′te Londra’da düzenlenen Beşinci Parti Kongresi’nde karşılaştı.
Sonraki yıllarda Troçki, ‘İvanoviç’ namlı bu kaba saba Gürcü’nün o kongrede pek
gözünü çarpmadığını söyleyecekti. Stalin üç hafta süren kongre boyunca tek laf
etmemiştir. Troçki ise hakimiyeti, girişkenliği ve hitabet kabiliyetiyle daha o
zamanlardan göz dolduruyordu.
Stalin,
devrime hazırlıkla geçen yıllar boyunca vakit ve enerjisini Moskova’da Komunist
Parti içinde yerini sağlamlaştırmaya, dost edinmeye harcadı. Sessiz ve derinden
ilerliyordu. Troçki ise hem Menşevik’ti hem de çoğu zaman yurtdışında,
entelektüel ve siyasi faaliyetlerle meşguldü. Parti bürokrasisinden de hiç ama
hiç hazzetmiyordu.
Stalin
konumunu sağlamlaştıradursun Troçki ancak 1917′de Menşevik kıyafetini çıkarıp
Bolşevik kalpağını giydi. Parti koridorlarına o kadar uzaktı ki Stalin’i hala
birebir tanımıyordu. Kendisi ise başlıbaşına bir ‘şöhret’ti ve hep Lenin’in
yanındaydı. Çok geçmeden adı ‘İkinci Adam’a çıkmıştı bile. Yıllar sonra Stalin,
Troçki için: “Ekim ayaklanmasında
hiçbir rol oynamamıştır” diyecek, Troçki ise Stalin için şu hükmü
verecekti: “O günlerde ne düşündüğünü
hiç bilmiyorum. Çünkü ne tavsiyesine ne de yardımına ihtiyaç duydum. Silik
biriydi.”
Lenin de barıştıramadı
Ne zaman ki Kızıllarla Beyazlar arasında iç savaş patlak verip Milletlerden Sorumlu Halk Komiseri Stalin, Askeri Devrim Komitesi Güney Cephesi’nin bir üyesi olarak sahneye çıktı işte o zaman icraatıyla Troçki’nin dikkatini çekmeye başladı. Özellikle de kendisini aşıp kimi zaman emirlerinin hilafına doğrudan Lenin’i muhatap almasıyla… O derece ki Lenin, Troçki’ye gönderdiği bir telgrafta, “Stalin’e benim ağzımdan de ki bundan böyle benimle tüm askeri yazışmalarına seni de dahil etsin” diyecekti.
Ne zaman ki Kızıllarla Beyazlar arasında iç savaş patlak verip Milletlerden Sorumlu Halk Komiseri Stalin, Askeri Devrim Komitesi Güney Cephesi’nin bir üyesi olarak sahneye çıktı işte o zaman icraatıyla Troçki’nin dikkatini çekmeye başladı. Özellikle de kendisini aşıp kimi zaman emirlerinin hilafına doğrudan Lenin’i muhatap almasıyla… O derece ki Lenin, Troçki’ye gönderdiği bir telgrafta, “Stalin’e benim ağzımdan de ki bundan böyle benimle tüm askeri yazışmalarına seni de dahil etsin” diyecekti.
Dahası
Troçki, Stalin’in ADK’yı takmayan, gaddar ve keyfi askeri hamlelerinden
rahatsızdı. Lenin nezdinde Stalin’in askeri yetkisinin kaldırılması için
defalarca girişimde bulundu. Ekim 1918′deki bir mektubunda şöyle sesleniyordu
Lenin’e: “Kategorik olarak Stalin’in
görevden alınmasından yanayım.”
Buna
karşılık Lenin farklı meziyetlerini önemsediği ikilinin arasını bulmaya
çalışıyordu. Cevabi mektuplarıdan birinde Troçki’ye şöyle diyordu: “Kanaatimce
Stalin’le omuz omuza çalışmanız şart.” Ancak boşunaydı çabası. İç savaş boyunca
Stalin Troçki’yi kale almamakta diretti. Troçki de her fırsatta Stalin’i
eleştirmekten geri durmadı.
Devrimin
dibe vurduğu, sosyalizmin topun ağzına geldiği ve Soyvet Cumhuriyeti’nin devasa
bir askeri kampı andırdığı Eylül 1918′de kurulan Devrimci Savaş Konseyi’nin başına
getirilen Troçki, ‘Beyazlar’ bozguna uğratılınca ‘İkinci Adam’ konumunu
perçinlemişti artık. Devrim yükseliş dönemindeydi. Devrimle birlikte Troçki de
yükseliyordu ve Lenin’in tabii halefi gözüyle bakılıyordu kendisine. Ocak 1922
tarihli Pravda, “Lenin devrimin beyniyse Troçki de çelikten iradesidir” diye
yazıyordu. Ne kastedildiği gayet açıktı.
Ne
var ki iç savaş sona erip rejim hayatın gerçekleriyle baş başa kalınca zor
günler de başladı. Harap olmuş bir ülkeyi yeniden ayağa kaldırmanın ağırlığı çökmüştü
rejimin üstüne. Hal böyle olunca Bolşevik liderlik içindeki görüş ayrılıkları
da suyüzüne çıkmaya başladı.
Politbüro’daki çember
Troçki
Politbüro’ya yönelik konuşma, mektup ve bildirilerinde Parti bürokrasisine
alabildiğine yükleniyordu. Mevcut yapı ve zihniyetle, toplumsal ve ekonomik
sorunların çözülemeyeceğini, Parti rejiminin bir an önce demokratikleşmesi
gerektiğini dile getiriyordu açıkça. Bu çıkışlar, Stalin ve diğerlerince
Troçki’nin, hastalığı iyice ağırlaşan Lenin’in koltuğuna göz koyduğuna
yoruluyor, sansürlenerek Parti tabanına yayılması engelleniyordu. Bir keresinde
Troçki yine ağır bir eleştiride bulununca Politbüro’nun Stalin’ci ağır
toplarından Zinovyev kendini tutamadı: “Bir
çembere alındığını görmüyor musun? Numaraların sökmüyor artık. Artık
azınlıktasın. Tek kişilik bir azınlık.” Hakikaten de hemen herkes
Zinovyev’e arka çıktı.
Devrim
tarihi alelacele yeniden yazılmaya başlamıştı bile. Komünist Parti’nin Askeri
Devrim Merkezi (ADM) öne çıkarıldı. Başında Troçki’nin bulunduğu Askeri Devrim
Komitesi’nin (ADK) bir organı olarak kurulmuştu ADM. Doğru dürüst bir işlevi
yoktu aslında. Ama üyelerinden biri Stalin’di. Ve Stalin ADM’yi parti içindeki
yükselişine dayanak yapmıştı.
Komünist
Parti’in ipleri Politbüro’nun elindeydi. Politbüro’nun ipleri ise Stalin’in.
Özellikle kadim dostları Grigori Zinovyev ve Lev Kamenev’in desteği Stalin’i
mutlak hakim kılıyordu. Partide bu ‘Üçlü’nün borusu ötüyordu. Tarihçi
Volkogonof’a göre Stalin, Troçki’nin devrimci dalgayla birlikte yükseldiğini,
dalga yatışınca zayıflığının ortaya çıktığını söylerken hiç de haksız
sayılmazdı.
Stalin’in ayak oyunları
Lenin
her ne kadar ölüm döşeğinde bulunsa da iyileşip işinin başına dönme olasılığı
da yok değildi. Bu, Troçki’nin eline güçlendirecek, halefliğini resmileştirecek
bir süreci başalatabilirdi. Stalin ayak oyunlarına başlamakta gecikmedi. Önce
Lenin ve Troçki’nin onursal başkanlığını bir kenara itip Politbüro seçimlerini
yapıverdi. Ardından Lenin’den sonraki tüm üyelerin alfabetik sıraya koydurarak
Troçki’nin kağıt üstündeki ‘ikinci adam’lığını ortadan kaldırdı. Parti
gazeteleri, Troçki’den söz ederken ‘Kızılordu Komutanı’ sıfatını kullanmamaya
başladı. Parti kadroları Troçkicilerden arındırılıp ‘çember’e yakın isimlerle
doldurulmaya başladı.
Troçki’nin
bitmez tükenmez eleştiri ve suçlamaları Stalin’in sabrını taşırdığında Lenin
son nefesini vermek üzereydi. 13′üncü Parti Konferansı’nda Troçki ve
destekçilerinin pozisyonu fiili liderlikçe ‘Bolşevizmin Menşevik revizyonu’
olarak yaftalandı.
Stalin
ve Troçki ilk kez tam da o günlerde Merkez Komite ve Merkezi Denetim
Komisyonu’nun ortak genişletilmiş toplantısında yüz yüze geldi. Stalin agresif
bir dille ‘bölücülük güden’ Troçki’nin kınanmasını istedi. Çoğunluk Stalin’den
yanaydı. Her ne kadar kınama yerine uyarı aldıysa da Troçki o toplantıda
‘çember’in iyice daraldığını gözlemledi.
Troçki’nin zaafı
Volgokonof’un
döneme ilişkin analizi çarpıcıdır: “Troçki
Bolşevik sistemin kurucularından biriydi ama sistemi reformdan geçirmeye
yönelik hiçbir çabanın sonuç vermeyeceğini anlamıyordu. Zira, tek parti
egemenliğine dayalı Leninizm reforma temelden kapalıydı (…) Bürokratikleşme
tehlikesinin farkındaydı ama tek parti sistemiyle hiçbir bağ kurmuyordu. Zihni,
Parti’nin belirleyici rolüne ilişkin en vahim Marksist dogmaların kıskacındaydı
çünkü (…) Parti’nin ‘demokratik bir merkeziyetçilik’le yönetilmesini
sorgulamıyordu. Ona göre sorun, özellikle Stalin Genel Sekreter koltuğuna
oturduğundan bu yan apparat’a, yani Parti bürokrasisine haddinden fazla yetki
tanınmasıydı.”
Lenin’in
1924′te ölümü, Troçki-Stalin mücadelesini belirleyici biçimde etkiledi. Stalin
ne yapıp edip bir ‘tarih oyunu’yla o günlerde Tiflis’te bulunan Troçki’nin
cenaze törenine katılmasını engelledi. Hamisinden yoksun ve iyice savunmasız
kaldığı yetmezmiş gibi o kederli günlerde ortalıkta görünmemesi de Troçki’nin
imajını fena halde zedeledi. Lenin’in anısına saygısızlıkla suçlandı. Halk ve
Parti nezdindeki itibarı dibe vurdu. Giderek marjinal bir muhalif kimliğine
bürünüyordu. Bir ‘kast’ halini alan Parti kadrolarından uzak durduğu için aynı
zamanda asosyalleşiyordu.
Stalin
açısından ise Lenin’in ölmesi elinin kolunun iyice serbest kalması demekti.
Çekineceği kimse kalmamıştı. Her şeyi alenen yürütebilirdi. Stalin hücümda,
Troçki müdafaadaydı artık.
Darbeler
peş peşe indi. Ocak 1925′te Troçki, Askeri İşlerden Sorumlu Halk Komiseri ve
ADK Başkanı görevlerinden alındı. Böylelikle Kızılordu’yla bağı koparılıyordu
Troçki’nin.
‘Devrimin mezar kazıcısı’
Stalin’in
duracağı yoktu. Troçki’nin de pes etmeye niyeti. Nitekim bir Politbüro
toplantısında muhalefetin nedamet getirmesini isteyen Stalin’e şu tarihi laf
ediyordu Troçki: “Birinci Sekreter,
devrimin mezar kazıcılığına soyunuyor.” Kan beynine sıçradı Stalin’in,
beti benzi attı, Politbüro üyelerini şöyle bir süzdükten sonra hışımla koltuğundan
kalkıp kapıyı çarparak salondan çıktı.
Tarihe geçen o sözler, Troçki’nin kaderini belirleyecekti. Nitekim Ekim 1926′da
ikinci darbe geldi: Troçki Politbüro’dan çıkarıldı.
Nedense
Stalinci kumpası görmesi epey uzun sürdü Troçki’nin. Haziran 1927′de şu çıkışı
yaptı Politbüro üyelerine: “1924′ten
beri yedi kişilik bir hizip var burada. Yani ben hariç herkes. Bu ‘yedili’
illegaldir ve Parti karşıtıdır. Arkadan iş çevirmektedir. Toplantılarının amacı
bana yüklenmek. Bir kuralı var bu hizibin: Kendi içinde polemiğe girmemek,
Troçki’yle ise her fırsatta polemiğe girmek. Ne Parti farkındaydı bu kumpasın
ne de ben…” (Yıllar sonra kendileri de Stalin’in hışmını uğrayınca
Kamenev ve Zinovyev, zamanında Troçki’ye karşı kumpas kurulduğunu itiraf
edecektir)
Liderlik kavgası
Tam
da Lenin’in korktuğu gibi Parti bölünme tehlikesiyle karşı karşıyaydı. Stalin
öncülüğündeki merkezcilerle Troçki’nin başını çektiği sol kanat karşılıklı saf
tutmuştu. Parti ve bürokrasi tek tek Troçkistlerden ayıklanıyordu. Aziller,
tutuklamalar, sürgünler birbirini izliyordu. Troçki’nin ifadesiyle bir tarafta
‘devrimin yerleşikleri’ vardı, diğer yanda ‘göçebeleri.’ Bir liderlik
kavgasıydı bu aslında. Ya Stalin, Troçki’yi tasfiye edecekti ya da Troçki Stalin’i.
Gerek Troçki gerek Stalin, Lenin’in varisliğine oynuyordu. Ama avantaj
Stalin’deydi. Her şeyden önce Politbüro’da güç dengesi bariz biçimde Stalin’den
yanaydı. Troçki entelektüel seviyesine, halkın zihnindeki yerine ve
popülaritesine fazla güvenmişti. Bunların hiçbiri Parti bürokrasinin karşısında
Troçki’yi ayakta tutmaya yetmeyecekti.
Üçüncü
darbe Eylül 1927′de Komünist Enternasyonel’den geldi. Stalin her şeyi
ayarlamıştı. İcra Komitesi’yle toplantı öncesi bir araya gelip gerekli
talimatları verdi. Troçki ile Stalin ve diğerleri arasında hararetli
atışmaların yaşandığı, ihanet, komplo, iftira gibi suçlamaların havada uçuştuğu
‘duruşma’ sonucunda hüküm verildi: Troçki’nin ihracına…
Son
görüşme
Yaklaşık
bir ay sonra Merkez Komite toplantısına çağrıldığında başına geleceği
kestirebiliyordu Troçki. Daha konuşmasına başlamadan yuhalamalar, bağırıp
çağırmalar ve hakaretler yağmaya başladı kürsüye. Stalin’in Troçki’yi yerden
yere vuran konuşması ise dakikalarca ayakta alkışlandı. Oylamanın sonucu başta
belliydi zaten. Troçki artık Merkez Komite’nin de üyesi değildi. Stalin ve
Troçki birbirini bir daha görmeyecekti.
Troçki
pes etmedi, bir ‘gerilla mücadelesi’ne soyundu Stalin’e karşı Parti içinde.
İdeolojik ve siyasi bir mücadeleydi bu. Ama Stalin’in ‘düzenli ordu’su öylesine
disiplinli ve örgütlü hareket ediyordu ki hiçbir şansı yoktu Troçkist
gerillaların. Volkogonof, “Bu sadece
görünüşte bir düelloydu. Stalin siyasi çekişmelerde düellodan ziyade cinayeti
tercih ederdi” diye yazıyor.
Tüm
bu süreç boyunca Stalin, Troçki’yi ‘bölücü’ olarak yaftalatmayı başarmıştı. Bu
bilinçli bir çabaydı. Çünkü Lenin’in şu sözleri tüm Parti’nin ezberindeydi: “Partimiz için bölücüler Beyaz generallerden
daha tehlikelidir.” Troçki ‘bölücü’yse Stalin de birleştirici kimliğine
bürünüyordu ister istemez.
Partililer
gözünde bozguncu, karşıdevrimci, halk düşmanıydı artık Troçki. Ve nihai darbe
14 Kasım 1927′de indirildi. Stalin’in talimatı üzerine Merkez Denetim
Komisyonu, dava arkadaşlarıyla beraber Troçki’yi Parti’den ihraç etti. Böylelikle
Stalin Troçki’nin Parti’yle son bağını da koparıyordu. Troçki bir yıl içinde
tüm siyasi mevzilerini bir bir kaybetmişti.
Devrim yok sosyalizm var
Çok
geçmeden Troçki’nin ‘Sürekli Devrim’ teorisinin de pabucu dama atıldı.
Stalin’in ‘Tek Ülkede Sosyalizm’i kanıksandı. ‘Sürekli Devrim’ Bolşevik
ihtilalinin Avrupa başta olmak üzere tüm dünyaya yayılmasını öngörüyordu.
İhtilalin bekası da bunu gerektiriyordu. Troçki, bir sonraki Comintern
konferansını Berlin’de, Paris’te, hatta Londra’da düzenlemenin hayalini
kuruyordu. ‘Tek Ülkede Sosyalizm’in hedefi ise önce ve öncelikli olarak
Rusya’ydı. Devrimin kök salması, emperyalizm karşısında dik durabilmesi için
hızlı ve kapsamlı bir sanayileşme hamlesi lazımdı. ‘Devrim ihracı’yla vakit ve
enerji kaybedilmemeliydi.
Amok koşusu
Ordusuz
bir generali andırıyordu artık Troçki. Ama Stalin açısından hala bir tehditti.
İlk akla gelen hal çaresi sürgündü. Çok geçmeden karar verildi: Alma Ata,
Kazakistan. 17 Ocak 1928′de Troçki bir ‘veda nutku’na mahal vermemek için
evinden yaka paça alınıp palas pandıras trene bindirildi.
Isaac
Deutscher’in ifadesiyle ‘Silahsız Peygamber’in Amok koşusu başlamıştı.
Sürgündeydi ama kalemi durmuyordu. Muhalefetten yana umudunu yitirmemişti. Alma
Ata ile Moskova arasındaki yazışma trafiği her geçen gün yoğunlaşıyordu.
Stalin’in her bir mektuptan haberi vardı tabii ki. Sabrının taşması uzun
sürmedi. Bir Politbüro toplantısında cekmecesinden çıkardığı mektuplardan bazı
satırlar okuduktan sonra, “Bu soysuz,
Merkez Komite ve Parti’den kovuldu ama hala dersini almamış. Ne yani, o terör
estirmeye, isyan çıkartmaya çalışırken biz burda oturup öylece seyredecek
değiliz herhalde” dedi. Ve sonra da kararını açıkladı: “Ülke dışına sürülsün.”
Çok
geçmeden Troçki’ye ultimatom verildi. Ya siyasi faaliyetlerine son verecek ya
da tamamen tecrit edilecekti. Troçki devrime bağlılığını gerekçe göstererek
ultimatomu reddetti. Olsa olsa Sibirya’ya sürüleceğini düşünüyordu ama
Stalin’in aklında başka bir yer vardı.
Ve İstanbul…
Alma
Ata’dan yine apar topar ve bu kez istikameti meçhul bir trene bindirildiğinde
sürgün hayatının birinci yılı geride kalmıştı Troçki’nin. Sürgünün ikinci
durağını yolda, 7 Şubat 1929 günü öğrendi: İstanbul.
Stalin,
Troçki’yi siyaseten tasfiye etmiş, ideolojik olarak marjinalleştirmiş ve
nihayet gözden ırak etmişti. Yine de peşini bırakmıyordu. Büyükada’ya yerleşen
Troçki göz hapsindeydi. Attığı her adımdan haberdar edilmek istiyordu Stalin.
Bir yandan da Troçki’yi devrim tarihinden silme girişimlerini sürdürüyordu. 20
Şubat 1932′de Sovyet vatandaşlığından çıkarıldı Troçki. Meşhur 1934 Moskova
Duruşmaları’ndaysa sahte ifadeler ve zoraki tanıklıklarla ‘vatan haini’ ilan
edildi. Stalin moral açıdan da çökertmek niyetindeydi Troçki’yi.
Büyükada’da
geçirdiği dört yılın ardından Troçki, sırtında Stalin’in yapıştırdığı
‘emperyalizm ajanı’ yaftasıyla Fransa ve Norveç’te de tutunamayınca Meksika’ya
sığındı. Kendini tamamen yazıya vermişti. Bıkıp usanmadan Stalin’in
önderliğinde Sovyet tarihinin bir yalana dönüştürüldüğünü, devrimin yolundan
saptırıldığını kaleme alıyordu.
Nihai çözüm
Stalin
kabusdan kurtulabilmek için yapabileceği tek şey kalmıştı artık: Trçoki’yi
öldürtmek. Herkesin bildiği bir sırdı bu aslında. İş öyle bir noktaya geldi ki
Coyoacan’daki evini ziyaret eden hemen herkes Troçki’yi son kez gördüğünü
düşünmeden edemiyordu.
Mayıs
1940′ta gerçekleştirilen ilk suikast eylemi başarısızdı. Stalin’in ikinci bir
fiyaskoya tahammülü yoktu… Cellat olarak seçilip ince bir planla mürit kisvesi
altında Troçki’nin yakın çevresine dahil edilen Ramon Mercader ölümcül darbeyi
indirdiğinde tarih 20 Ağustos 1940′tı. Stalin nihayet muradına ermişti…
(Atlas Tarih, Şubat-Mart 2013)
LENİN’İN VASİYETİ
Bolşevik
lider Vladimir Lenin tarafından 1922 yılı sonu – 1923 yılı başında yazılan
belge. Belgede Lenin Sovyetler Birliği yönetim organlarında değişiklik
yapılması gereğini bildirmektedir. Ayrıca Sovyet liderleri hakkında
düşüncelerini de sıraladığı belgede özellikle Josef Stalin’in Sovyetler Birliği
Komünist Partisi Genel Sekreteri görevinden alınmasını önermiştir.
Belge
Lenin
belgenin Nisan 1923’de yapılacak olan XII. Kongre’de okunmasını istiyordu.
Ancak Mart ayında geçirdiği beyin kanaması yüzünden felç oldu ve konuşma
yetisini kaybetti. Bunun üzerine vasiyet eşi Nadezhda Krupskaya tarafından
gizlendi ve saklandı. Eşi, Lenin’in iyileşeceğini umuyordu. Lenin’in 21 Ocak
1924 günü ölmesiyle beraber vasiyeti Komünist Partisi Merkez Komitesi
Sekretaryasına teslim etti. Mayıs 1924’de yapılacak olan XIII. Kongre
delegelerine de bildirilmesini istedi. Lenin’in vasiyeti, partiyi yöneten üçlü
olan Josef Stalin, Grigori Zinovyev ve Lev Kamenev’i çok zor durumda bıraktı.
Eğer vasiyet örtbas edilirse haklarındaki eleştiriler partililer tarafından
öğrenilmemiş olacaktı. Ancak parti önderliği Bolşevikler arasındaki saygınlığı
tartışılmaz olan önderleri Lenin’in isteğini kabul etmedikleri daha büyük
sorunlarla karşılaşmaktan çekinmekteydi. Partinin yönetimiyle ilgili özellikle
Leon Troçki ile iktidar mücadelesinin ortasında olan liderlik açmazda kalmıştı.
Sonunda Merkez Komitede önerilen uzlaşmaya göre vasiyet XIII. Kongre
delegelerine aşağıdaki şartlarla verilecekti:
-Vasiyet
her bölge delegeleri tarafından ayrı ayrı okunacak, eş zamanlı okuma
olmayacaktır
-Not
almak yasaktır
-Kongre
süresince vasiyetten bahsedilmeyecektir
Öneri
Merkez Komitede Krupskaya’nın muhalefetine rağmen çoğunluk oyuyla kabul edilir.
Bu şekilde vasiyet Lenin’in öngördüğü etkiyi yaratmayacak ve Stalin Merkez
Komiteye istifasını sunmasına rağmen bu talep kabul edilmeyecektir. Stalin
Genel Sekreterliğe devam edecektir. Belge parti içinde süren hizip
mücadelelerinde sürekli gündemde kalacaktır. 1924-1927 yılları arasında Sol
Muhalefet ile Stalin-Buharin ekibi arasındaki mücadele döneminde Stalin 1926
Temmuz Merkez Komite birleşiminde okumak durumunda kalır. Vasiyetin tashih
edilmiş bir versiyonu Aralık 1927’de yapılan XV. Kongresinde delegelere basılı
olarak verilir. Ancak belge parti dışında yaygın olarak basılmayacaktır.
Vasiyetin varlığı ve içeriği ile ilgili olarak Batıda ilk haberler Max
Eastman’ın Lenin Öldüğünden Beri adlı 1925 yılında yazılan eseriyle ortaya
çıkar. Sovyet liderliği ise konuyla ilgili olarak bir reddiye yazısı yazması
için halen Politbüro üyesi olan Troçki’yi görevlendirir. Troçki Eastman’ın
verdiği bilgileri reddeden bir yazı kaleme alır ve yayınlar. Stalin döneminde
belgenin varlığından bahsetmek Bolşevik karşıtı propaganda kapsamında suç
olarak değerlendrilmiş ve cezalandırılmıştır. Stalin’in 1953 yılında ölmesinden
sonra 1956 yılında yapılan ünlü XX. Kongre ile birlikte vasiyet resmen
yayınlanmıştır.
Belgenin içeriği
Belge aslında
Lenin’in kendisinin de dahil olduğu Sovyet hükümetinin bir eleştirisidir.
Gelecekte partide yaşanması muhtemel tehlikelerden bahsedilerek bazı öneriler
yapılmıştır. Stalin ve Troçki eleştirisi:
“
Yoldaş Stalin, Genel Sekreter
olur olmaz elinde büyük bir güç biriktirmeye başladı. Bu yetki ve gücü gerekli
özenle kullanacağına dair emin olamıyorum. Diğer yandan yoldaş Troçki ise
İletişim Halk Komiserliği başlığında da görüldüğü gibi Merkez Komite iradesine
karşı yürüttüğü mücadele sırasında önderlik kabiliyetlerini göstermiştir. Belki
de halihazırdaki Merkez Komitedeki en kabiliyetli kişidir ancak kendisine aşırı
güvenmekte ve işlerin sadece yönetsel taraflarıyla ilgilenmektedir.
Halihazırdaki
Merkez Komitesinin öne çıkan bu iki liderinin bahsettiğim özellikleri eğer
Parti önlem almazsa ileride bir bölünmeye yol açabilir, bu ayrışma beklenmedik
bir anda yaşanabilir. „
— Lenin
Lenin, Stalin’in
kullanabileceğinden daha fazla güce sahip olduğunu ve eğer onun yerine geçerse
tehlikeli olabileceğini düşünüyordu. Birkaç hafta sonra yaptığı eklemede
Stalin’in Genel Sekreterlik konumundan alınmasını önerir:
“
Stalin çok kaba; biz
komünistler arasında bu kötü özellik katlanılabilir olsa da Genel Sekreterlik
makamı için tahammül edilemezdir. Bu yüzden yoldaşların Stalin’i o konumdan
almanın bir yolunu bulması ve Yoldaş Stalin’den bu açıdan farklı bir yoldaşı
aynı göreve getirmenin bir yolunu bulmaları gerektiğini düşünüyorum; daha
anlayışlı, daha sadık, daha saygılı ve yoldaşlarına karşı daha düşünceli, daha
az kaprisli vb. Bu durum ayrıntı olarak değerlendirilebilir. Ancak partide
olası bir bölünmenin engellenmesi açısında Stalin ile Troçki’nin ilişkisiyle
ilgili yazdıklarım önemsiz değildir, belirleyici olabilecek bir ayrıntıdır.
„
— Lenin
30 Aralık 1922
günü Ulusal Sorun Üzerine adlı eserinde Lenin; Gürcistan Olayı ile ilgili
olarak Feliks Dzerjinski, Grigori Ordjonikidze ve Stalin’i eleştirerek Büyük
Rus milliyetçiliği ile itham etmiştir:
“
Bu konuyla ilgili Stalin’in
yönetsel olarak aceleciliği ve sosyal milliyetçiliğe olan meşhur sevdası
yüzünden ölümcül bir hata işlenmiştir. Siyasette bu tür bağlılık genellikle en
kötü sonuçlara yol açar. „
— Lenin
Lenin, vasiyetinde
diğer Politbüro üyelerini de eleştirmekten geri durmayacaktır:
“
Zinoviev ve Kamenev’in Ekim
günlerindeki davranışları (Ekim 1917’de iktidarın alınmasına karşı
muhalefetleri) şüphesiz bir istisna değildi, ancak kabahat aranacaksa
Troçki’nin Bolşevik olamamasına da bakılmalıdır.
„
— Lenin
Son olarak genç
Bolşevik önderler Nikolay Buharin ve Georgi Pyatakov eleştirilecektir:
“
Onlar bence gençler arasında
en öne çıkan isimlerdir ve aşağıda belirttiğim hususlar akıldan
çıkartılmamalıdır: Buharin Partideki en değerli ve en öne çıkan teorisyen
olmakla kalmayıp tüm Partinin sevgilisidir, ancak teorik düşünceleri ancak
büyük bir şerh konarak Marksist olarak değerlendirilebilir, onda skolastik bir
yan sürekli var oldu.(Diyalektikle ilgili hiçbir çalışma yapmadı ve korkarım ki
tam olarak algılayamadı)
Pyatakov ise
şüphesiz çok kabiliyetli birisi ancak işlerin yönetimsel kısımlarına aşırı önem
gösteriyor ve önemli siyasi sorunlarda bu sıkıntı yaratıyor.
Yapılan bu
değerlendirmeler sadece içinde bulunduğumuz durum için ve bu öne çıkan sadık
Partililerin bilgilerini artırma ve tek taraflılıklarını geliştirmeye fırsat
bulamamaları varsayımı üzerine yapılmıştır. „
—
Lenin
Kaynak:
http://tr.wikipedia.org/wiki/Lenin%27in_Vasiyeti
Gelgelelim
Stalin’in ünlü yargılamaları olan1936-1937-1938 duruşmalarına. Bu yıllarda
yapılan dört duruşmada sanıklar arasında bir eski başbakan, bir çok başbakan
yardımcısı, Komünist Enternasyonel’in iki eski başkanı, sendikaların genel
başkanı ( duruşmalardan önce intihar eden Tomsky’di bu ), Genelkurmay Başkanı,
Ordu siyasi Komiserliği Başkanı, bütün önemli askeri bölgelerin komutanları,
Avrupa ve Asya’da ki Sovyet elçilerinin hepsi ve en sonda sözünü ettiğimiz
halde öncekilerden daha az önemli olmayan iki siyasi polis başkanı yani
Zinoviev ve Kamanev davalarında kullanılan delilleri sağlamış olan Yagoda ve
öteki davalar için aynı şeyi yapmış olan Yezhov vardı. Bütün bunlar Stalin’i ve
öteki politbüro üyelerini öldürmeye teşebbüs etmekle, kapitalizmi yeniden
kurmaya çalışmakla, Rusya’nın askeri ve siyasi gücünü ortadan kaldırmakla ve şu
ya da bu şekilde Rus işçi kitlelerini zehirlemek ya da ortadan kaldırmakla
suçlanmışlardı
“1937-1938
yıllarında, yaklaşık bir buçuk milyon insan kurşuna dizildi. Stalin, çoğunu
tanıdığı yaklaşık 39.000 kişinin ölüm listesini bizzat imzaladı. Stalin’in
yükselttiği Beria’nın sorumlu olduğu Gürcistan, özellikle ağır bir darbe yedi;
Komünist Partisi’nin %10’u tasfiye edildi; Onuncu Gürcistan Parti Kongresi’ne
katılan 644 delegenin 425’i kurşuna dizildi.”
(Simon Sebag Montefiore Genç Stalin Çev: Yavuz Alogan, İthaki, Ekim 2010 sayfa 431) – ( aktaran: Gün Zileli - Şu Lenin ve Troçki Mirası Meselesi… adlı makale - 14 Kasım 2010)
Bir başka yerdeki Troçki’nin oğlu Lev Sedov’a ait kaynak ise olayları ve yargılanan ya da yargılanmadan kurşuna dizilen-katledilen kişileri söyle açıklıyordu:
25 Ağustos 1936:
Stalin'in düzmece mahkemeleri Marksistleri ve muhalifleri idam etmeye başladı
Stalin önderliğindeki bürokrasi 1924 yılından
itibaren adım adım iktidarı ele geçirerek, karşı devrim sürecini başlattı. İlk
olarak yönetim kadrolarındaki devrimci Marksistler tasfiye edildi; Troçki önce
partideki tüm görevlerinden uzaklaştırıldı, sonra partiden atıldı, sürgüne
gönderildi, vatandaşlıktan çıkartıldı. 1936 yılında başlayan düzmece Moskova
mahkemeleri ise bürokrasinin hakimiyetini kayıtsız şartsız kabul etmeyen
herkesi saçma gerekçelerle idama mahkum etmeye başladı.
Aslında
Stalin'in sadık destekçilerinden olan, ancak artan popülaritesi yüzünden
Stalin'i giderek daha fazla kuşkulandıran Kirov'un 1934 yılı sonunda karanlık
bir şekilde öldürülmesi, Stalin'in önderliğindeki bürokrasinin cadı avını
başlatmasına olanak sağladı. Başta devrimci Marksistler, muhalifler ve
bürokrasinin iktidarını ses çıkarmadan onaylamayan herkes, devrimi
gerçekleştiren kadroların birçoğu idama mahkûm edildi, 3 yıllık bir süreçte
milyonlarca insan öldürüldü.
1938
yılına gelindiğinde, 1917 Ekim Devrimi'ni gerçekleştiren merkez komiteden geride
yalnızca Stalin ile Kolontay kalacak; 'Zafer Kongresi'nin 1.966 delegesinden
1.108'i ortadan 'kaybolacak'tı. Stalinist terörden Kızıl Ordu da nasibini aldı:
Beş mareşal, sekiz amiral (yani amirallerin hepsi), 80 kişilik Yüksek Askeri
Konsey'den 75'i, 11 savaş komiseri yardımcısının tamamı, generallerin üçte
ikisi ve alay komutanlarının yarısı; yani Kızıl Ordu'nun en seçkin kadrolarının
yarıya yakını öldürüldü, görevden alındı ya da sürgüne gönderildi. Stalin, bu
süreçte, 1.600.000 dolayında komünistin öldürülmesine önderlik etti -ki bu,
tarihteki en büyük komünist katliamıdır."
(1936
Moskova Duruşmaları Üzerine Kızıl Kitap, Lev Sedov)
Bir
başka kaynak da olaylara şöyle bakıyordu:
1936-38
yılları arasında üç ana duruşma yürütüldü. 19 Ağustos 1936'da başlayan birinci
duruşmada başlıca sanıklar Zinovyev, Kamanev, Evdokimov, Bakayev, Smirnov,
Mraçkovski gibi Bolşevik Parti ve Komintern yöneticilerinden; Ter-Vaganyan,
Pikkel, Golzman, Dreitzer ve Reingold gibi Bolşevik Parti ve muhalefet üyesi
olan tanınmış kişilerden; ve tertibin bir parçası olarak davaya dahil edilmiş
muhbirlerden oluşmaktaydı. Bunların dışında mahkemede hazır bulunmayan iki
sanık daha vardı: Baş sanık Troçki ve oğlu Lev Sedov. Birinci Moskova
Duruşması, partinin ve ülkenin önderlerine karşı terörist saldırılar hazırlayıp
uygulamakla görevlendirilmiş bir "merkez"e katılmakla suçlanan 16
sanığın 25 Ağustos'ta kurşuna dizilmesiyle sona erdi. İdam edilenler arasında
Zinovyev ve Kamanev de bulunuyordu
Bu
duruşmayı, 23-30 Ocak 1937 ve 2-13 Mart 1938 tarihleri arasında yapılan ikinci
ve üçüncü Moskova Duruşmaları izledi. İkinci duruşmada birbirine karıştırma
yöntemiyle seçilmiş ve aralarında Pyatakov, Radek, Serebriyakov, Sokolnikov,
Dobnis ve Muralov gibi tanınmış Bolşeviklerin bulunduğu 18 sanık
"Troçkist-Zinovyeci merkez"i kurmak, işçileri zehirlemek, iktisadi
kundakçılık gibi suçlarla yargılandılar. Pyatakov, Radek ve Sokolnikov hapis
cezasına çarptırılırken diğer 15 sanık ölüme mahkum edildi. Üçüncü duruşmada
ise aralarında Buharin, Rikov, Rakovski, Kretinski gibi Bolşevik önderlerin
olduğu 21 sanık bir "sağcılar ve Troçkistler bloku"na katılmakla ve
düşman devletlerle ittifak halinde SSCB'yi parçalamakla suçlandılar. Sanıkların
on dokuzu idam edildi.
(Sınıf
Bilinci Dergisi, 1988)
Böylece
Ekim Devrimi'ni gerçekleştiren kadroların ve öncü işçilerin tümü tasfiye
edildi, bürokrasi iktidarını tam anlamıyla tesis etti ve işçi devleti olduğu
iddia edilen bir ülkede vahşi kapitalizmi aratacak bir baskı ve sömürü dönemi
başladı.
Stalin
ve bürokrasinin katlettiği kurbanların hepsi de ihtilalin daha ilk günlerinden
itibaren, İngiliz, Fransız, Japon ve Alman casusluk servisleriyle birlikte
çalışmakla, ve Sovyet Rusya’yı parçalayıp toprağının büyük parçalarını
Almanlara ve Japonlara vermek için Nazilerle gizlice anlaşmış olmakla
suçlanmışlardı. Davalar görüldükçe biriken bu suçlamalar doğru olsaydı, Sovyet
Devletinin var olmasını ve var olmasını açıklamaya çalışmak olanaksız olurdu.
Devletin her kademesine sızmış olduğu iddia edilen adamların üzerine yıkılan
cinayet sayısı sadece üçtü. Öldürüldüğü iddia edilen kişilerden biri de
vadesiyle ölen Maksim Gorki’ydi.
Tanınmış
kişilerin çoğu gizli oturumda yargılandı, bir çoğu yargılanmadan idam edildi,
çünkü işlemedikleri suçları itiraf etmemişlerdi. Ama alenen yargılanan talihsiz
kişilerin hepsi, pişmanlık gösterdiler, günahlarını yüksek sesle itiraf ettiler
ve şeytanın oğulları olduklarını söyleyip, ayağı altında ezildikleri üstün
insana övgüler yağdırdılar. Dehşete düşmüş ve aptallaşmış bir millet, savcı
Vişinski’nin ‘’kudurmuş köpekleri öldürün’’ nakaratını hep bir ağızdan
söyleyecek duruma getirilmişti. Davaların ilerlemesini ve yargıların temelini
sağlayan biricik şey, suçlananların ifadesiydi. Normal yargılama usulleriyle
temellendirilebilecek tek kanıt yoktu elde.
(Ç.
Can Dünya Türkiye ve Sosyalizm Odak kitap Eylül -2004 sayfa-409-410)
Bu
noktada dünya sosyalist hareketinde çifte standartçılığına dikkat çekmek
gerekiyor. Kapitalist toplumda ki anti-demokratik uygulamalara karşı gayet aklı
başında savunmalar yapan devrimciler, Sovyetler birliğinde ki akıl almaz
uygulamalar söz konusu olduğunda bambaşka bir mantığa geçiyorlardı. O noktada
demokratik ilkeler ve eleştirel akıl bir yana bırakılıyordu. Bu mantık
fanatizmin mantığıydı.
Stalin
yargılamaları, Moskova duruşmaları tamamen uydurma, düzmece delillere
dayanıyordu. Stalin bütün muhaliflerini mahkeme önüne gizli ya da açık
duruşmalarla çıkarıp, hiç çıkarmadan da kurşuna dizdirdiği gibi bunu III.
Enternasyonel ( Komünist Enternasyonel ) aracılığıyla bütün dünya
komünist partilerine onaylattı. Stalin kendi çizgisinde olmayan başka ülke
komünist partilerini, mesela Yugoslavya’da Tito’yu ajan, hain, faşist diye
damgalamış III. Enternasyonel aracılığıyla bütün dünya devrimci hareketine bunu
onaylatmıştı. Stalin bu tip kişi ve kuruluşları ya bendensin ya da karşı
taraftansın mantığıyla eziyordu. Eğer sosyalistsen, komünistsen benim çizgimde
olacaksın, benim her yaptığımı olumlayacaksın mantığı Stalin’in en önemli
mantığıydı. Bütün III. Enternasyonel partiler dahil edilerek Yugoslavya’ da ki
Tito ve arkadaşlarına karşı yürütülen iftira kampanyası da aynı böyle bir
şeydi.
Ancak
Stalin Yugoslavya’ da baltayı taşa vurduğunu sonradan anlayacaktı. Tito tıpkı
anti-faşist mücadelede gösterdiği dirayeti Stalin dayatmalarına karşı da
gösterdi. Stalin’in en prestijli olduğu bir dönemde Komüntern Yugoslavya’ya söz
geçiremeyince onu casus ve ajan uydurmalarıyla dünya komünist hareketinden
tecrit ettikten sonra düşman saflarına itmeye çalıştı. Tito hem öngürü yeteneği
ve becerisi, hem de pragmatizmi sayesinde Stalin’in hamlelerini boşa çıkarmayı
ve direnebilmeyi başardı. Sonunda Stalin’in ölümünün ardından SSCB yöneticileri
bütün kabahati Stalin’e yıkarak Yugoslavya ile barıştılar. Tito ve arkadaşları
hakkında dünya komünist hareketine belletilen hain ve faşist ajan
suçlamalarının yalan olduğu ortaya çıkmıştı.
(Ç.
Can Dünya Türkiye ve Sosyalizm Odak kitap Eylül -2004-sayfa-412)
Moskova
yargılamalarında ki mantık aldı yürüdü. Bu mantık diğer partilere de geçti.
Arnavutluk lideri Enver hoca, en yakın arkadaşı Mehmet Şehu’yu ortadan
kaldırdıktan sonra uluslar arası casus olduğunu açıklamıştı. Bütün dünyanın AEP
yanlısı komünist örgütleri derhal bu açıklamanın doğruluğunu anlayarak
devrimci adalet anlayışı konusunda nasıl eğitimli olduklarını ortaya
koymuşlardı.
(Ç.
Can Dünya Türkiye ve Sosyalizm Odak kitap Eylül -2004-Sayfa-412)
Komünizm
Hıristiyanlığın yaşadığı engizisyonun bir benzerini yaşayarak bozuldu. Onun
eleştirel ve özgürlükçü içeriğine karşıt nitelikteki araçlar, yöntemler ve
uygulamalar dünya komünist hareketine onaylatıldı ve benimsetildi. Bu tip
haksızlıklara onay vermek devrimin yüksek çıkarları arasında görüldü. Marksist
hareket iktidar mücadelesi uğruna sosyalist hasımlarını ajan ilan etmenin,
onlara siyaseti yasaklamanın, siyasi cinayetlerin, güç olma uğruna türlü
ahlaksızlıklara başvurmanın, yalanın, ihanetin meşru hale geldiği bir alan
oldu. İnsanlar yapılanları eleştirmemeyi, yapılanları gözü kapalı kabul etmeyi
öğrendiler. SSCB’nin gücü ve emperyalizmin kötülükleri nedeniyle bütün bu
yöntemlerin kabul görmesi mümkün oldu. Bugün Türkiye solunda devrimci amaçlarla
bağdaşmayan yollar ve yöntemlerin meşru görülüyor hatta akıllılık olduğu
görülüyor olmasının en önemli nedeni geçmişten devralınan bu olumsuz anlayış ve
geleneklerdir. Bunu yapanların Stalin ya da Troçki hakkında ne söyledikleri
önemli değildir. Zaten sorun Stalin ya da Troçki sorunu değildir, devrimci
hareketin sorunudur.
(Ç.
Can Dünya Türkiye ve Sosyalizm Odak kitap Eylül -2004 – sayfa - 414)
Stalin
onca tasfiye, yargılama, idamlar yaptıktan sonra ölmesine çok yakın bir
zamanlarda kendi partisinde çok geniş ve kapsamlı bir tasfiyeye hazırlandığı
söyleniyordu. Stalin’in ölümünden sonra yapılan ünlü XX. Kongrede Lenin’in
Stalin’in görevden alınmasını isteyen mektubunu okumuşlardı. Ancak Lenin, o
dönemde hasta yatağında olduğu için gelişmelere daha fazla müdahale edememişti.
Leninizm,
Leninizm diyerek yılarca Lenin’i sömüren, ona dayanarak potansiyel gücünü
arttıran, ülkede ve partide ki egemenliğini pekiştiren Stalin, Lenin’in ölüm
döşeğinde yattığı zamanlarda, Lenin’in karısı Kurupskaya’ya telefonda ağza
alınmaz küfürler ediyordu. Lenin bu küfürleri öğrendiğinde yatakta yarı felçli
bir vaziyette yatar bir durumdaydı. Ona rağmen Stalin’e şu mektubu yazarak
tepkisini ortaya koyar:
JOSEPH
STALİN’E
5
Mart 1923
(çok
gizli)
(özel)
(kopyaları
Kamanev ve Zinoviev yoldaşlara)
Sevgili
yoldaş Stalin,
Karıma
telefon edip çirkin sözler söyleyecek kadar kabalaştınız. Kendisi size bunu
unutmaya hazır olduğunu söylemişse de Zinoviev ve Kamanev ondan olanları
öğrenmişlerdir. Bana karşı yapılan şeyi öyle kolay unutmaya niyetim yok ve
elbette karıma yapılan her şeyi kendime de yapılmış sayarım. Dolayısıyla sizden
sözlerinizi geri alıp özür dilemek ya da aramızda ki ilişkileri koparmak
arasında tercih yapmak üzere iyice düşünmenizi istiyorum.
Saygılarımla
Lenin
Lenin,
TE, c:45, sayfa 607-608
Çeviren
– Meral Delikara Topçu – Lenin’in Son
Kavgası – Konuşmalar Ve Yazılanlar 1922- 1923 – Öteki Yayınevi – Ankara – Ocak – 1999 I.
Baskı –Sayfa - 275
RUS
DEVRİMİ VE REEL SOSYALİZM-X I
Reel
sosyalizm, bürokrasinin diktatörlüğüne dayalı sosyal devlet kapitalizmiydi.
Reel
sosyalizm, var olduğu yerde konut, eğitim, sağlık, alt yapı, işsizlik gibi
sorunları çözmüştü. Merkezi planlama da onların belli bir aşamada
ekonomik-sanayisel gelişmesine, kalkınmalarına katkı sunmuştu. Bu Rusya’da da
Çin de de böyle oldu. Ancak reel sosyalizm, kapitalizmi aşan, onun alternatifi
olacak bir model olamadı. Çin asıl sıçramasını emperyalizmler kurduğu ilişkiler
sayesinde yaptı. Bugün Çin hem doğuda hem de batıda kalkınma ve ekonomik
gelişmeler bakımından korkulan, dikkate alınan bir ülke haline geldi. Ama Çin
bugünlere kolay gelmedi, ülke nüfusu çok büyüktü ve yeteri kadar gelişmiş bir
ülke değildi. İnsanların karnını doyurmak, iş-güç sahibi yapmak, gelecek sahibi
yapmak kolay değildi. Çin’ de insanlar devrim sonrası açlıktan kırılıyordu,
yiyecek ekmek bulamıyordu. Çin, kapitalizme uygun önlemler alarak ve batı
kapitalizmiyle ortaklıklar kurarak bunları aştı. Önceleri devrimin hemen
sonrası Çin, Rusya’yla ekonomik ilişkiler kurmaya yöneldi ama araları bozulunca
Rusya ekonomik ve teknik yardımı kesti. Daha da kötüsü bir birlerinin
sınırlarına askeri güç yığdılar. Çin nüfusu çok büyüktü emperyalist-kapitalist
dünya için önemli bir pazardı. Ucuz iş gücünün olması Çin’e oluk-oluk dış
yatırımın akmasına yol açıyordu. Dünyanın gelişmiş ülkeleri hem Çin’in
yükselişinden kaygı duyuyorlar hem de onu sanayi, ekonomi, kalkınma yollarında
gelişip büyümesine yol açıyorlardı. Çin’in şu anki durumu hemen hemen böyledir.
Rusya’da
1917 devriminin hemen sonrasında karşılaşılan açmazları aşabilmek için
sosyalizme değil, kapitalizme dayanılmaya çalışıldı. ‘’Savaş komünizmi’’ tabiri
ortaya atıldı. Savaş komünizmi ne demektir ? Kapitalizme dönük uygulamaları
sosyalizme adapte ederek uygulamaktı buna da ‘’savaş komünizmi’’ demişlerdi.
NEP ( Yeni ekonomik politika ) bu da sosyalistlerin elinde uygulanan
kapitalizme ait argümanlardır. Devrimin hemen sonrasında karşılaşılan iç savaş
ve arkasından gelen dış emperyalist saldırı sosyalizmin uygulanmasına olanak
vermedi. Gerçi iktidarda Bolşevikler vardı ama önlemler kapitalizm kurallarına
uygun alınmak zorunda kalındı. Fabrikalarda otorite olması gereken işçi
komiteleri olamadı ve fabrika müdürleri olağanüstü yetkilendirilmeler yoluna
gidildi. İşçi sınıfının devrimden önce de sınıf örgütleri olan Sovyetler örgütü
ülkede alt yapıda da üst yapıda da egemen olamadı. Bunların adları bugünlere
kadar lafta geldi, gerçekte bir iktidar organı değildiler. İktidarı almış olan
Bolşevikler kedilerinden başka kimseye siyaset yapma hakkını sosyalist de olsa
tanımamışlardı. O nedenle Reel sosyalizm, sosyalizm değildir, sosyalist
demokrasi yoktur. Sosyalizm Mark’ın teorilerine göre kesin bir şekilde sınıfın
iktidarıdır. Bir ülkede proleterya diktatörlüğü var diyebilmemiz için gerçekten
de proleteryayı iktidarda olduğunu görmemiz gerekir. Lenin’in, Troçki’nin,
Stalin’in iktidarda yönetici olmaları sosyalizm değildir. Sosyalizm sınıfın
iktidarı olmak zorundadır. Ya da işçi-köylü sınıfı iktidarı olmak zorundadır.
Yukarıda
Lenin’in hayatını kaybedinceye kadarki istenmesine rağmen sosyalizm
kurulamamıştı. Kurulan kapitalizmle sosyalizm arası bir sistemdi. Bu bugünlere
kadar da böyle geldi. Üretim araçlarını devletleştirmek te sosyalizm değildir.
Sosyalizm, üretim ilişkilerinin alanlarında ve üst yapı kurumlarında da işçi
sınıfının yönetici olmasını gerektirir. Devamla gereğinde gerektiği zamanda
yukarıda olan yöneticileri geriye çağırabilir ve başkalarını oraya
gönderebilmeliydi. Yönetici olması gereken işçi kitlesi korkutulmuş bütün
yönetim kademelerinden dışlanmıştı. Zaten devrim gününden beri yönetici
olmamıştı. Belki ilk yılarda zor koşullar altında olunduğu için maruz görülebilir
ama 90 yıl böyle gidersen orada bir art niyet var demek zorunda kalırız. Bu
sisteminde sosyalizm olmadığını söylemek zorunda kalırız. Lenin ölünceye kadar
hep lider olmuştu, ondan sonra iktidar mücadelesini kazanan Stalin ölünceye
kadar lider olmuştu. İktidara da aşağıda olan katmanları ortak etmiyorlar.
Bunun adı parti diyelim, merkez komite diyelim, devlet kadroları diyelim ne
dersek diyelim bu sistem dört dörtlük bürokrasinin diktatörlüğüdür. Erk hep
seçkin-erdem sahibi proleter devrimcilerin elinde, hiç aşağıya bakan yok. Lenin
bürokrasiye ve ekonomizme karşı sistemli bir mücadeleye girmek istiyordu ama
sağlığı buna yetmedi.
Kore’ye
bakıyoruz, devrim döneminde lider olan Kim İl Sung hayatını kaybedinceye kadar
lider oluyor, yerine oğlunun geçmesini istiyor, öyle de oluyor. Oğul da
hayatını kaybediyor gene yerine oğlu geçiyor. Bu kişi doğru kişi bile olsa bu
sistem sosyalizmidir, başka şey midir ? Yoksa padişahlık mıdır ? İyi de bu kişi
olmasa bu ülke batacak mı ? yok olup gidecek mi ? bu kadar büyük bir ülkede
kimse çıkıp bu adamın yerine yönetici olamayacak mı ? Acaba bu ülke sınıfın
iktidarı mı ? yoksa Kim İl Sung ailesinin hanedanı mı ? Küba da da Kastro çok
büyük bir kişiydi, durumu ağırlaşınca yetkilerini kardeşine bıraktı. Kuşkusuz
oda devrime başından beri katılmış ve Fidel’le birlikte olmuştu. Belki oda
yetenekli bir politikacıydı ama başka böyle uygulamalar insana garip geliyor.
Suriye’de baba Esad gitti, oğul Esad geldi, Azerbaycan’da baba Aliyev gitti,
yerine oğul Aliyev geldi. Bu konu artık günümüzde sorgulanması gereken bir
konudur.
Lenin’in
yıllar süren politik yaşamı demokrasinin ve özgür tartışma ortamının
özellikleriyle doludur. Lenin kişi kültüne, kişi yüceltmesine, kişi
diktatörlüğü hevesine düşmemiştir. Taaa 1900 yılarından önce ‘’İşçi sınıfının
kurtuluşu için mücadele birliğin grubundan’’ beri böyledir. Grupta, partide
alınan kararların ortak alınması için mücadele etmiştir. Komite kararları
almaya çalışmıştır. Partiye ya da idari organlara kararlar alınması için yazı
göndermiş ve alınmasını istediği kararların bütün üyeler tarafından
tartışılarak alınmasına çalışmıştır. Kendi fikirlerine karşı olan insanlara
karşı ideolojik mücadele için girmiş ve vurmaya-kırmaya çalışmamıştır. Lenin,
parti disiplininin çok yükseltildiği dönemlerde bile özgür tartışma ortamını
ortadan kaldırmamıştır. Eylem kararlarının alınmasından önce isteyen istediği
gibi fikirlerini ileriye sürebilir ancak bunun sonunda alınmış olan kararlara
herkesin uyması zorunlu tutulmuştur. Kısaca Lenin, devrim mücadelesinde
son derece demokrat, sosyalist demokrasiyi uygulamaya çalışan birisiydi. Ancak
Lenin ve Bolşeviklerin iktidar olmasından sonra olağanüstü koşullar altında
bunu uygulayamadıklarını görüyoruz. Bunu da tek düzeltecek otorite gene Lenin
olacaktı ama sağlığı ve ömrü buna yetmedi.
Reel
sosyalist ülkeler varlığıyla batıya karşı az-çok bir denge unsuru
olabiliyorlardı. Onlar yıkıldıktan sonra emperyalizm dünyanın kriz bölgelerine
karşı daha açık ve pervasız bir saldırı içinde oldu. Bu bakımdan reel sosyalizmin
olumlu yanlarından bahsedilebilir. Geri ve bağımlı ülkelere de kurtuluşlarında
yardımcı olmuşlardı ama bazı yerlerde aksini de yaptılar. Çin ve Yugoslavya
devrimleri Stalin ve Komünist enternasyonale rağmen gerçekleşti. Avrupa’nın
daha başka ülkelerinde komünist partiler iktidarı alabilecek durumdayken Stalin
bunlara engel oldu ve sınıf işbirliği çizgisini dayattı. Reel sosyalizmin
Stalin döneminde de çok zigzagları oldu ve bunları komünist enternasyonel
partilerine empoze ederek onlarına kişiliksiz partiler haline gelmesine yol
açtı.
Hitler’le
saldırmazlık anlaşması yapmış, buna göre dünya komünist örgütlerinin Hitler’i
eleştirmelerinin önüne geçmişti. Aynı Stalin, Avrupa komünist partilerinin,
Hitler’e karşı sosyal demokratlarla ittifak yapmalarını da önlemiş ama daha
ilerde bu partiler daha kötü ittifaklar için girmek zorunda kalmışlardı.
Stalin, Hitler’le anlaşıp Polonya’ yı onun işgal etmesini, bir kısmını da
kendisine bırakmasını, kendisinin de Estonya, Letonya, Litvanya, Finlandiya
gibi ülkeleri işgal etmesi konusunda anlaşmıştı. Stalin sözde UKKTH uzmanıydı. Bu nasıl uzmanlık böyle, böyle
uzmanlıkla ulusal sorun çözülür mü ? Böyle yapıp ta ulusal sorunu çözüyorum
demek kocaman bir dalaveredir.
Sosyalizm,
mutlaka insanı merkeze alması, onu özne yapması gerekir. Sosyalizm, gerçekleşmeden
önce de sonra da insani değerler bütününün dışına çıkılamaz. Devrim-sosyalizm
insan içindir, toplum içindir. Bunun dışında ki amaçlar için kullanılamaz.
Kullanılmaya çalışılırsa onun sosyalizm olmadığını söylemek zorundayız.
İşçi-köylü
devrimci demokratik diktatörlüğü olsun, sosyalist devrim iktidarı olsun insan
haklarına saygıyı elden bırakamaz. Eğer bu sistemlere şiddet yollarıyla gelmek
ve yine zora dayanarak iktidarda kalmak zorunda kalıyorsak, bu şiddetin
toplumun ihtiyaçlarından doğan bir şey olduğunu ve şiddeti topluma karşı
kullanmamak gerektiğini bilmeliyiz. Şiddet uygulamakla, insan haklarına uymak
konusundaki olayı iyi yakalamamız gerekir. Amaca ulaşırken her yol mübahtır
anlayışına düşemeyiz. El-kaide’nin ya da pkk’nin yaptığı gibi sıradan-masum
insanların üzerine bombalı saldırılarda bulunup katliam yapılamaz. Savaş anında
savaş esirlerine işkence ve kötü muamele yapılamaz. Mutlak suretle savaş
hukukuna ve insan haklarını gözeten temel hukuk normlarına uyulmalıdır.
Tarımda
kollektivizasyonu, Stalin kaba kuvvete-teröre başvurarak gerçekleştirmiş ve çok
sancılı bir dönem yaşatmıştı. Bunun son derece ağır yıkıcı sonuçları oldu.
İktidar işçiyi dışlamış, köylüye saldırmış, kendi halkına saldırmıştı. Giderek
toplumun sosyalizme, hatta onun adına bile saygısı kalmamıştı. Artık toplum
sisteme iyice muhalif hale gelmişti ama devlet baskısından ve teröründen dolayı
sesini çıkaramıyordu. Hasılı bu sistem artık onun sistemi değildi. Tarım
üretiminde kollektivizasyon belli yerlerde pilot bölgeler kurarak, köylüyü
buralarda çalışmaya özendirerek ve onun gönüllü katılımı sağlanarak
yapılmalıydı. Arnavutluk, örnek alınmayacak, örnek alınmaya değmez bir ülke
olarak, diğer bir çok konuda hatalı bir uygulama içinde olsa da bu tarım
kollektivizasyonunu köylüyü karşısına almadan, onun gönüllü katılımını
sağlayarak yapmıştır. Yapılacaksa, -ki yapılmalıdır çünkü sosyalizm
kollektivizasyondur- tarımda kollektivizasyon bu yol takip edilerek
yapılmalıdır. Ve devamla yapılacaksa o günkü toplumsal durumu da hesaba
katarak, kısa, orta, uzun vadeli programlar oluşturularak bir geçiş programı
ortaya konularak yapılabilir. Ancak bütün bunlar yapılmadan önce geniş bir
kamuoyu tartışmasından geçirilmelidir. Tarımda olsun, sanayide olsun üretimin
bütün aşamalarında çalışanlar, çalıştıkları yerde mutlaka asli yönetici
olmalıdır. Bunu komiteler ya da daha iyi örgütler oluşturarak yapmalıdırlar.
Sonuç
olarak sosyalizm, Marksın açıkladığı sosyalizm, kişi diktatörlüğü, parti merkez
komitesi diktatörlüğü değil, işçi sınıfının açık-seçik, doğrudan
diktatörlüğüdür. Reel sosyalizmde bu olmadığı için yıkıldığı zaman işçi sınıfı
itiraz etmedi, itiraz etmedi çünkü kendi iktidarı değildi. Kendi iktidarı
olsaydı böyle kolay bir şekilde yıkılamazdı. Kapitalizmin egemen olan sınıfı
burjuvazi kendi iktidarını yıkmak isteyenlere karşı nasıl amansız mücadele
etiğini, nasıl pervasız bir şekilde kan döktüğünü biliyoruz. Ama Reel
Sosyalizmin egemen olması gereken sınıfı bunu yapmıyor. İşte Reel Sosyalizmin en
çarpıcı yönü ve trajedisi buradaydı.
Doktor
Hikmet Kıvılcımlı, kanser hastasıdır, tedavi görmektedir. Türkiye’nin 12 Mart
1971 darbesini yaşadığı dönemde tedavisi için gittiği, Bulgaristan ve Doğu
Almanya’dan sınır dışı edilir. Aşağıda Kıvılcımlının 30.9.1971 de Brejnev’e
gönderdiği mektuptan alıntı bulunmaktadır.
-‘’Derken,
Sofya'da, pek orijinal bir yandan dokundurma ile, hayatımda ilk kez herhangi
bir "Türk Komünist Partisi"nin
(ki Moskova'da yahut Berlin'de bulunurmuş) beni kendi kanunları dışına atmış
olduğu haber verildi, sonra haber inkâr edildi. Bunun mantık sonucu olarak,
Moskova ile kısa bir danışıştan sonra, Bulgaristan Halk Cumhuriyeti ile Almanya
Demokratik Cumhuriyeti polisleri, hiç bir izahat verilmeksizin, beni (iki
arkadaşımla birlikte) kendi Sosyalist
sınırları dışına, Amerikan emperyalizminin askercil üssü Türkiye'nin dostları
olan Kapitalist ülkelere doğru,
ve İnterpol ağlarına doğru, ne
yaşıma, ne geçmişime, ne ameliyat sonrası kanser kanamalarıma ve acılarıma
bakmaksızın, püskürtüp attılar.’’
Doktor
Hikmet Kıvılcımlı’nın Brejnev’e yazdığı mektubun tamamı şöyledir :
Leonid Brejnev
S.B.K.P. M.K. Genel Sekreteri
Yoldaş,
Sovyet
Sosyalist adâletine göre: Hiç kimse mahkemenin verdiği bir karar gereği
olmadıkça suçlu sayılamaz.
Bir yanda, gerçi formalite bakımından ben bir Sovyet yurttaşı değilim.
Ancak, ben 70 yaşındayım, ve 50 yıllık süredenberi Marksizm - Leninizm sancağı altında dövüşüyorum.
50 yıldan beri, durmak ve silâh bırakma nedir bilmeksizin, Türk burjuvazisince "Azılı Komünist. Moskova'ya git!" diye bağırılarak işkenceli koğuşturmalara uğradım.
Ben, gene bir "Azılı Komünist. Moskova'ya git!" diye bağırılarak, 40 yıldan fazla ağır cezalara mahkûm edilip, tüm 22 yıl yarıderebeği Türkiye'nin zindanlarında kaldım.
Gene ben, Mart 1971'denberi, CİA'nin yönettiği faşist militarist İstanbul Sıkıyönetim Mahkemesince tezgâhlanmış bulunan ölüm cezası altında, hep "Azılı Komünist. Moskova'ya git!" diye bağırılarak, yeniden koğuşturuluyorum ve bütün Türkiye radyoları ve gazeteleri tarafından afişleniyorum.
İstanbul I. Sıkıyönetim Mahkemesi savcısı iddianamesinde şöyle der :
"Ayrıca sol cephede, bunlardan başka "Sosyalist" adlı gazetenin etrafında ve Dr. Kıvılcımlı'nın sosyalist görüşleri içinde ayrı bir sol grup teessüs etmiştir. Rııs komünizmi taraftarı ve aşırı Marksist - Leninist, tâviz vermeyen bir gruptur." (CUMHURİYET, 13.8.1971, S. 5,7)
Öte yanda, XX. ci yüzyılın "İnsan Hakları", sosyalist olanlar yahut kapitalist olanlar arasında ayırt yapılmaksızın, bütün Devletlerce imzalandı. Hattâ Emperyalist ülkeler hukukça siyasî sığınganlara Barınma Hakkı tanırlar.
Buna ihtiyacımız yoktu. Zamanımızda, III. Komünist Enternasyonalı'nın bir kararı, herhangi kapitalist ve faşist itisaflarından kaçmış siyasî sığınganlar için, Proletarya Vatanı kapılarının daima gönülhoşluğu ile açık bulunduğunu ve o gibi sığınganların SSCB'nde Barınma Hakkına sahip olduklarını resmen tasrih etmişti.
III. K.E.'nın bu kararı yalnız "Komünist"lere münhasır değildi. İyice bilmiyorum şimdi, bu K.E. kararı Sovyetler kanun konumları içinde geçerli midirler, yoksa bütün gelenekcil mantık sonuçlarıyla yok mu edilmiştir?
Derken, Sofya'da, pek orijinal bir yandan dokundurma ile, hayatımda ilk kez herhangi bir "Türk Komünist Partisi"nin (ki Moskova'da yahut Berlin'de bulunurmuş) beni kendi kanunları dışına atmış olduğu haber verildi, sonra haber inkâr edildi. Bunun mantık sonucu olarak, Moskova ile kısa bir danışıştan sonra, Bulgaristan Halk Cumhuriyeti ile Almanya Demokratik Cumhuriyeti polisleri, hiç bir izahat verilmeksizin, beni (iki arkadaşımla birlikte) kendi Sosyalist sınırları dışına, Amerikan emperyalizminin askercil üssü Türkiye'nin dostları olan Kapitalist ülkelere doğru, ve İnterpol ağlarına doğru, ne yaşıma, ne geçmişime, ne ameliyat sonrası kanser kanamalarıma ve acılarıma bakmaksızın, püskürtüp attılar.
Bu sosyalist adâlet midir? Cinayetim ne idi? O ilâm hükmünü kim vermişti?
Sosyalist adâlette, hattâ bayağı câniler için bile kimi esaslı haklar tanınır: Savunma Hakkı gibi...
Bütün bu tedbirler, sırf burjuvazinin 50 yıldır bana karşı ("Azılı Komünist. Moskova'ya git!" diye) savurduğu suçlamaları yalanlamak için alındı ise... teşekkür ederim.
Ancak, bu hakikaten bir sosyalist adâlet ve meşruiyet midir?
İşlediğim cinayet: "Moskova"ya koğulan "Azılı Komünist" olmak değildi ise, ne idi?
Bir yanda, 50 yıldanberi Komünist olarak suçlanmış bulunmak; öte yanda tam 51.ci yıl, (kendilerine "Komünist" denilen) birkaç "Sosyalist" ve "Demokrat" devletin sınırları üstüne fırlatılıp atılınca Anti-Komünist olarak suçlanmak.. bu anlaşılır şey olabilir mi? Bu ne cehennemcil "saçma diyalektik"tir? "Kader"in ne iblisçe sarakaya alışıdır? Yahut, nasıl bir en bürokratça zihin tenbelliğinin otomatizmidir.
Benim idam hükmümü kim verebilmişti? Sosyalist adâlet içinde de, hattâ bayağı câniler için bile, Savunma Hakkı gibi geri alınamaz kimi haklar tanınmaz mı?
Bir Sovyet derlemesinde 22 bilgin'in imzaları altında şöyle yazılıyor:
"Savunma Hakkı SSCB Anayasası'nın 3. maddesiyle tanınmış kutsal haktır. Bu hakka saygı gösterilmeksizin mahkemece verilmiş her ilâm hükmü, üst adliye katınca bozalmak zorundadır." (Adâlet)
Benim şartlarım altında bu "üst kat" (üst makam) nerede bulunur?
Vaktile, efsâneleşmiş III. Komünist Enternasyonalı vardı. Her Millî Komünist Partisi III. K. E.'nın şubesinden başka bir şey değildi: Şubelerden veya üyelerden biri bir kararsızlık içine düştü müydü, o III. K. E. denen üst kata dilekçe ve müracatlar yapabilirdi.
Stalin'in bir emriyle III. Enternasyonal ortadan kaldırılalı beri, Mahşer (Kaos) oldu. Bu istenilmiş anarşiden çıkan komplikasyonlar üzerinde durmak istemiyorum. Mahşer ortasında "Üst kat" olma sorumluluğu başlıca SSCB K. P.'nin omuzlarına düşüyor.
Belki şöyle denilecek: Bir üyenin kabulü yahut dışarıya atılması her Parti'nin "İç işleri" dir. Teori ve genel pratik bakımından bu öylesine sarahatsiz sayılamaz. Ama, Türkiye'nin akar pratiğinde iş değişir. Durumu somutlaştırmak için, ben size, pek sereserpe olsa bile, Türkiye Marksist - Leninist hareket ve örgütünün iki kutup gibi karşıt kategori insanını sunacağım.
1.- Kategori: Bir Marksist - Leninist militan Türkiye'de, teorice ve pratikçe tam 50 yıl dövüşüyor. 22 yıllık hapisanelerini, her defasında, Lenin'in dediği gibi: "Alfabe'den başlayıp yüce Cebir'i bitirecek" bir okula çeviriyor. Sabırlıcasına ve sistemlicesine: Marks - Engels - Lenin - Stalin'i, Tarihi, Ekonomi Politiği, Diyalektiği, Tarihcil Maddeciliği klâsik olarak etüd ediyor. Ve Lenin'in öğütlediği gibi: Kendi ülkesinin tarihini, ekonomi politikasını ve sınıf ilişkilerini özge orijinallikleri içinde araştırıyor. Böylece o militan yüzlerce kitap yazıyor. Kendi dilinde, çoğu temelli orijinal olan 40'tan aşırı kitap yayınlıyor.
Boyuna baltalanan ve kimi 2. Kategori kişilerince gizli kapaklı benimsenen bu kitaplar, -her yandan gelmiş "susuş kumkumaları"na rağmen, burjuvazice yasaklanmalara ve mahkûm edilmelere rağmen, nihayet Türkiye'de gittikçe daha çok okunmakta ve anlaşılmaktadır.
Yalnız, bu militan pratik ve örgütlü dövüşleri arasında hiç SSCB'ne gitmemiştir. Çünkü:
1) O, kendisini kaydı hayatla vakfetmiş bulunduğu Millî Döğüş Cephesi üzerindeki nöbet yerini boş bırakmıya katlanmamıştır.
2) Bundan başka, o militan deneyile biliyor ve açık seçikçe görüyor ki, Türkiye döğüş cephesinden bir yol koptular mıydı, insanlar çabucak Proletarya Vatanı'nın derebeğice asalağı ve kendi ülkelerinin hayatî proselerine dar kâfalı ve ukalâ yabancılar hâline soysuzlaşıveriyorlar.
Leninizm demiri bir "Kutva" içinde dövülmemişti. Bedenin tüm tükenişinden önce insan "Babasının evi"nde dinlenmeyi hak edemezdi. (Ne demeli ki, 1. Kategori insanları için o tükenişten sonra dahi bu yasak olacakmış).
Böylece 1. Kategori militanı, III. Enternasyonal'ın tozlu dosyalarının gizli sırrına erememiş bulunan Sovyetliler için adsız ve mutlak surette bilinmez kalıyordu.
2.- Kategori: Sovyetler "eşiğini aşındırma" zanaatinde "Uzman"lardan derleşiktir.
Onlar için:
"İdeoloji": kimi Sovyet metinlerini yarım yamalak, yanlış tercüme veya dörtte bir intihâl etmektir.
Bir ülkenin veya genel Tarihin sosyal karakteristiklerini Araştırmak: antimarksizm ve antisovyetizme çalan affedilmez bir icattır, bid'attır.
Marksizm - Leninizm: hakikî veya hayalî düşmanlara karşı gelişigüzel söğerce kusulacak kimi soyut klişelerden başka bir şey değildir.
Kendi ülkesi içinde çalışmak: Lânetleme, ikinci kerte, 1. Kategori kişilerine kalmış bir saçma uğraşıdır.
Onlar, o "Yukarı"nın tehlikeli "Endüstri şövalyeleri", kendi ülkelerinin loş yuva delikleri içinde, yahut parıl parıl evrensel mikro'ları önünde çalımlı çalımlı, Kızıl Ordu süngülerinin kendilerini hak edilmemiş bir iktidarın muhteşem koltukları üzerine sivriltip kurultmasını ve oradan kendi ülkelerindeki ölümlülerin üstüne yomsuz bir sinsilikle fermanlar yağdıracakları günü beklerler.
İşte, iş işten geçince, son duruşmada, en iyi niyetlerine rağmen, ne yazık ki Sovyet güçlerini acı acı müdahale zorunda bırakan Macaristan, Çekoslovakya, Polonya, ve ilh., ve ilh.. trajedilerindeki karanlık ve kanlı aktörlerin organik dolaysız kökleri budur.
İşte, Orta ve Uzak Doğu'ların hareketlerinin, gelişmemiş Afrika ve Amerika ülkelerini kırıp geçiren anlaşmazlıkların kaynağı budur.
Bu rezil çenber yahut kaçak akım bilimcil sosyalizmin göğsünde nasıl biçimlenmiştir?
Her şeyden önce, Teoride: doğrudan doğruya 2. Kategori tiplerinin "Beyinsiz işgüzarlık"larından; Pratikte: özellikle Lenin'in büyük "Profesyonel devrimciler" prensibini utanmazca biçimsizleştirmek'ten.
Bu küçük burjuva külâh kapıcılığının (karyerizminin) genel üslûbu içine, dengesiz ya psikastenik ve karılaşmış (efemine) bireylerin ihanete dek varan tamamıyle alaturka "Ev sahibini şaşırtan yavuz hırsız" gibi tabansızlıklari girer.
Bir yanda, gerçi formalite bakımından ben bir Sovyet yurttaşı değilim.
Ancak, ben 70 yaşındayım, ve 50 yıllık süredenberi Marksizm - Leninizm sancağı altında dövüşüyorum.
50 yıldan beri, durmak ve silâh bırakma nedir bilmeksizin, Türk burjuvazisince "Azılı Komünist. Moskova'ya git!" diye bağırılarak işkenceli koğuşturmalara uğradım.
Ben, gene bir "Azılı Komünist. Moskova'ya git!" diye bağırılarak, 40 yıldan fazla ağır cezalara mahkûm edilip, tüm 22 yıl yarıderebeği Türkiye'nin zindanlarında kaldım.
Gene ben, Mart 1971'denberi, CİA'nin yönettiği faşist militarist İstanbul Sıkıyönetim Mahkemesince tezgâhlanmış bulunan ölüm cezası altında, hep "Azılı Komünist. Moskova'ya git!" diye bağırılarak, yeniden koğuşturuluyorum ve bütün Türkiye radyoları ve gazeteleri tarafından afişleniyorum.
İstanbul I. Sıkıyönetim Mahkemesi savcısı iddianamesinde şöyle der :
"Ayrıca sol cephede, bunlardan başka "Sosyalist" adlı gazetenin etrafında ve Dr. Kıvılcımlı'nın sosyalist görüşleri içinde ayrı bir sol grup teessüs etmiştir. Rııs komünizmi taraftarı ve aşırı Marksist - Leninist, tâviz vermeyen bir gruptur." (CUMHURİYET, 13.8.1971, S. 5,7)
Öte yanda, XX. ci yüzyılın "İnsan Hakları", sosyalist olanlar yahut kapitalist olanlar arasında ayırt yapılmaksızın, bütün Devletlerce imzalandı. Hattâ Emperyalist ülkeler hukukça siyasî sığınganlara Barınma Hakkı tanırlar.
Buna ihtiyacımız yoktu. Zamanımızda, III. Komünist Enternasyonalı'nın bir kararı, herhangi kapitalist ve faşist itisaflarından kaçmış siyasî sığınganlar için, Proletarya Vatanı kapılarının daima gönülhoşluğu ile açık bulunduğunu ve o gibi sığınganların SSCB'nde Barınma Hakkına sahip olduklarını resmen tasrih etmişti.
III. K.E.'nın bu kararı yalnız "Komünist"lere münhasır değildi. İyice bilmiyorum şimdi, bu K.E. kararı Sovyetler kanun konumları içinde geçerli midirler, yoksa bütün gelenekcil mantık sonuçlarıyla yok mu edilmiştir?
Derken, Sofya'da, pek orijinal bir yandan dokundurma ile, hayatımda ilk kez herhangi bir "Türk Komünist Partisi"nin (ki Moskova'da yahut Berlin'de bulunurmuş) beni kendi kanunları dışına atmış olduğu haber verildi, sonra haber inkâr edildi. Bunun mantık sonucu olarak, Moskova ile kısa bir danışıştan sonra, Bulgaristan Halk Cumhuriyeti ile Almanya Demokratik Cumhuriyeti polisleri, hiç bir izahat verilmeksizin, beni (iki arkadaşımla birlikte) kendi Sosyalist sınırları dışına, Amerikan emperyalizminin askercil üssü Türkiye'nin dostları olan Kapitalist ülkelere doğru, ve İnterpol ağlarına doğru, ne yaşıma, ne geçmişime, ne ameliyat sonrası kanser kanamalarıma ve acılarıma bakmaksızın, püskürtüp attılar.
Bu sosyalist adâlet midir? Cinayetim ne idi? O ilâm hükmünü kim vermişti?
Sosyalist adâlette, hattâ bayağı câniler için bile kimi esaslı haklar tanınır: Savunma Hakkı gibi...
Bütün bu tedbirler, sırf burjuvazinin 50 yıldır bana karşı ("Azılı Komünist. Moskova'ya git!" diye) savurduğu suçlamaları yalanlamak için alındı ise... teşekkür ederim.
Ancak, bu hakikaten bir sosyalist adâlet ve meşruiyet midir?
İşlediğim cinayet: "Moskova"ya koğulan "Azılı Komünist" olmak değildi ise, ne idi?
Bir yanda, 50 yıldanberi Komünist olarak suçlanmış bulunmak; öte yanda tam 51.ci yıl, (kendilerine "Komünist" denilen) birkaç "Sosyalist" ve "Demokrat" devletin sınırları üstüne fırlatılıp atılınca Anti-Komünist olarak suçlanmak.. bu anlaşılır şey olabilir mi? Bu ne cehennemcil "saçma diyalektik"tir? "Kader"in ne iblisçe sarakaya alışıdır? Yahut, nasıl bir en bürokratça zihin tenbelliğinin otomatizmidir.
Benim idam hükmümü kim verebilmişti? Sosyalist adâlet içinde de, hattâ bayağı câniler için bile, Savunma Hakkı gibi geri alınamaz kimi haklar tanınmaz mı?
Bir Sovyet derlemesinde 22 bilgin'in imzaları altında şöyle yazılıyor:
"Savunma Hakkı SSCB Anayasası'nın 3. maddesiyle tanınmış kutsal haktır. Bu hakka saygı gösterilmeksizin mahkemece verilmiş her ilâm hükmü, üst adliye katınca bozalmak zorundadır." (Adâlet)
Benim şartlarım altında bu "üst kat" (üst makam) nerede bulunur?
Vaktile, efsâneleşmiş III. Komünist Enternasyonalı vardı. Her Millî Komünist Partisi III. K. E.'nın şubesinden başka bir şey değildi: Şubelerden veya üyelerden biri bir kararsızlık içine düştü müydü, o III. K. E. denen üst kata dilekçe ve müracatlar yapabilirdi.
Stalin'in bir emriyle III. Enternasyonal ortadan kaldırılalı beri, Mahşer (Kaos) oldu. Bu istenilmiş anarşiden çıkan komplikasyonlar üzerinde durmak istemiyorum. Mahşer ortasında "Üst kat" olma sorumluluğu başlıca SSCB K. P.'nin omuzlarına düşüyor.
Belki şöyle denilecek: Bir üyenin kabulü yahut dışarıya atılması her Parti'nin "İç işleri" dir. Teori ve genel pratik bakımından bu öylesine sarahatsiz sayılamaz. Ama, Türkiye'nin akar pratiğinde iş değişir. Durumu somutlaştırmak için, ben size, pek sereserpe olsa bile, Türkiye Marksist - Leninist hareket ve örgütünün iki kutup gibi karşıt kategori insanını sunacağım.
1.- Kategori: Bir Marksist - Leninist militan Türkiye'de, teorice ve pratikçe tam 50 yıl dövüşüyor. 22 yıllık hapisanelerini, her defasında, Lenin'in dediği gibi: "Alfabe'den başlayıp yüce Cebir'i bitirecek" bir okula çeviriyor. Sabırlıcasına ve sistemlicesine: Marks - Engels - Lenin - Stalin'i, Tarihi, Ekonomi Politiği, Diyalektiği, Tarihcil Maddeciliği klâsik olarak etüd ediyor. Ve Lenin'in öğütlediği gibi: Kendi ülkesinin tarihini, ekonomi politikasını ve sınıf ilişkilerini özge orijinallikleri içinde araştırıyor. Böylece o militan yüzlerce kitap yazıyor. Kendi dilinde, çoğu temelli orijinal olan 40'tan aşırı kitap yayınlıyor.
Boyuna baltalanan ve kimi 2. Kategori kişilerince gizli kapaklı benimsenen bu kitaplar, -her yandan gelmiş "susuş kumkumaları"na rağmen, burjuvazice yasaklanmalara ve mahkûm edilmelere rağmen, nihayet Türkiye'de gittikçe daha çok okunmakta ve anlaşılmaktadır.
Yalnız, bu militan pratik ve örgütlü dövüşleri arasında hiç SSCB'ne gitmemiştir. Çünkü:
1) O, kendisini kaydı hayatla vakfetmiş bulunduğu Millî Döğüş Cephesi üzerindeki nöbet yerini boş bırakmıya katlanmamıştır.
2) Bundan başka, o militan deneyile biliyor ve açık seçikçe görüyor ki, Türkiye döğüş cephesinden bir yol koptular mıydı, insanlar çabucak Proletarya Vatanı'nın derebeğice asalağı ve kendi ülkelerinin hayatî proselerine dar kâfalı ve ukalâ yabancılar hâline soysuzlaşıveriyorlar.
Leninizm demiri bir "Kutva" içinde dövülmemişti. Bedenin tüm tükenişinden önce insan "Babasının evi"nde dinlenmeyi hak edemezdi. (Ne demeli ki, 1. Kategori insanları için o tükenişten sonra dahi bu yasak olacakmış).
Böylece 1. Kategori militanı, III. Enternasyonal'ın tozlu dosyalarının gizli sırrına erememiş bulunan Sovyetliler için adsız ve mutlak surette bilinmez kalıyordu.
2.- Kategori: Sovyetler "eşiğini aşındırma" zanaatinde "Uzman"lardan derleşiktir.
Onlar için:
"İdeoloji": kimi Sovyet metinlerini yarım yamalak, yanlış tercüme veya dörtte bir intihâl etmektir.
Bir ülkenin veya genel Tarihin sosyal karakteristiklerini Araştırmak: antimarksizm ve antisovyetizme çalan affedilmez bir icattır, bid'attır.
Marksizm - Leninizm: hakikî veya hayalî düşmanlara karşı gelişigüzel söğerce kusulacak kimi soyut klişelerden başka bir şey değildir.
Kendi ülkesi içinde çalışmak: Lânetleme, ikinci kerte, 1. Kategori kişilerine kalmış bir saçma uğraşıdır.
Onlar, o "Yukarı"nın tehlikeli "Endüstri şövalyeleri", kendi ülkelerinin loş yuva delikleri içinde, yahut parıl parıl evrensel mikro'ları önünde çalımlı çalımlı, Kızıl Ordu süngülerinin kendilerini hak edilmemiş bir iktidarın muhteşem koltukları üzerine sivriltip kurultmasını ve oradan kendi ülkelerindeki ölümlülerin üstüne yomsuz bir sinsilikle fermanlar yağdıracakları günü beklerler.
İşte, iş işten geçince, son duruşmada, en iyi niyetlerine rağmen, ne yazık ki Sovyet güçlerini acı acı müdahale zorunda bırakan Macaristan, Çekoslovakya, Polonya, ve ilh., ve ilh.. trajedilerindeki karanlık ve kanlı aktörlerin organik dolaysız kökleri budur.
İşte, Orta ve Uzak Doğu'ların hareketlerinin, gelişmemiş Afrika ve Amerika ülkelerini kırıp geçiren anlaşmazlıkların kaynağı budur.
Bu rezil çenber yahut kaçak akım bilimcil sosyalizmin göğsünde nasıl biçimlenmiştir?
Her şeyden önce, Teoride: doğrudan doğruya 2. Kategori tiplerinin "Beyinsiz işgüzarlık"larından; Pratikte: özellikle Lenin'in büyük "Profesyonel devrimciler" prensibini utanmazca biçimsizleştirmek'ten.
Bu küçük burjuva külâh kapıcılığının (karyerizminin) genel üslûbu içine, dengesiz ya psikastenik ve karılaşmış (efemine) bireylerin ihanete dek varan tamamıyle alaturka "Ev sahibini şaşırtan yavuz hırsız" gibi tabansızlıklari girer.
*
2.
Kategori kişilerinin ikiyüzlü hilebazlık oyunlarını örneklemek için, anılarımın
filminden bir kaç eşantiyon keseceğim.
1926 yılıydı. 2. Kategori'lilerden biri, birkaç sopa yer yemez, beni: "Komünist Gençlik Başkanı" olarak İstanbul siyasî polisine ifşa etmişti. Bu mutsuz "kazâ" susuşla geçiştirilince, Proletarya Partimizin alnında meş'um bir damga olup kaldı: Gelecek kuşaklar içindeki atmosfer (solunan hava) gitgide ağırlaştı.
(1925-1950 yılları) Nâzım Hikmet Ran (Şâir) : Her rastlayışında, en gösterişli sıcak boynuma sarılmalarla beni öpüyordu. Çünkü, 1950'ye dek kendisi Parti'den püskürtülüp atılmış bulunuyordu. Bununla birlikto Nâzım, sağır kinlerini bilemekten kendisini alamıyordu.
Derken, günün biri, Nâzım komünizm sempatizanı bir Harbiyeli'nin evine dek yaptığı ziyareti, İstanbul Siyasî Polisinin Antikomünist Masasına telefonla protesto edince, belki istemeksizin ve bilmeksizin, Türkiye'de Askercil Mahkemelerin faşist egemenliğinin açılış törenini yaptı.
(Geçer ayak not edelim ki: Nâzım'ca, dünyanın en "şâirane" provokasyonu ile ihbar edilmiş bulunan Harbiyeli'nin kimi sınıf arkadaşları, sonraları, ne de olsa ilerici, kendi türünde Sosyalizme dek ilerici olan 27 Mayıs 1960 devriminde büyük bir rol oynıyacaklardır. Ve Türkiye'nin son dramatik hâilelerinde, Türk ve uluslararası Finans - Kapital provokasyonlarının esas amacı, 27 Mayıs devrimi kalıntılarını tasfiye etmekten başka bir şey değildir.)
Nâzım, kendi kurnaz korkaklığı ile kazdığı kör kuyuya düşünce, bir savunma oturumunda, dâvânın patlak vermesinde oynadığı "Muhbir" rolünü çağrışımla anıltmayı deneyecektir. Ama, boşuna: Askercil Mahkemeler bu yanda, hiç te kılı kırka yarıcı değildirler (1939).
Şeylerdeki ipliklerin uçuca gelişi ile, hepimiz 15'er yıl ağır cezalara çarpıldık. Çankırı cezaevinde, mahallî polisçe resmen ve altı Nâzun Hikmet imzalı mühürlü makbuz karşılığı Nâzım'a 30 lira "aylık" teselli yardımı getirildi. Bu utanç vericiliğe karşı ben isyan ettim.
"Dayı Paşa"sı (General, eski Moskova Büyükelçisi Ali Fuad Cebesoy), Nâzım'ı, İstanbul'a yakın, zenginlerin kaplıcalar kenti olan Bursa'ya naklettirdi. Ben önce Amasya, sonra Kırşehir cezaevine sürüldüm.
1950'lerde Nâzım Moskova'dadır. Radyolarda kendisini "Stalin'in yarattığı"nı söyledi. "Proletarya Diktatörlüğünün cisimlenişi (insan kılığına girmişi)" ölür ölmez, aynı Nâzım, uygun şiirleri ile Stalin'i lânetliyenlerden geri kalmadı. Ve provoke ettiği dâvânın yiğit kurbanı ve "Uluslararası proletaryanın dâhiyane büyük şâiri" olarak piyasaya sürüldü.
Tesadüfen mi? Hayır.
Nâzım Hikmet'in yıpranmış panzehirleri, İstanbul'da "bloke" edilmişlerdi. Ve Moskova'da Lâz İsmail denen birisi vardı.
Burada 2. Kategori kahramanlarının listesi bütünlenemez. Ne olsa, mâdem ki ölüler gömülmüşlerdir, 2. Kategori'den yaşıyan 2 tanesi üzerine azıcık dönelim.
Lâz İsmail (Marat): O, "Halk dostu" kürkünü giyinir, ama Marat'nın kalbi bu postun içinde barınamaz.
1929 yılı. İzmir dâvâsı. İsmail, Lâz postunu kurtarmak için, polise, illegal TKP'nin M. K.'nin sorumlusu olarak Dr. Hikmet Kıvılcımlı'nın "Komintern kararı ile" Lâz İsmail'i Parti Komitesinden attığını hikâye etti.
Bu namussuzca sözde - savunma, en kanlı polis işkencelerini Dr. H.K. ve arkadaşları üzerinde şiddetlendirmekten başka bir şeye yaramadı. Ahmakça provokasyonlarına rağmen Lâz İsmail de mahkûm edildi.
Cezalar sona erer ermez, eski âdeti üzere, Lâz İsmail Moskova'ya sivişti. İyi biliyordu ki, zaman ve büyük mesafeler her şeyi unutturur.
1933-35 yılları, Dr. Hikmet Kıvılcımlı bir kez daha "Yukarı"ya çağrılmıştı. Ancak, M.K. yoldaşları kendisinden ayrılmak istemediler. Yoldaşlar, Dr. H.K'nın 10 ciltlik orijinal araştırmalarını (İdeoloji, Türkiye'nin Devrim Tarihi, Parti'nin Eleştirili Tarihi, Fırka ve Fraksiyon, Taktik ve Strateji Plânı: Burjuvazi, Proletarya, Köylülük, Türkiye de Milliyet (Kürt) Meselesi) Türkiye'de basmağı öneriyorlardı.
Dr. Hikmet Kıvılcımlı legal olarak "Marksizm Biblioteği"ni kurdu. Kitaplar yayılıyordu. Burjuvazi affetmedi. Sivil mahkemelere birkaç dâvâ açtı. İstediği sonuçları alamadı. "Askercil Mahkemeler Çağı"nın yukarıda değilen "Açılışı"ndan sonra Dr. H.K. yeniden zındana atılıp 1939 yılı 15 seneye mahkûm edildi...
O zaman nasıl tasavvur edebilirdi ki, bu üst üste mahkûmiyetler: 2. Kategori'lilerin kirli çamaşırlarını yıkama lehinde ve bir gün kendisini sosyalist sınırlar dışına püskürtmiye dek kendi aleyhinde puvan toplamış olsun?
1933'ten beri Türkiye'deki yerle bir olan şeyleri Moskova rasathanesinden kezliyen Lâz İsmail, 1929 avantürlerini unutturabildi ve provokasyon kurtluğundan, radyolar "yorumcusu" yaldızlı kelebekliğine kalıp değiştirdi.
1950 yılı Nâzım Moskova'ya dönünce, onlar (Şâir ile Lâz), Türkçedeki deyimi ile: "Tencere yuvarlanmış, kapağını bulmuş" gibi oldular. Gerçi Nâzım bir başka Lâz'ın,1926 tevkifatında çöküp, Beyoğlu ve Anadolu Barlarına "Güzel artistler" tedarik eden aracı ve Nâzım Hikmet'in "menajer"i biçimine girmiş bulunan Lâz Hamdi'nin yanından geliyordu. Ama, Lâz-Tencere, bir Şâir-Kapak bulmuş olma şansını tümlemek için, başka bir aslına uygun "Lâz-Kapak", Lâz Zeki Baştımar'ı bulacaktır.
Zeki Baştımar (Kosigin Yoldaş'ın Yâkub Demir'i): Burada şu mutsuz Karadeniz uşaklarının pek "diyalektik" kaliteleri üzerinde direnip durmayacağım. Ayrıca Zeki'yi ben kişi olarak pek tanımış değilimdir de.
Yalnız, 1951 tevkifatı sırasında, Zeki'nin kendisi, o zamanki: Dr. Şefik, Reşat, vb., vb.. gibi Parti sorumlularınca, birçok provokasyonları ve bir MAH (Türk Burjuvazisinin CİA'sı) subayı ile yaptığı ve Askerî Mahkeme oturumlarına dek sakladığı gayrı makbul temasları nedeniyle Parti'den atılmıştı.
Zeki, 1960 yılları Moskova'ya kaçmakla, oradaki benzerlerini buldu.
1926 yılıydı. 2. Kategori'lilerden biri, birkaç sopa yer yemez, beni: "Komünist Gençlik Başkanı" olarak İstanbul siyasî polisine ifşa etmişti. Bu mutsuz "kazâ" susuşla geçiştirilince, Proletarya Partimizin alnında meş'um bir damga olup kaldı: Gelecek kuşaklar içindeki atmosfer (solunan hava) gitgide ağırlaştı.
(1925-1950 yılları) Nâzım Hikmet Ran (Şâir) : Her rastlayışında, en gösterişli sıcak boynuma sarılmalarla beni öpüyordu. Çünkü, 1950'ye dek kendisi Parti'den püskürtülüp atılmış bulunuyordu. Bununla birlikto Nâzım, sağır kinlerini bilemekten kendisini alamıyordu.
Derken, günün biri, Nâzım komünizm sempatizanı bir Harbiyeli'nin evine dek yaptığı ziyareti, İstanbul Siyasî Polisinin Antikomünist Masasına telefonla protesto edince, belki istemeksizin ve bilmeksizin, Türkiye'de Askercil Mahkemelerin faşist egemenliğinin açılış törenini yaptı.
(Geçer ayak not edelim ki: Nâzım'ca, dünyanın en "şâirane" provokasyonu ile ihbar edilmiş bulunan Harbiyeli'nin kimi sınıf arkadaşları, sonraları, ne de olsa ilerici, kendi türünde Sosyalizme dek ilerici olan 27 Mayıs 1960 devriminde büyük bir rol oynıyacaklardır. Ve Türkiye'nin son dramatik hâilelerinde, Türk ve uluslararası Finans - Kapital provokasyonlarının esas amacı, 27 Mayıs devrimi kalıntılarını tasfiye etmekten başka bir şey değildir.)
Nâzım, kendi kurnaz korkaklığı ile kazdığı kör kuyuya düşünce, bir savunma oturumunda, dâvânın patlak vermesinde oynadığı "Muhbir" rolünü çağrışımla anıltmayı deneyecektir. Ama, boşuna: Askercil Mahkemeler bu yanda, hiç te kılı kırka yarıcı değildirler (1939).
Şeylerdeki ipliklerin uçuca gelişi ile, hepimiz 15'er yıl ağır cezalara çarpıldık. Çankırı cezaevinde, mahallî polisçe resmen ve altı Nâzun Hikmet imzalı mühürlü makbuz karşılığı Nâzım'a 30 lira "aylık" teselli yardımı getirildi. Bu utanç vericiliğe karşı ben isyan ettim.
"Dayı Paşa"sı (General, eski Moskova Büyükelçisi Ali Fuad Cebesoy), Nâzım'ı, İstanbul'a yakın, zenginlerin kaplıcalar kenti olan Bursa'ya naklettirdi. Ben önce Amasya, sonra Kırşehir cezaevine sürüldüm.
1950'lerde Nâzım Moskova'dadır. Radyolarda kendisini "Stalin'in yarattığı"nı söyledi. "Proletarya Diktatörlüğünün cisimlenişi (insan kılığına girmişi)" ölür ölmez, aynı Nâzım, uygun şiirleri ile Stalin'i lânetliyenlerden geri kalmadı. Ve provoke ettiği dâvânın yiğit kurbanı ve "Uluslararası proletaryanın dâhiyane büyük şâiri" olarak piyasaya sürüldü.
Tesadüfen mi? Hayır.
Nâzım Hikmet'in yıpranmış panzehirleri, İstanbul'da "bloke" edilmişlerdi. Ve Moskova'da Lâz İsmail denen birisi vardı.
Burada 2. Kategori kahramanlarının listesi bütünlenemez. Ne olsa, mâdem ki ölüler gömülmüşlerdir, 2. Kategori'den yaşıyan 2 tanesi üzerine azıcık dönelim.
Lâz İsmail (Marat): O, "Halk dostu" kürkünü giyinir, ama Marat'nın kalbi bu postun içinde barınamaz.
1929 yılı. İzmir dâvâsı. İsmail, Lâz postunu kurtarmak için, polise, illegal TKP'nin M. K.'nin sorumlusu olarak Dr. Hikmet Kıvılcımlı'nın "Komintern kararı ile" Lâz İsmail'i Parti Komitesinden attığını hikâye etti.
Bu namussuzca sözde - savunma, en kanlı polis işkencelerini Dr. H.K. ve arkadaşları üzerinde şiddetlendirmekten başka bir şeye yaramadı. Ahmakça provokasyonlarına rağmen Lâz İsmail de mahkûm edildi.
Cezalar sona erer ermez, eski âdeti üzere, Lâz İsmail Moskova'ya sivişti. İyi biliyordu ki, zaman ve büyük mesafeler her şeyi unutturur.
1933-35 yılları, Dr. Hikmet Kıvılcımlı bir kez daha "Yukarı"ya çağrılmıştı. Ancak, M.K. yoldaşları kendisinden ayrılmak istemediler. Yoldaşlar, Dr. H.K'nın 10 ciltlik orijinal araştırmalarını (İdeoloji, Türkiye'nin Devrim Tarihi, Parti'nin Eleştirili Tarihi, Fırka ve Fraksiyon, Taktik ve Strateji Plânı: Burjuvazi, Proletarya, Köylülük, Türkiye de Milliyet (Kürt) Meselesi) Türkiye'de basmağı öneriyorlardı.
Dr. Hikmet Kıvılcımlı legal olarak "Marksizm Biblioteği"ni kurdu. Kitaplar yayılıyordu. Burjuvazi affetmedi. Sivil mahkemelere birkaç dâvâ açtı. İstediği sonuçları alamadı. "Askercil Mahkemeler Çağı"nın yukarıda değilen "Açılışı"ndan sonra Dr. H.K. yeniden zındana atılıp 1939 yılı 15 seneye mahkûm edildi...
O zaman nasıl tasavvur edebilirdi ki, bu üst üste mahkûmiyetler: 2. Kategori'lilerin kirli çamaşırlarını yıkama lehinde ve bir gün kendisini sosyalist sınırlar dışına püskürtmiye dek kendi aleyhinde puvan toplamış olsun?
1933'ten beri Türkiye'deki yerle bir olan şeyleri Moskova rasathanesinden kezliyen Lâz İsmail, 1929 avantürlerini unutturabildi ve provokasyon kurtluğundan, radyolar "yorumcusu" yaldızlı kelebekliğine kalıp değiştirdi.
1950 yılı Nâzım Moskova'ya dönünce, onlar (Şâir ile Lâz), Türkçedeki deyimi ile: "Tencere yuvarlanmış, kapağını bulmuş" gibi oldular. Gerçi Nâzım bir başka Lâz'ın,1926 tevkifatında çöküp, Beyoğlu ve Anadolu Barlarına "Güzel artistler" tedarik eden aracı ve Nâzım Hikmet'in "menajer"i biçimine girmiş bulunan Lâz Hamdi'nin yanından geliyordu. Ama, Lâz-Tencere, bir Şâir-Kapak bulmuş olma şansını tümlemek için, başka bir aslına uygun "Lâz-Kapak", Lâz Zeki Baştımar'ı bulacaktır.
Zeki Baştımar (Kosigin Yoldaş'ın Yâkub Demir'i): Burada şu mutsuz Karadeniz uşaklarının pek "diyalektik" kaliteleri üzerinde direnip durmayacağım. Ayrıca Zeki'yi ben kişi olarak pek tanımış değilimdir de.
Yalnız, 1951 tevkifatı sırasında, Zeki'nin kendisi, o zamanki: Dr. Şefik, Reşat, vb., vb.. gibi Parti sorumlularınca, birçok provokasyonları ve bir MAH (Türk Burjuvazisinin CİA'sı) subayı ile yaptığı ve Askerî Mahkeme oturumlarına dek sakladığı gayrı makbul temasları nedeniyle Parti'den atılmıştı.
Zeki, 1960 yılları Moskova'ya kaçmakla, oradaki benzerlerini buldu.
*
Bu
indirgenemez olaylar, 2. Kategori kişilerine, kendi ahbap çavuş meclisleri içinde 1. Kategori
kişilerini mahkûm etmeleri için Tüzük üstü bir imtiyaz, ayrıcalık verir mi?
Çok iyi anlıyorum, beni suçlayanların kollektif alt-bilinçlerinde benim politik var oluşumun ve hattâ sadece var oluşumun uyandırdığı kuduruş, ancak onların gerçek Parti Tarihi önünde ve Türkiye İşçi Sınıfı önünde duydukları suçluluktan ileri geliyor. Onların "kirli çamaşırları" üzerine çok şey bilen sonuncu kurucunun varlığı, onların gözlerinde anadan doğma bir günah, affedilmez bir cinayettir.
Yoksa, l.ci Şube'nin (Komünizm düşmanı Siyasî Polisin), MİT'in (Türkiye CİA'sının) ve bütün Finans - Kapital birleşik casus örgütlerinin 50 yıldır yapamamış olduklarını:
- Partime karşı, Proletaryaya karşı, Vatanıma karşı görevlerimi baltalamıya kalkışmayı;
- Sosyalist İktidarlara karşı bin kez denenmiş niyetlerimi tağşiş etmiye kalkışmayı..
yapmak için harcadıkları umutsuzca çabalar nasıl izah edilir?
Beni suçlıyanların davranışları yalnız benim şahsıma dönük kalsaydı, mesele basitti: Marks'ın Engels'e yazdığı gibi: "Gülünçlük eşeklerle paylaşılamaz"dı.
"Dışarıdan suçlayıcı havlamalar, ne beni kendi evimde hırsız olduğum kuşkusuna düşürebilir, ne benim komşuma karşı duygularımı bulandırabilir."
Bir Türk atasözü: "İt ürür, Kervan yürür" der.
Oysa, oynanan, 40 milyon insanın alınyazısıdır:
1- 2. Kategori kişilerinin Türkiye dışı fealiyeti, daima, -Marks'ın Kugelmann'a yazdığı gibi,- "Müstebitleri.... birkaç bin kilometre uzaklardan öldürme" şövalyeliği sınırlarında kalıyor. Çalışanlarımızın küçük cihazları, Berlin veya Moskova'da "beş vakit okunan lâik ezan" dalgasını yakahyamaz.
2- 2. Kategorililerin Türkiye'deki fealiyetleri, daima, Lenin'in deyimi ile: "Mujiğin harbe ğidişi gibi" "Primitivizm", "Kısır ahbapçavuşluk" ve örgütü kısırlaştırıcı "Tersine doğal seleksiyon" oldu.
Bunu, TİP'in traji-komik katastrofu (yıkılışı) da içinde olmak üzere son Türkiye hâdiseleri bir kez daha gösteriyor.
Her olanak, her fırsat israf ediliyor. Parti Tarihinin gerçek yüzleri ve acı dersleri siliniyor. Dünya proletaryasının orantısız yardımları ve güveni vurdum duymazca kemirilip yutuluyor.
Bir aylâklar Türkiyesinde, alabildiğine sözde devrimci böyle radyo yayıncısı "müezzin" kahramanlar ve en "ucuz" aylıklı askerlerden fermanlı büyük spikerler kolayca milyon milyon kiralanabilir.. yeter ki, yapıldığı gibi, aylıkları düzenlice ödensin ve onlara, "iyi akça" çınlatan koca koca lâflı şâirane ve edebiyatçı gevezelikler dışında ideoloji ve pratik cephede para getirmiyen bir alçakgönüllü iş teklif edilmesin.
Bu ebediyyen kritik konjonktür önünde, Dünya proletaryası ile Partileri huzurunda ülkenin en yakıcı meselelerini teorice tartışabilmek ve pratikçe sonuçlandırmak, karara bağlamak için, birinci duruşma bana Marksist - Leninist bir hak ve görev dayatıyor.
1.- Eleştiri görevi: 22 Sovyet bilgini 1968 yılı kitaplarında yazıyorlar:
"Sosyal bir önemi olan her sorun üzerine kendi kanısını serbestçe açıklamak SSCB Anayasası'nın 125.ci maddesince yurttaşlara sağlanmıştır. Dahası var, var olan kusurlar üzerinde gözüpekçe ve tarafsızca kendi düşüncelerini deyimlendirmek, her yurttaşın yalnız hakkı değll, dolaysız görevidir de. Hiç bir sorumlu, hiç bir hükümet üyesi, hiç bir yönetici işçi toplantılarında olduğu gibi basında da eleştiri önünde dokunulmaz değildir." (SSSR: Voprosi i Oteti: Droits et Libertés Civique: Yurttaşlık Hak ve Özgürlükleri).
Burada, birkaç sözcükle görevimi başarmıya değilse bile taslaklaştırmaya başlamak zorunda kaldım. Bu doğrultuda son soluğuma dek uğraşacağım.
2.- Savunma hakkı: Aynı Sovyet bilginleri gene yazıyorlar:
"Suçlandırılan kimse, savunmasının en iyi şart içinde yapılması için gerekli bütün haklara sahiptir. Suçlanan kimse kendsine karşı yürütülen suçlama üzerine her türlü açıklamaları yapabilir, dilekçelerini yerine gönderebilir, dosyadaki bütün belge evraktan bilgi edinebilir, yargıcın, savcının, ve mahkemenin bütün işlemleri ve kararları aleyhinde şikâyette bulunabilir." (a.y.: "Adâlet").
Şikâyetimi size ediyorum.
Suçlandırılıyorum ve beni Parti dışı ve Sosyalist sınırlar ötesi püskürtmekle, bir sıra kararlar yerine getiriliyor...
"Aleyhime yürütülen suçlama" nedir? Benim "Dosyamın belge evrakı" nerededir? Benim yetkili "Yargıçlarım" kimlerdir? Bu hususta hiç bir şey bilmiyorum. Tek gözüken gerçeklik şudur ki: Bana bir mahkûm "Suçlu" muamelesi, hiç bir tüzükcil ve hukukçıl formalite yerine getirilmeksizin yapılıyor.
Savunma hakkımın gerçekleştirilmesini sizden bekliyorum. Çünkü beni suçlıyanlar, zuumlarınca sistemli olarak ve sinsi bir yomsuzlukla Proletarya kalesinin heybetli gölgesi ardına, SSCB'nin büyük otoritesi ardına gizleniyorlar: Yoldaş Kosigin kimilerini "Türk Komünist Partisi" mümessili diye piyasaya sürüyor.
SSCB'nden en çok esinlenen Sosyalist Devletler, beni suçlıyanların ordinatörleri imişler gibi, beni, -söz yerinde ise,- idâm ediyorlar.
İstenen şey samedanî bir şefaat ve merhamet değildir. Zaman zaman "Yanardağ bacasından patlıyan", ama en küçükburjuvaca parçalanışlar yüzünden başarı kazanamıyan bir ülkedeki dramatik durumun anlaşılışı isteniyor.
Ölüm döşeğinde olsam bile, her türlü dâvâlaşma ve karşılaşma için hazırım.
Sizin Sosyalist Adâletinizi umabilir miyim.
Selâmlar, Yoldaş.
30.9.1971
Çok iyi anlıyorum, beni suçlayanların kollektif alt-bilinçlerinde benim politik var oluşumun ve hattâ sadece var oluşumun uyandırdığı kuduruş, ancak onların gerçek Parti Tarihi önünde ve Türkiye İşçi Sınıfı önünde duydukları suçluluktan ileri geliyor. Onların "kirli çamaşırları" üzerine çok şey bilen sonuncu kurucunun varlığı, onların gözlerinde anadan doğma bir günah, affedilmez bir cinayettir.
Yoksa, l.ci Şube'nin (Komünizm düşmanı Siyasî Polisin), MİT'in (Türkiye CİA'sının) ve bütün Finans - Kapital birleşik casus örgütlerinin 50 yıldır yapamamış olduklarını:
- Partime karşı, Proletaryaya karşı, Vatanıma karşı görevlerimi baltalamıya kalkışmayı;
- Sosyalist İktidarlara karşı bin kez denenmiş niyetlerimi tağşiş etmiye kalkışmayı..
yapmak için harcadıkları umutsuzca çabalar nasıl izah edilir?
Beni suçlıyanların davranışları yalnız benim şahsıma dönük kalsaydı, mesele basitti: Marks'ın Engels'e yazdığı gibi: "Gülünçlük eşeklerle paylaşılamaz"dı.
"Dışarıdan suçlayıcı havlamalar, ne beni kendi evimde hırsız olduğum kuşkusuna düşürebilir, ne benim komşuma karşı duygularımı bulandırabilir."
Bir Türk atasözü: "İt ürür, Kervan yürür" der.
Oysa, oynanan, 40 milyon insanın alınyazısıdır:
1- 2. Kategori kişilerinin Türkiye dışı fealiyeti, daima, -Marks'ın Kugelmann'a yazdığı gibi,- "Müstebitleri.... birkaç bin kilometre uzaklardan öldürme" şövalyeliği sınırlarında kalıyor. Çalışanlarımızın küçük cihazları, Berlin veya Moskova'da "beş vakit okunan lâik ezan" dalgasını yakahyamaz.
2- 2. Kategorililerin Türkiye'deki fealiyetleri, daima, Lenin'in deyimi ile: "Mujiğin harbe ğidişi gibi" "Primitivizm", "Kısır ahbapçavuşluk" ve örgütü kısırlaştırıcı "Tersine doğal seleksiyon" oldu.
Bunu, TİP'in traji-komik katastrofu (yıkılışı) da içinde olmak üzere son Türkiye hâdiseleri bir kez daha gösteriyor.
Her olanak, her fırsat israf ediliyor. Parti Tarihinin gerçek yüzleri ve acı dersleri siliniyor. Dünya proletaryasının orantısız yardımları ve güveni vurdum duymazca kemirilip yutuluyor.
Bir aylâklar Türkiyesinde, alabildiğine sözde devrimci böyle radyo yayıncısı "müezzin" kahramanlar ve en "ucuz" aylıklı askerlerden fermanlı büyük spikerler kolayca milyon milyon kiralanabilir.. yeter ki, yapıldığı gibi, aylıkları düzenlice ödensin ve onlara, "iyi akça" çınlatan koca koca lâflı şâirane ve edebiyatçı gevezelikler dışında ideoloji ve pratik cephede para getirmiyen bir alçakgönüllü iş teklif edilmesin.
Bu ebediyyen kritik konjonktür önünde, Dünya proletaryası ile Partileri huzurunda ülkenin en yakıcı meselelerini teorice tartışabilmek ve pratikçe sonuçlandırmak, karara bağlamak için, birinci duruşma bana Marksist - Leninist bir hak ve görev dayatıyor.
1.- Eleştiri görevi: 22 Sovyet bilgini 1968 yılı kitaplarında yazıyorlar:
"Sosyal bir önemi olan her sorun üzerine kendi kanısını serbestçe açıklamak SSCB Anayasası'nın 125.ci maddesince yurttaşlara sağlanmıştır. Dahası var, var olan kusurlar üzerinde gözüpekçe ve tarafsızca kendi düşüncelerini deyimlendirmek, her yurttaşın yalnız hakkı değll, dolaysız görevidir de. Hiç bir sorumlu, hiç bir hükümet üyesi, hiç bir yönetici işçi toplantılarında olduğu gibi basında da eleştiri önünde dokunulmaz değildir." (SSSR: Voprosi i Oteti: Droits et Libertés Civique: Yurttaşlık Hak ve Özgürlükleri).
Burada, birkaç sözcükle görevimi başarmıya değilse bile taslaklaştırmaya başlamak zorunda kaldım. Bu doğrultuda son soluğuma dek uğraşacağım.
2.- Savunma hakkı: Aynı Sovyet bilginleri gene yazıyorlar:
"Suçlandırılan kimse, savunmasının en iyi şart içinde yapılması için gerekli bütün haklara sahiptir. Suçlanan kimse kendsine karşı yürütülen suçlama üzerine her türlü açıklamaları yapabilir, dilekçelerini yerine gönderebilir, dosyadaki bütün belge evraktan bilgi edinebilir, yargıcın, savcının, ve mahkemenin bütün işlemleri ve kararları aleyhinde şikâyette bulunabilir." (a.y.: "Adâlet").
Şikâyetimi size ediyorum.
Suçlandırılıyorum ve beni Parti dışı ve Sosyalist sınırlar ötesi püskürtmekle, bir sıra kararlar yerine getiriliyor...
"Aleyhime yürütülen suçlama" nedir? Benim "Dosyamın belge evrakı" nerededir? Benim yetkili "Yargıçlarım" kimlerdir? Bu hususta hiç bir şey bilmiyorum. Tek gözüken gerçeklik şudur ki: Bana bir mahkûm "Suçlu" muamelesi, hiç bir tüzükcil ve hukukçıl formalite yerine getirilmeksizin yapılıyor.
Savunma hakkımın gerçekleştirilmesini sizden bekliyorum. Çünkü beni suçlıyanlar, zuumlarınca sistemli olarak ve sinsi bir yomsuzlukla Proletarya kalesinin heybetli gölgesi ardına, SSCB'nin büyük otoritesi ardına gizleniyorlar: Yoldaş Kosigin kimilerini "Türk Komünist Partisi" mümessili diye piyasaya sürüyor.
SSCB'nden en çok esinlenen Sosyalist Devletler, beni suçlıyanların ordinatörleri imişler gibi, beni, -söz yerinde ise,- idâm ediyorlar.
İstenen şey samedanî bir şefaat ve merhamet değildir. Zaman zaman "Yanardağ bacasından patlıyan", ama en küçükburjuvaca parçalanışlar yüzünden başarı kazanamıyan bir ülkedeki dramatik durumun anlaşılışı isteniyor.
Ölüm döşeğinde olsam bile, her türlü dâvâlaşma ve karşılaşma için hazırım.
Sizin Sosyalist Adâletinizi umabilir miyim.
Selâmlar, Yoldaş.
30.9.1971
Dr. Hikmet
Hıvılcımlı
Kıvılcımlı
mağduriyetini anlatıp adalet ve tedavisi için imkanların sağlanmasını
istemektedir. Ama Reel Sosyalizm dinlemez ve kapı dışarı eder. Mesela bir Batı
Avrupa ülkesi olsa bunu yapmazdı. Kıvılcımlı gibi Kapitalist-Emperyalist
sisteme muhalefet eden ve teoride-pratikte mücadele eden, kırkın üzerinde kitap
yazmış olan bir adamı ülke dışına atmazdı. Ama bu öteden beri çürümüş olan Reel
Sosyalist sistem ülke dışına attı. Bırakalım sosyalist insan olup olmamasını,
bu tür uygulamaları insanın insana yapmaması gerekir. Kıvılcımlı, hasta
yatağında ölünceye kadar çektiği acıları yazmış. Nasıl kıvrandığını, nasıl
vücudunun kanser olan bölgesinde dayanılmaz acıların olduğunu belirtmiş.
Kıvılcımlı Bulgaristan ve Doğu Almanya’dan hasta haliyle kovulduktan sonra
bağımsız-bağlantısız kalmış olan Yugoslavya’ya sığınmak ve tedavisini orada
devam etmek zorunda kalmıştır. Hayatını da orada kaybetmiştir. Bu olay Reel
Sosyalizmin yüz karası bir olaydır. Henüz buna benzer elimizde başka veriler
yok ama bu tip yanlışlıkların daha çok olduğunu söyleyebiliriz.
12
Eylül 1980 de askeri darbe olduğunda, yurt dışına kaçmak zorunda kalan otuz bin
kişi Reel Sosyalist sistemin olduğu ülkelere değil, Batı Avrupa ülkelerine
gitmişti. Demek ki Rusya ve onun kuklaları olan Doğu Avrupa Reel Sosyalist
ülkeleri Batı Avrupa kadar demokratik değilmiş. Demokratik olsaydı, devrimci
olsaydı, buradan kaçanlar önce devrimcinin yanına giderdi. Bu ülkeler hem
demokratik değildi hem de devrimci değildi. Buradan kaçan insanlar devrimciydi
onlar bizim arkadaşlarımızdı. Ama Rusya kapalı bir kutuydu ne olduğu
bilinmiyordu. Ne olduğunu da böyle olayları kıyaslayarak anlayabiliyoruz.
Rusya’nın Reel Sosyalizmini bu ülkede savunan taraftarları da vardı, onlarda
Batı Avrupa’ya kaçmışlardı. Arnavutçular da vardı AEP yandaşları onlarda Batı
Avrupa ülkelerine kaçmışlardı. Burada şu ortaya çıkıyor: bu ülkeler hem
devrimci değil, hem sosyalist değil, hem demokrat değil, hem de
enternasyonalist değildir. Enternasyonalistliğini sadece kendi ülkelerinin
milli çıkarları için, daha doğrusu kendi dar bürokratik iktidarlarını korumak
için kullanıyorlardı. Burada bir eşitlik söz konusu değildir, eğitliğin
olmadığı yerde enternasyonalizm yoktur-olamaz.
Reel
Sosyalizm, Rusya, batıyla mücadelesinde ekonomik değil, askeri değil, uzaya
çıkmakla değil, kuşkusuz onlarda gereklidir ama asıl üstünlük sağlaması gereken
alan ve asıl yarışacağı alan insan merkezli olan alan olmalıydı.
LENİNİZMİN
VE RUS DEVRİMİNİN ORTAYA KOYDUĞU SONUÇLAR
Sonuç
olarak : I
Lenin, sosyalist devrime ilişkin fikirlerini,
Marx’ın bulunduğu dönemden farklı bir
dönemde –kapitalizmin daha yüksek aşaması
olan “emperyalist” aşamada- geliştirdi.
Lenin’in amacı, XX. yüzyıl kapitalizminin
işçi sınıfının karşısına çıkardığı yeni
ekonomik, politik sorunları aşmak ve önce
Rusya’da sonra da tüm Avrupa’da
sosyalist devrimi gerçekleştirmekti. Lenin,
1917 Devrimi’yle dünyada ilk defa işçi
sınıfının iktidarı ele alabileceğini ve kendi
iktidarını kurabileceğini tüm dünyaya
gösterdi. Rusya’da sosyalist devrimin bu
zaferi Rusya ile sınırlı kalmayıp diğer
ülkelerdeki birçok devrimciyi
cesaretlendirdi. XX. yüzyılda meydana gelen tüm
sosyalist devrimler ve sömürgelerde yürütülen
birçok ulusal kurtuluş hareketi,
Lenin’in devrimci fikirlerinden etkilendi. Bu
çalışmaya konu olan temel
problematikten çıkarılacak dört önemli sonuç
kısaca şöyle özetlenebilir:
Birinci sonuç, kitlelerin devrime
yönlendirilmesinde partinin taşıdığı önemin büyük
bir yer tutmasıdır. Rusya’da devrimci dönüşüm
sorunsalına Lenin açısından
bakıldığında sosyalizmin gerçekleşmesi için
bir devrime ihtiyaç vardır. Ancak,
Rusya’nın kendine özgü koşulları göz önünde
bulundurulduğunda (kapitalizmin
fazla gelişmemiş olması, köylü nüfusun
çoğunluğu, sınıf bilincinin fazla olmaması
...v.b.) kitlelerin sosyalist devrimi
gerçekleştirecek bilinç düzeyine sahip olmamaları,
işçi sınıfının “bilinçlendirilmesi”
gerekliliğini ön plana çıkarır. Lenin, bu noktadan
sonra partinin önemini keşfeder. Böylece
kitlelerin bilinçlendirilmesi ve işçi sınıfının
devrime yönlendirilmesi sırasında
karşılaşılacak tüm zorluklar, merkezi esaslara
dayalı örgütlenmiş disiplinli bir parti
aracılığıyla aşılabilecektir.
İkinci sonuç, kapitalizmin görece geliştiği
ve güçlü burjuvazinin olmadığı
ülkelerde işçi-köylü ittifakı temelinde
burjuva demokratik devriminin
gerçekleştirebileceği iddiasına dayanır. 1905
Devrimi proletaryayı siyasal arenaya
çıkarmıştı. Ancak, 1905 Devrim pratiği ve
sonrası gelişmeler göstermiştir ki, Rus
burjuvası devrimi daha ileriye götürecek
yeteneğe sahip değildi. Lenin, burjuvazinin
yerine getiremediği görevleri proletaryanın
iki koşula bağlı olarak yapabileceğini öne
sürdü. Birincisi, proletarya ile köylünün
ittifakıydı. Bu stratejinin açıklaması şuydu:
Köylüler, her ne kadar kapitalizm karşısında
tutarlı bir sınıf olarak duramazlarsa
da, büyük toprak sahipleri karşısında işçi
sınıfıyla birlikte tutarlı bir güç
oluşturdukları ortadaydı. İşte bu durum işçi
ve köylünün ittifakını kolaylaştıracak ve
burjuvazinin yapamadığını yapacak,
sosyalizmin inşasına giden yolda maddi
koşulları (ekonomik koşullar) olgunlaştıracaktı.
Bu ittifak kuşkusuz sosyalist iktidar
değil, işçi-köylü ittifak temelinde
demokratik bir diktatörlük olacaktı. İkincisi,
Avrupa devriminin oynayacağı rol idi.
Rusya’da işçi-köylü ittifakı temelinde
şekillenen iktidar kendi burjuvazisini yenip daha
ileri bir safha olan sosyalizmi
kurmak için Avrupa proletaryasını devrim
yönünde cesaretlendirecekti. Böylece,
Avrupa’daki proletarya hem kendi ülkelerinde
sosyalizmi kuracak hem de
Rusya’daki yoldaşlarına sosyalist devrimi
gerçekleştirmesi için yardım edebilecekti.
Üçüncü
sonuç, 1917 Devrimi sonrasında devletin, sınıfsız toplum idealinin
gerçekleştirilmesi
yönünde bazı ekonomik düzenlemelerin yapılabilmesi için, varlığını
bir
süre daha devam ettirmesi gerekliliği anlayışının Lenin tarafından nasıl gündeme
taşındığı
araştırılacaktır. 1917 Devrimine giden süreçte yapılan tartışmalar daha çok
parti
örgütlenmesi, kitlelerin bilinçlendirilmesi, partinin izleyeceği strateji ve
taktik ve
işçi
sınıfı dışındaki diğer sosyal katmanlarla kurulacak ittifaklar ile ilişkiliydi.
Ancak,
1917
Devrim sonrasında ortaya çıkan fiili durum devletin nasıl bir örgütlenme içinde
olacağı
tartışmasını ön plana çıkarmaya başladı. Lenin, Marx’ın yapıtlarında dağınık
biçimde
vurguladığı devlet teorisi hakkındaki fikirlerini geliştirerek Rusya’nın
kendine
özgü
koşullarına adapte etti. Lenin, son tahlilde devletin ortadan kalkması
gerekliliğini
her
zaman vurgulamıştı. Ancak, devletin ortadan kalkmasının tek tek bireylerin
tercihlerine
bağlı olmadığını devletin, sınıfsız toplum idealinin gerçekleşmesi için
gerekli
düzenlemeleri yapması gerektiğini ve bunu da “proletarya diktatörlüğü” ile
geçekleştirilebileceğini
iddia etti. Böylece “proletarya diktatörlüğü” temelinde
şekillenen
iktidar, devleti de ortadan kaldırabilecek düzenlemeleri yapabilecekti.
Dördüncü sonuç, kapitalizmin farklı bir
aşamasında –emperyalist aşamada- işçi
sınıfının sosyalist devrim stratejisinin
değişebileceğidir. Lenin’e göre, proletarya
devriminin gerçekleşme koşulu, söz konusu
ülkenin iç gelişmesinin bir meselesi
olarak bakıp, üretici güçlerin gelişmesinin
yeterli olup olmadığı tetkikine dayalı bir
anlayış artık geride kalmıştır. Emperyalist
dönemde, herhangi bir ülkede devrim
şartları, üretici güçlerin gelişme seviyesine
bağlı değildir. Çünkü emperyalizm
ekonomik otarşiyi yıkarak, milli özel
ekonomileri, dünya ekonomisi denilen bir
zincirin halkaları haline getirmiştir ve
kapitalist sistemin bütünü açısından duruma
bakıldığında, bütün ülkelerde devrimin
objektif şartları mevcuttur. Emperyalizmin
ilerici bir yönü yoktur. Kapitalizmin bu özel
aşamasında –emperyalist aşamada- az
gelişmiş ülkelerde üretici güçlerin zamanla
gelişip, sosyalist devrimi evrimci yolla
gerçekleşebileceği yönündeki yaklaşımlar
tamamen yanlıştır. Bu yüzden ilk
proletarya devrimini kapitalizmin en gelişmiş
olduğu, demokrasinin ve kültür
seviyesinin en yüksek olduğu ülkede olacağını
beklemek yanlıştır. Marks ve Engels'in
tekel öncesi dönem için doğru olan bu
önerisi, emperyalist dönemde, artık eskimiştir.
Ve Lenin’e göre, ilk proletarya devrimi, kapitalizmin
ve demokrasinin en gelişmiş
olduğu şu veya bu ülkede değil, emperyalist
zincirin en zayıf olduğu ülkede
gerçekleşecektir.
(R. Berker Bank - Rusya’da 1905-1920 Yıları
Arasında Tarihsel Dönüşüm Süreci Ve Siyasal Tartışmalar -Yüksek Lisans
Tezi - T.C. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Yönetimi Ve
Siyaset Bilimi (Siyaset Bilimi) Anabilim Dalı - Ankara 2004)
Sonuç
: II
LENİNİZMİN
EVRENSEL TEZLERİ
1–
Emperyalist dönemde sosyal uyanışın ekonomik gelişmeyi aşması için gerekli
objektif şartlar mevcuttur.
Kitlelerin
bilinçlendirilmesinde temel, üretici güçlerin gelişimi değil, devrimci
mücadeledir.
2–
İşçi sınıfının nicel gücü ile devrimde oynadığı rol arasında paralellik
kurulamaz. Nüfus içinde azınlıkta olan işçi sınıfı devrimin yönlendirici gücü
olabilir.
3–
Emperyalist dönemde, gerek burjuvazinin devrimci niteliğini kaybetmesi ve
gerekse devrimde iktidar sorununun üretim ilişkilerinin yeniden düzenlenmesi
sorununa ağır basması ve sınıfların sadece ekonomik temellerine göre değerlendirilemeyecekleri
ilkelerinden hareketle, demokratik devrim işçi sınıfı ve müttefiklerinin
iktidarı altında tamamlanır. Demokratik ve sosyalist devrim aşamaları iç içe
girmiştir; ilki hızla ikinciye dönüştürülür. Lenin’in deyişiyle:
-“Birinci
ikinciye dönüşür. İkinci birincinin sorunlarını çözer. İkinci birincinin
gerçekleştirdiklerini sağlama
alır.
Mücadele ve yalnız mücadele ikincinin, birincinin içinde ne kadar gelişeceğini
belirler.”
Lenin,
Ekim Devriminin Dördüncü Yıldönümü, Seçme Yazılar C III s-639
4–
Bir bütün olarak devlet hakim sınıfların baskı ve denetim örgütüdür.
5–
Emperyalist dönemde tek ülkede devrim olabilir.
6–
Kitlelerin devrimci mücadelesinin başarıya ulaşabilmesi için seçme üyelere
sahip, merkeziyetçi bir parti gereklidir
Engin
Erkiner -Rus Devriminden Çıkan Dersler - Eriş yayınları-1975-Sayfa-83
Sonuç
olarak : III
KOMÜNİST
SİSTEMİ, YANİ EMEĞİN İKTİDARINI KURMAK İÇİN YOLA ÇIKILIR AMA HAYAT BAŞKA ŞEY
KURDURUR
Bahriyeliler ve Kızıl askerler,
işçiler ve köylüler, Ekim Devrimi sırasında sovyet iktidarı için, emekçi
Cumhuriyetinin doğması için kanlarını akıttılar. Komünist parti, kitlelerin
tavrına yakın bir ilgi gösterdi. Bayrağına işçileri harekete geçiren çekici
sloganlar yazarak onları kendi tarafına çekti ve onları, nasıl inşa edileceğini
yalnızca Bolşeviklerin bildiği Sosyalizmin Krallığına götüreceğine söz verdi.
Doğal olarak, işçiler ve
köylüler sonsuz bir neşeye kapıldılar. "Sonunda, kapitalistlerin ve toprak
sahiplerinin dayanılmaz boyunduruğu altında kölelik yapmamız geçmişte
kaldı," diye düşündüler. Atölyelerde, fabrikalarda, tarlalarda emeğin
özgürlüğü gelmiş gibi görünüyordu. Bütün iktidar emekçilerin eline geçmiş gibi
görünüyordu.
Becerikli bir propagandanın
sonucunda, çalışan halkın evlatları, şiddetli disiplinle prangaya vuruldukları
parti saflarına akın ettiler. O zaman Komünistler, kendilerini, öncelikle
farklı eğilimlerdeki sosyalistleri iktidardan uzaklaştıracak kadar güçlü
hissettiler; sonra da, bir yandan onların adına ülkeyi yönetmeye devam ederken,
bir yandan da işçileri ve köylüleri devlet gemisinin idaresinden
uzaklaştırdılar. Iktidarı gaspeden Komünistler, Sovyet Rusya vatandaşlarının
ruhu ve bedeni üzerinde, komiserlerin keyfi yönetimini kurdular. Her türlü
mantığa ve emekçilerin iradesine rağmen, ısrarla, özgür emeğin yerine köleliği
getiren devlet sosyalizmini inşa etmeye giriştiler.
(Paul Avrich - Kronstadt 1921
İngilizceden çeviren: Gün Zileli -Sayfa-245)
Sonuç
olarak : IV
REEL
SOSYALİZM, BÜROKRASİNİN DİKTATÖRLÜĞÜNE DAYALI SOSYAL DEVLET KAPİTALİZMİDİR.
İçinde
hem kapitalizm, hem de sosyalizmden öğeler vardı. Rusya’ da ki Reel Sosyalizmi,
1956 yılında yapılan ünlü XX. Kongre sonrasında sapma oldu, öncesinde her şey
güllük gülistanlıktı demek, ya da sosyalizmi Gorbaçov geldi yıktı demek
olguları açıklamakta yetersizliktir. Reel Sosyalizmin hatalarını ve yıkılış
nedenlerini, kuruluşundan, hatta Rusya’da XIX. Yüzyılda ki kapitalizmin gelişme
dinamiklerinden başlatarak yıkılışına kadar geçen süreci inceleyerek ortaya
koyabiliriz.
12
Eylül 2013
Faydalanılan
kaynaklar:
-
Ç. Can Dünya Türkiye ve Sosyalizm - Odak kitap Eylül - 2004
-
Engin Erkiner - Rus Devriminden Çıkan Dersler - Eriş yayınları-1975
-R. Berker Bank - Rusya’da 1905-1920 Yıları
Arasında Tarihsel Dönüşüm Süreci Ve Siyasal Tartışmalar -Yüksek Lisans
Tezi - T.C. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Yönetimi Ve
Siyaset Bilimi (Siyaset Bilimi) Anabilim Dalı - Ankara 2004
-
Paul Avrich - Kronstadt 1921 İngilizceden çeviren: Gün Zileli
-----Yukarıdaki
bu dört kaynak eser yazıda bana ait olan görüşlerin oluşmasına büyük ölçüde temel
teşkil etmiştir...
-
J. Stalin, Bolşevik Partisi Tarihi, Çeviren:
Gaybi Köylü (6. B., Ankara: Bilim ve Sosyalizm
Yayınları,
1998)
-
Lenin Nereden başlanmalı ?
-
Lenin Nasıl yapmalı ?
-
V. İ. Lenin, İki Taktik Demokratik
Devrimde Sosyal Demokrasinin İki Taktiği
- Lenin, Küçük-Burjuva Sosyalizmi ve
Proleter Sosyalizmi, Toprak Meseleleri
- Lenin, Seçme Eserler, cilt 3
-Lenin
Seçme Eserler cilt : 6
-
Lenin, Devlet ve İhtilal
- Lenin, Proletarya İhtilâli ve Dönek Kautsky
- Marx ve Engels, Seçme Yazışmalar, Birinci cilt
-
V. İ. Lenin, Komünizmin Çocukluk
Hastalığı “Sol” Komünizm, Çeviren: Muzaffer Erdost (5. B., Ankara: Sol
Yayınları, 1991)
-
K. Marx ve F. Engels, Gotha ve Erfurt
Programlarının Eleştirisi, Çeviren: M. Kabagil (3. B., Ankara: Sol
Yayınları, 1989)
-
Lenin, “Rusya Yurttaşlarına,“ Ekim
Devrimi Dosyası
- Friedrich Engels, Almanya’da Devrim ve Karşı Devrim,
Çeviren: Kenan Somer (2. B ,. Ankara: Sol Yayınları, 1992)
- Lenin,
“Materyalizm ve Ampiriokritisizm”, Moskova 1935
-
Mandel, Leninist Örgüt Teorisi,
-
M Gorky, V. Molotov, K. Voroşilov, S. Kirov, A. Jdanov, J. Stalin, 1917 Sovyet Devrimi, Birinci cil,
Çeviren: Alaattin Bilgi. 1. B., İstanbul: Evrensel Yayınları, 2004
-Lenin,
Emperyalizm – Kapitalizmin En Yüksek Aşaması
-Lenin,
Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi,
-Lenin,
Komünist Enternasyonalin Üçüncü Kongresinde Komünist Enternasyonal
Taktiklerinin Savunma Konuşması, Kitle
İçinde Parti Çalışması
- Doktor Hikmet Kıvılcımlı, Halk Savaşının Planları
-
Cliff, Bütün İktidar Sovyetlere,
İkinci cilt,
-
Carr. Bolşevik Devrimi, İkinci
cilt,
-
Cliff, Kuşatılmış Devrim, Üçüncü
cilt,
-Clif,
Bolşevikler ve Dünya devrimi,
Üçüncü-Dördüncü cilt
-
W. Henry Chemberlian, Rus Devrimi,
C: I
-
Sovyet Rusya Tarihi-Bolşevik Devrim-I E.H.Car
-
Troçki Rus Devrimi Cilt - I
-
Rosa Luxemburg -Rus-Devrimi-Uzerine / 1918
-1936
Moskova Duruşmaları Üzerine Kızıl Kitap, Lev Sedov
-
Sınıf Bilinci Dergisi, 1988
- Atlas Tarih, Şubat-Mart 2013
- Stalin, Sosyalist Ekonominin Meseleleri
-
http://tr.wikipedia.org/wiki/Komintern
-
http://tr.wikipedia.org/wiki/Lenin%27in_Vasiyeti
-Simon Sebag Montefiore Genç Stalin Çev: Yavuz Alogan,
İthaki, Ekim 2010
–
Aktaran: Gün Zileli - Şu Lenin ve Troçki Mirası Meselesi… adlı makale - 14
Kasım 2010
-
Çeviren – Meral Delikara Topçu –
Lenin’in Son Kavgası – Konuşmalar Ve Yazılanlar 1922- 1923 – Öteki Yayınevi – Ankara – Ocak – 1999 I.
Baskı