
yazıişleri, 15 Kasım 2008’de bu sütunlarda
yayımlanan ‘1937-1938’de Dersim’de neler oldu?’ başlıklı yazımı iki gün önce
aynen yayımlayınca hafıza tazelemeye gerek kalmadı. Ben de bu haftayı Dersim’in
sosyolojik, kültürel özelliklerine ve yakın tarihine ayırdım.”
***
11. yüzyıldan itibaren Horasan’dan yola çıkıp
Anadolu’ya akın eden Türkmen aşiretlerinin heterodoks fikirlere eğilimli
olduğu, Kürt aşiretlerinin ise, en azından Osmanlı İmparatorluğu’na dahil
oldukları 1515 yılına kadar, sadık Sünniler olduğu fikri genellikle kabul
edilir. Şiiliğin (ve bu bağlamda Kızılbaşlığın) Kürtler arasında ne zaman ve
nasıl yayıldığı konusu yazının çapını aşar, ancak Osmanlı Devleti ile İran
arasında kalan Dersim’in Osmanlı Devleti’nin egemenliğine girdiği 16. yüzyıldan
itibaren Kızılbaş Türkmenler kendilerine Bektaşi tekkelerinde yer bulurken,
Kızılbaş Kürtlerin içine kapandığı anlaşılır. 19. yüzyıla gelindiğinde,
devletin Rafızî (Şiiliğin 21 kolundan biri) veya lâdini (dinsiz) olarak
adlandırdığı, ancak belli bir özerklik tanıdığı bu gruplar, bölgede yoğun bir
faaliyet gösteren Protestan misyonerlerinin etkisine girecektir.
Dersim inançları
Osmanlı’nın kapısını çalmaya cesaret bile
edemediği bölgede, Protestanlar geleneklerle çatışmadan Alevileri
modernleştirmeye çalışırlar. Kızılbaş Kürtlerin cem ayinlerine girmeyi başaran
ilk yabancılardan biri, 1814’te Ten Years on the Euphrates (Fırat’ta
10 Yıl) adlı bir kitap yayınlayan C.H. Wheeler, kitabında şöyle der:
“(Kızılbaş) Kürtlerin hiç değilse büyük çoğunluğu sadece sözde Müslüman.
Aralarında dinsel törenler ve ayinler düzenlerler. Şimdiye kadar pek az
bilinmekle birlikte bu törenler Müslümanlık, Hıristiyanlık ve putperestliğin
bir karışımı gibi görünmektedir. Kürtlerin çoğunluğu Müslümanlık dinine
bağlıdır. Diğer kol Kızılbaşların kendilerine has inançları vardır. Genellikle
Türklerden korktuklarından gerçek inançlarını gizlemeye çalışırlar.
Aralarındaki garip öğretilerden biri de içlerinden birinde ‘Kutsal Ruh’ un
bulunduğudur. Bu kişi ‘Dede’ olarak adlandırılır. Kendisine büyük saygı
gösterilir. Hepsi değilse bile Kızılbaşların bazıları Panteisttir (=Tanrıyı
evrenle özdeşleştiren felsefi akım). Çarmıha gerilen İsa’yı da dualarında
anarlar. İsa ya da Muhammed gibi diğer insanları, hayvanları, ağaçları,
kayaları da kutsal sayarlar. Tüm varlıklar onlar için tanrıdır.”
Etnik köken ve dil
Dersimlilerin etnik kökeni konusunda çok değişik
görüşler var. Örneğin Erzurum’daki Rus konsolosu Jaba, 19. yüzyıl ortalarına
ait bir Kürt kaynağına dayanarak Dersim’in dağlık bölgesinin tümüne verilen bir
ad olan Dujik Baba’dan dolayı ‘Dujik Kürtler’ olarak adlandırır ve ekler:
“Türkler onları Dujik Kürtler ya da basit Kürtler (Ekrad) olarak
adlandırırlarken, gerçek Kürtler de onlara Kızılbaş derler.”
Osmanlı belgelerinde bölgedeki aşiretlerden genel
olarak ‘Dirsimli’ veya ‘Dujik/Duşik’ aşiretleri olarak söz edilir ve hepsi
‘Ekrâd (Kürtler) taifesinden’ olarak sınıflandırır. Yalnızca Balabanların
Yörükan taifesinden gelme Türkler olduğu söylenir. Dersim’i 1866’da ziyaret
eden Diyarbakır’daki Britanya Konsolosu Taylor’a göre ise Dersimliler “aslen
pagan bir Ermeni neslin” ardıllarıdırlar. Erken dönemde Zaza terimine yer veren
nadir kaynaktan biri 1911 yazında Dersim’i ziyaret eden L. Molyneux-Seel’in
seyahatnamesidir. Bugün tartışmaların odağında olan Zazalık meselesi daha çok
dille ilgilidir. Dersim aşiretlerinin büyük bir bölümünün konuştuğu Zazacanın
(Dersimlilerin diliyle Kırmancki veya Dımılkinin) Kürtçeden
ayrı bir dil olduğunu söyleyenlerle, Zazacayı Kürtçenin bir lehçesi sayanlar
arasındaki savaşı, son yıllarda ilk grubun kazandığı görülüyor.
1915’te Dersim
Osmanlı döneminde Dersim, merkez için sürekli bir
sorun kaynağıydı. Yavuz Sultan Selim döneminden itibaren Osmanlı Devleti
Dersim’e tam 108 kez müdahale etmiş ancak İttihatçıların Dersim konusundaki
uzmanlarından biri olan Naşit Hakkı’nın (Uluğ) deyişiyle, “devlet Dersim’e
sefer eylemiş ama zafer eyleyememişti”. Bu sorunun temelinde, başlangıçta
Sünnilik-Kızılbaşlık gerilimi ile vergi ve asker gibi merkezî devletin
ihtiyaçlarının zaten yoksul olan bölgede yarattığı gerilim varken İttihatçılar
döneminde buna bir de Türk-Kürt-Ermeni milliyetçilikleri arasındaki gerilimler
eklendi.
1908’de II. Meşrutiyet’in ilanı, imparatorluğun
diğer cemaatleri gibi, Dersimli Kızılbaşların kimliklerini açıkça ve kolektif
olarak ortaya koymaları için fırsat yaratmıştı. İttihat ve Terakki Cemiyeti
(İTC) ilk başta bu durumu kontrol altına almak için, askerî güç kullanmak
yerine politik ikna yöntemini seçti.
Baha Sait Bey, güya Alevilik ve Bektaşilik
üzerine araştırmalar yapmak üzere bölgeye gönderildi. Ruslara ve Ermenilere
karşı mücadelede Dersimlilerin desteğini almak isteyen İttihatçılar,
Dersimlileri ikna etm ekte Bektaşi Çelebisi Celaleddin Efendi’nin yardımını
istemişlerdi ama Çelebi’ye eşlik eden Kürt milliyetçisi Nuri Dersimi’ye göre bu
çabalar karşılık bulmamıştı.
1915 Ermeni kırımı sırasında Türkmenler yani
Kızılbaş Türkler, İTC’nin safında oldular ancak Ermeni kırımında yer almadılar.
Ermenilerle iç içe, yan yana yaşayan, benzer inançları paylaşan, merkez
tarafından benzer şekilde dışlanan Kızılbaş Kürtler ise 1894-1896 kırımında
olduğu gibi, Ermenilerle dayanışma içinde oldular. Dersim ve Ermeni
kaynaklarına göre bölgeye sığınan Ermenilerden 20 bin kadarı, Erzincan
üzerinden oluşturulan ‘yeraltı demiryolu’ sayesinde Rusya’ya kaçarak hayatta
kalabildiler.
Kemalistlerin Dersimli algısı
Böylesi bir tarihçenin, İttihatçıların ardılı
olan Kemalistleri nasıl etkilediğini tahmin etmek zor değil. Hollandalı
antropolog-sosyolog Martin van Bruinessen, “Aslını İnkâr Eden Haramzadedir”
başlıklı makalesinde şöyle der: “Kemalizm’in Kürtler hakkındaki görüşü, her
zaman içsel çelişkilerle dolu olmuştur. Bir yandan resmî görüş onların Türk
olduklarını iddia ederken; öte yandan, Türk olmadıkları için onlara hiçbir
zaman güvenilmemiş ve onları asimile ederek Türk olmayan özelliklerini
kaybettirmek için kasti girişimlerde bulunulmuştur. Alevi Kürtlere karşı tutum çok
daha paradoksal ve tutarsız olmuştur. Alevi olduklarından ötürü, bir yandan
İslâm’ın gerçek bir Türk versiyonuna bağlı oldukları için ve Kemalistlerin
laikleşme programının doğal müttefikleri olarak selamlanmışlar; öte yandan,
Zazalıkları ve Kürtlükleri onları yabancı ve güvenilmez kılmıştır. Alevi
Kürtlerin dinsel törenlerde kullandıkları dilin Türkçe olduğu gerçeği, onların
kolay asimile olacaklarına dair umut verici ihtimaller sunar görünmekle
birlikte, Alevi Kürtlerin devlete muhalefetlerinin tarihi onları ziyadesiyle
şüpheli kılmıştır.”
Jandarma raporu
Gerçekten de, 1930’ların başında Jandarma
tarafından Dersim üzerine hazırlanan bir çalışmada şu gözlemler yer alır:
“[Zaza alevilere gelince:] Bunlarda mezhep ve âdet dili Türkçedir. Ayinlerde
iştirak edenler Türkçe konuşmak mecburiyetindedir. Bu mecburiyettir ki Alevi
Zazalık asırlardan beri ihmal edildiği halde Türklükten pek de uzaklaşmamış,
Dersim Alevileri arasında cevap istememek şartile Türkçe meram anlatmak
mümkündür. Şayanı nazar ve esef olan nokta şudur ki 20-30 yaşından yukarı yaşlı
her fertle Türk dili ile mütekabilen anlaşmak ve dertleşmek mümkün olduğu
halde… Türk dili tamamen Zazalaşmakta ve hele 10 yaşından küçük çocuklarda ise
Türk diline rastlamak imkânı kalmamaktadır.”
Ancak, raporun yazarı bir sonraki paragrafta
onları Türklükten ayıranın dilin ötesinde bir şey olduğunu itiraf eder:
“Aleviliğin en kötü ve açıklama ihtiyacı duyuran cephesi Türklükle aralarındaki
derin uçurumdur. Bu uçurum Kızılbaşlık itikadıdır. Kızılbaş, Sünni Müslümanı
sevmez, kin besler, onun ezelden düşmanıdır. Sünnileri Rumî diye anar. Kızılbaş
ilahi kuvvetin hamili bulunduğunu ve imamların Sünnilerin elinde işkence ile
öldüğüne inanır. Bunun için Sünnilere düşmandır. Bu o kadar ileri gitmiştir ki
Kızılbaş, Türk ile Sünni Kürt ile Kızılbaş kelimesini aynı telâkki eder.”
Yazar, Kızılbaşlardan söz ederken, aslında Kızılbaşlara ilişkin kendi (elbette
devletin) bakışını ele vermektedir.
Bruinessen’e göre, rapordaki bu fikirler, 1925
Şeyh Said İsyanı sonrasında, bizzat Mustafa Kemal yönetimince Şark İlleri
Asayiş Müşaviri ve Türk Ocakları Koordinatörü sıfatıyla Dersim bölgesine
gönderilen Hasan Reşit Tankut’un ‘etnopolitika’ çalışmalarından esinlenmiş
olmalıdır. Küçük bir yetimken Maraş Elbistan’da Alevi Kürt bir ailece evlat
edinilen Reşit Tankut, çalışmalarını Mustafa Kemal’e ve CHP’ye gizli raporlar
halinde sunmuştu. Bu görüşlerin devletin Dersimli algısını şekillendirmekte
önemli rolü olduğu anlaşılıyor.
Kürt milliyetçiliği ve Zazalık bilinci
Martin van Bruinessen’e göre 1960’ların sonundan
itibaren kitlesel bir hareket olarak ortaya çıkan Kürt milliyetçiliği Alevi
(Kızılbaş) Kürtleri de etkilemiş ve bünyesine katmıştı. 1970’lerin siyasal
kutuplaşması, sağcı ve solcu radikallerin bu cemaatleri ikmal bölgeleri olarak
seçerek, karşılıklı şeytanlaştırmaya katkıda bulunmalarıyla Sünni-Alevi
zıddiyetini şiddetlendirmişti. Çorum’da, Kahramanmaraş’ta yaşanan Alevi
katliamları ortak bir Alevi bilinçliliğini güçlendirmede etkisi büyük oldu. Bu
çatışmaların yer aldığı bölgede, Kürt ya da Türk olmak çok da önemli değildi;
kişinin aslî kimliği dinsel olandı.
1980’ler Aleviliğin, Batı Avrupa’daki Türk ve
Alevi göçmen cemaatler arasında gerçek bir kültürel ve dinsel yeniden doğuşuna
tanıklık etti. Farklı eğilimlerden eylemciler, –solcular, Sünni Müslümanlar,
faşistler, Kürt milliyetçileri- daha önceden bu cemaatleri örgütleme
girişimlerinde bulunmuşlardı, ancak Türkiye’deki 1980 askerî darbesinden sonra çok
sayıda tecrübeli örgütçünün, sığınmacı olarak Batı Avrupa’ya gelmesiyle yeni
bir aşamaya geçildi. Bu kadrolar arasında en başarılı olanlar, radikal Sünni
Müslümanlar ve daha sonra içlerinden PKK’nin çıkacağı Kürt milliyetçileriydi.
PKK’ye karşı Alevilik
Bu arada Türkiye’deki rejim, belli başlı cami
federasyonlarını merkez alarak ve Sünni İslâm’ın ‘Türk-İslâm sentezi’ olarak
bilinen aşırı muhafazakâr ve milliyetçi kanadını destekleyerek göçmen cemaatler
üzerinde yeniden denetim sağlama çabasına girmişti.
Bu faaliyetler yıllarca kimliklerini gizli tutan
Alevilerin de örgütlenmesi konusunda teşvik edici oldu. İlk defa büyük Alevi
dinsel törenleri kamuya açık olarak düzenlendi. Alevi örgütleri kuruldu ve bu
örgütler, daha önceleri çeşitli solcu ve Kürt yapılanmalarda ön planda yer alan
birçok genç Aleviyi çekti. Bu tarihten itibaren pek çok kişi, Marksist-Leninist
kimliklerinin yanı sıra Alevi kimliklerini vurgulamaya ve ‘Alevistan’ diye ayrı
bir yurttan söz edecek kadar Alevilerin bir tür ulus olduğunu düşünmeye
yöneldiler.
Aslında Alevistan kelimesi ilk kez, 1976 yılında Hürriyet
gazetesinin Almanya’daki bölücü faaliyetler ile ilgili bir raporunda yer
almıştı. Güya, devletin Maoist düşmanları, Türkiye’yi doğuda Kürdistan,
merkezde Alevistan ve batıda Sünni Türk bakiye şeklinde bölmek için komplo
kuruyorlardı. Gerçi 1980’lerde Almanya’da benzer bir şekilde Alevistan’ı
bağımsız kılmak niyetini açıklayan Kızıl Yol adında kısa ömürlü aşırı
solcu bir örgüt vardı ama birçok Kürt milliyetçisi ve başka eğilimlerden solcular,
bu girişimlerin ‘Sünni ve Türk’ bir milliyetçi tepki yaratmaya çalışan Türk
istihbarat servisinin oyunları olduğundan şüpheleniyordu. Sonuçta, Avrupa’daki
bu faaliyetlerle Türkiye’de aşamalı siyasal liberalleşme birleşerek, Türkiye’de
de Alevi uyanışını harekete geçirdi. Görünüşte laik, aslında Sünni olan Türk
Devleti’nin PKK’nin sesini artık güçlü bir biçimde duyurduğu 1980’lerin
sonunda, PKK’nin Kürt (ve Zaza) Aleviler arasında daha fazla destek kazanmasını
önlemek amacıyla Alevi kimliğine geçit vermeye yönelmesi de bu eğilimi
destekledi.
Devletin hesaplayamadığı
Aslında, PKK’nin kuruluşunu gerçekleştirmekte
büyük zorluklarla karşılaştığı ve her zaman diğer siyasal radikal hareketlerle
yarışmak zorunda kaldığı bölge Dersim’di. Dersim halkı, en azından 1960’lardan
beri, her zaman Kürt milliyetçiliğinden ziyade solcu radikalizme meyilli
olmuştu. Başlangıçta militan bir şekilde din karşıtı olan PKK, 1980’lerin
ortalarında, Sünni bölgelerde daha çok halk desteği sağlamak için gittikçe
Sünni İslâm’a karşı uzlaşmacı bir tavır benimseyince bu durum, PKK’nin Aleviler
arasındaki popülerliğine katkıda bulunmadığı gibi muhtemelen Alevi öznelliğini
güçlendirdi. PKK’ye göre ise, Alevi uyanışı, Kürtler arasına ayrımcılık ekmek
için doğrudan devletçe yönetiliyordu ve buna önayak olanların tümü ajandı. Bu
yaklaşım, bir yandan Alevilerin PKK’den soğumalarına, bir yandan da PKK
saflarındaki Alevilerden kuşkulanılmasına ve onların tasfiyesine yol açtı.
Dinsel boyut giderek daha önem kazandığı bu süreçte Sünni köktenciliğine ve
kapsayıcı Kürt milliyetçiliğine karşı bir tepki olarak asli bir kimlik olarak
Aleviliğe yapılan vurgu güçlenmeye başladı.
Avrupa’daki gelişmeler
1983’te Paris’te Kürt Enstitüsü kurulurken, ortak
bir standart dile dair eski rüya yeniden su yüzüne çıkmış; ancak ne Kurmanci ne
de Sorani konuşanlar ötekine imtiyaz tanımadıklarından, Kürdistan’ın tüm
kesimlerinden okuyucuları hedef alan dergiler, hem Kurmanci hem de Sorani
dillerinde bölümlere yer vermişlerdi. Kürt Enstitüsü’nce aynı yıl yayımlanan Hêvî/Hîwa
dergisine bir de Zazaca bölümü ekledi.
Bruinessen’e göre Zazaca yayıncılık, siyasal
nedenlerden ötürü dilsel ayrımcılığa şiddetle muhalefet eden belli milliyetçi
entelektüel çevrelerde sert olumsuz tepkilere yol açtı. Bunların bir kısmı,
sentetik bir birleşik Kürt dili için çalışıyor; diğerleri iki yazılı Kürt
diline tahammül edebileceklerini düşünüyorlardı. Ancak daha önce neredeyse hiç
yazılı geleneğe sahip olmayan Zazacayı bir diğer yazılı dil olarak
geliştirmenin Kürt ulusu arasına ayrılık tohumları ekmek olacağına karar
vermişlerdi.
Zazaca dergiler
Ancak, “Zazaca ayrı bir dildir ve Zazalar ayrı
bir halktır” diyen ilk Zaza aydını olan Ebubekir Pamukçu’nun 1985 yılında
İsveç’te çıkardığı Ayre dergisi ile Zaza kimliği ve varlığı daha güçlü
biçimde gündeme gelmeye başladı. Bunu 1988’de İsveç’te yine Pamukçu’nun
çıkardığı Piya dergisi izledi. Dergide Zazaca, Türkçe, İngilizce
makaleler olduğu halde Kürtçe makale yoktu ve Zazalardan, kimlikleri uzun
zamandan beri sadece Türk devletince değil, Kürtlerce de reddedilen ayrı bir
halk olarak söz ediliyor ve coğrafi bir ad olarak Kürdistan teriminin yerine
‘Zazaistan’ terimi öneriliyordu. Derginin ilk başta çok küçük bir okuyucu
çevresi oldu ama bir süre sonra artan sayıda derginin görüşlerini benimsedi.
Halen örgütlü bir milliyetçi Zaza hareketi görünmemekte ama hepsi Zazaların
Kürtlerden farklı olduklarını iddia eden, Avrupa’da yayımlanan iki dergi (Desmala
Sure ve Ware) ve Türkiye’de yakın zamanda çıkan bir dizi kitap
ile yayımcılık faaliyetleri giderek artmakta.
Dersimlilerin talepleri
Geçtiğimiz günlerde, Yaşar Kaya’nın başkanlığını
yaptığı Avrupa Dersim Dernekleri Federasyonu adına bir heyet Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül’e, Dersimlilerin taleplerini içeren bir mektup sundu. Mektupta
UNESCO raporlarına göre ölü bir dil haline gelmekte olan Zazacaya TRT’de,
üniversitelerde yer verilmesi, bu dilin Dersim’deki okullarda zorunlu ikinci
dil olarak okutulması, Dersim’e kamu görevlisi atanırken, bu dili bilenlere
öncelik tanınması, Dersim’deki yerleşim yerlerine de eski isimlerinin
verilmesi, Alevi/Kızılbaş inancının temsilcileri olan ocakların tarihsel ve
kültürel misyonlarının tanınması, bu kuruluşların özerkliğinin yasal güvence
altına alınması, Munzur, Harçik ve Peri vadilerinde yapımı planlanan baraj
inşaatlarının durdurulması gibi talepler vardı. 1937-1938’de çeşitli ailelere
evlatlık verilen ya da Çocuk Esirgeme Kurumu’na verilen Dersimli yetimlerin
akıbetlerinin ortaya çıkarılması, 15 Kasım 1937 tarihinde Elazığ Buğday
Meydanı’nda idam edilen Seyit Rıza ve arkadaşlarının mezar yerlerinin
açıklanması ve naaşlarının aile mezarlığına defnine izin verilmesi talebiyle
devam eden mektup, devletin içten bir özrünün 71 yıldır devlete küskün, kırgın
olan Dersimlilerin gönlünü almaya yeteceği ifadesi ile bitiyordu. Bakalım devlet
bu sese kulak verecek mi?
Özet Kaynakça: Martin
van Bruinessen, Kürtlük, Türklük, Alevilik: Etnik ve Dinsel Kimlik
Mücadeleleri, İletişim Yayınları, 2009 ve “Aslını İnkâr Eden Haramzadedir”
(Çeviren: Özgür Gökmen), Diyarbakır.net, http://www.diyarbekir.net/cgi-bin/index.pl?mod=news;op=author_id;id=139;
Mehmet Bayrak, Alevilik ve Kürtlük, Öz-Ge Yayınları, Ankara, 1997; Zilfi
Selcan, Zaza Milli Meselesi Hakkında, Zaza Kültürü Yayınları, 1994; Ebubekir
Pamukçu, Dersim Zaza ayaklanmasının tarihsel kökenleri, Yön Yayınları, 1992.
http://www.taraf.com.tr/ayse-hur/makale-dersim-alevistan-zazaistan.htm
2012/04/02
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder