19 Nisan 2013 Cuma

Alevilere Karşı Yapılan Tertip ve Planlar ''Baki Kalan Bu Kubbede Bir Acayip Alevi Nefreti İmiş''

Kelime Ata, son zamanlarda dozu giderek artan Alevi nefretini “Baki kalan bu kubbede, bir acayip Alevi nefreti imiş” başlığıyla yazdı. İşte o yazı:

AKP tarafından sistematik şekilde uygulanan ötekileştirme, yadırganmaktan çıkıp olağan hale geldi. Sergilenen fütursuzluk ve pervasızlık, Alevilere karşı yaratılan düşmanlık, bir Alevinin katlanma sınırlarının çok çok ötesine geçmiş durumda… Hemen hemen her gün eğitim kurumlarında, işyerlerinde, bürokraside, siyasi zeminlerde Alevilere küfrediliyor, hakaret ediliyor, hak ihlalleri durdurulamıyor, ayrımcılık giderek daha geniş alanlarda daha çok yapılıyor. Kötümser bir bakış açısı olabilir ama gelecek Aleviler açısından pek parlak sayılmaz…

Vukuat-ı adiye sayılacak kadar fazlalaşan olumsuz gelişmeler Alevilerin kaygılarını artırıyor ama bu kaygıları anlayacak bir siyasal ve kültürel iklimin olmaması daha çok acı veriyor insana… Çok sıkça rastlandığı üzere Alevilerin kaygıları “laikçilerin vesvesesi” ya da “endişeli modernler” gibi ifadelerle alaya alınabiliyor. Oysa bırakın 10 yıllık AKP iktidarının tümünü sadece Erdoğan’ın ustalık döneminin

bir analizi yapılsa, din referanslı düzenlemeler alt alta sıralansa Sünnilik dairesinin dışında kalanlar için özellikle de Aleviler için gündelik yaşamın ne denli zorlaştığı pekala anlaşılabilir.

Alevileri her türlü marazi durumun kaynağı olarak görme, güvenlik konseptleri çerçevesinde değerlendirme alışkanlığı aslında yeni değil… Geçmişte Ebusuut’lar, İdrisi Bitlisi’ler, Yavuz Sultan Selimler, Kanuniler, İkinci Mahmutlar vardı, şimdi onların yerini Recep Tayyip Erdoğan, Mümtazer Türköne’ler, Yalçın Akdoğan’lar, Emre Aköz’ler, Güneri Civaoğlu’lar, Mubahat Küyel’ler aldı.

Sıraladığım isimler tanıdık gelmiş olabilir; Mubahat Küyel’i ise günümüzde pek çok insan anımsamaz. Sağ çevreler onu felsefenin önemli isimleri arasında sayar ama Alevilerin bu isme olan aşinalığı travmatik bir olaya dayanır.

Kendisi, 1976 yılında liselerde okutulan kitabıyla Alevilere karşı nefret duygularını çoğaltanların başında geliyordu. Talim Terbiye Kurulu tarafından onaylanan Felsefeye Başlangıç kitabı öyle rencide edici ifadelerle doluydu ki, dönemin CHP milletvekillerinden Nurettin Karsu, meclis kürsüsünde bu kitabı yırtıp atmıştı. Prof. Dr. Mubahat Kuyel, şöyle yazıyordu:

“Şia din başkanlığı meselesinde Ali’yi tutanlardır. Bunlar Ali’yi Tanrı mertebesine çıkaranlardır (Galiye)dır. Ebu Bekir ve Ömer’in din başkanlığını tanımayanlara, Rafıza, Ali’nin torununun oğlunu gerçek din başkanı sayanlara Zeydiye denir. Bunlar, Tanrı’nın ya da Kutsal Ruh’un Ali’ye oradan da oğulları Hasan ve Hüseyin’e geçtiğine, Tenasuh (Tanrı ruhunun insana gelip sonra, geri döndüğüne) a inanırlar.(…) Galiye’ye göre, domuz eti ve şarap dince yasak ve haram değildir, helaldir. Evli erkek ve kadının evlilik dışı cinsel ilişkiler kurması (zina) da helaldir.(…) Özellikle, Şiiler arasında ‘Ben Tanrıyım (Enel-Hakk)’, ya da ‘Cübbemin altında Tanrı var’ iddialarıyla ortaya çıkan bir kesim mutasavvıfın davranış ve düşüncelerini ölüm karşılığıyla ödemelerinin gerçek sebebi bu olmalıdır. Ayrıca devlet otoritesine karşı gelen bozguncu eylemler de, yine bu teori ile felsefe yolundan yasalılaşmaya çalışmışlardır. Pir sultan Abdal, Nesimi, Simavi…”

Bu kitap, Milliyetçi Cephe’nin Alevilere yönelik tezgahladığı kıyım politikalarının ideolojik altlığını oluşturan olaylardan sadece biriydi. Şimdilerde Alevilere yapılan “Buyrun camiye” türünden davetlere “Aleviler de müslümandır”, “ibadet yerimiz camidir” şeklindeki ikiyüzlü teranelere aldırmayın, 1963 yılında Diyanet’te Mezhepler Müdürlüğü kurularak Alevilere de temsil imkanı yaratılmak istendiğinde bugünün sahte demokratlarının babaları, ideolojik akrabaları, Müslüman kardeşler “Aleviler camilerimizi kirletecek. Camilerde mum söndü yapacaklar” diye kıyametleri koparmışlardı.

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e bakiye kalan, özellikle 1960’lı yıllarda da geliştirilen Alevi karşıtlığı, 1970’li yılların sonunda kitlesel kıyımlarla sonuçlandı.

Dersim’de Alevilerin üzerine devletin demir perçesi inmişti. Çorum’da, Maraş’ta, 1978 yılında yaşanan Sivas olaylarında, 1993’teki Madımak katliamında ise devletin tezgahladığı oyunun figüranları dinci- milliyetçi cephenin insanlarıydı. Yıllarca aynı avluyu, aynı sofrayı paylaştıkları Alevileri en vahşi yöntemlerle öldürecek kadar kin, nefret ve düşmanlık hissi duyanlar, bu duyguları bir anda hissetmiş olamazlardı. Demek ki, bir birikim vardı.

Şimdi, geçmişin acı deneylerini kolektif hafızada anımsatan yeni önyargılar oluşturuluyor. Geçmişte Aleviler “din düşmanı, komünist, bölücü” gibi sözcüklerle ülkenin ve milletin bekasına tehdit gibi görülüyordu. Şimdi, din düşmanlığına, komünistliğe ilave olarak darbeci, Ergenekoncu, illegal örgütlerin şahin kanatları şeklinde takdim ediliyorlar.

Yani, konjonktüre göre ötekileştirme biçimleri değişiyor ancak Alevi nefreti bu gök kubbenin altında baki kalıyor. Ne zaman bir düşmana ihtiyaç duyulsa ona mutlaka bir Alevi elbisesi giydirilebiliyor; kah teolojik gerekçelerle kah siyasi gerekçelerle…

Anlaşılıyor ki, AKP ve AKP zihniyetine sahip siyasi çevreler, bürokratlar, iş dünyası, yargı mensupları, kabine üyeleri ellerine kalem kağıt alıp kimlerin Alevi olduğu konusunda çetele tutuyorlar. Günü geldiğinde bu bilgiler, gündelik siyasi veya teolojik ihtiyaçlar için tezgah üstüne çıkarılıyor.

AKP’nin göz yumduğu, bizzat katkıda bulunduğu, teşvik ettiği nefret söylemlerini, ayrımcı uygulamaları, hak ihlallerini sıralamak hayli zaman gerektiriyor. Ben ilk anda göze çarpan örnekleri yazmakla yetineceğim:

1- Diyanet İşleri Başkanlığı, 2008 yılında hazırladığı strateji raporunda zorunlu din dersi ile Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kaldırılmasını talep edenleri “dine yönelik tehdit” olarak sundu. Bugüne kadar tehdit ifadesinin stratejik planlara niye konulduğu da izah edilemedi.

2- Aleviler, ilk kez bir Başbakan tarafından seçim meydanlarında alenen yuhalatıldı. Başbakan Erdoğan, kendisine verilen hapis cezasıyla ilgili olarak “beni belli bir mezhebin hakimleri mahkum ettirdi” dedi, “Dedelerden talimat alma dönemi bitti” diye devam etti.

3- Çorumlulardan Ebusuut Efendi ile gurur duymalarını istedi, “Yavuz Sultan Selim’in izinden gittiğini söyledi”…

4- Alevilerin Ergenekoncu olduklarına dair kanaatin gelişmesi için özel çaba harcandı.

Nobranlıkta ve nadanlıkta sınır kalmayınca 28 Şubat’ın faturası ordudaki Alevi subaylara kesildi. Bunun ideolojik çerçevesini özetleyen ise Mümtazer Türköne oldu. Türköne, Alevi Çalıştayı’nda ve birkaç yazısında Alevilerin nüfuslarının az olduğunu, iktidara gelemeyeceklerini bildikleri için darbeci eğilimlere sahip olduklarını yazıp çizdi.

5- Yeni Osmanlıcı hayallere kapılan hükümet, Türkiye- Suriye ilişkileri bozulduğunda Alevi silahına sarıldı. Mezhepçi siyasetinin gereği olarak “Alevi Esat halka zulmediyor” propagandasıyla kamuoyu oluşturdu. Kim ki Suriye politikasını eleştirdi o Baasçı ilan edildi.

6- DHKP-C eylemlerini artırdığında yandaş medyada DHKP-C’nin üst düzey kadrolarında Alevilerin bulunduğu, bu yüzden sağda solda bombalar patlattıkları teması işlendi. Örgüt içinde Sünni kökenli insanlar da vardı ama AKP zihniyetinin işine gelmiyordu bu gerçeklik… Öyle ki, Dursun Karataş’ın bile Alevi olduğu yazıldı.

7- Sonra birden bire “Öcalan Türkiyeli, PKK Alevi” gibi çok art niyetli bir durum üretildi. Gazeteci Cengiz Çandar, TESEV için hazırladığı raporda PKK içindeki Alevi kökenli yöneticilerin doğal bir AKP karşıtlığına sahip olduklarını ve PKK’nin şahin kanadını oluşturduklarını söyledi. Çandar’a göre, Öcalan, Türkiye’yi kucaklayabilecek bir liderdi ama ah şu PKK’deki Aleviler olmasa…

8- Dicle Üniversitesi’nde öğrenciler arasında çatışma çıktı. Hizbullah’ın kurdurduğu HÜDA-PAR’ın Genel Başkanı Hüseyin Yılmaz, “Alevi ve solcu öğrenciler olayları kışkırtıyor” şeklinde açıklama yapınca Alevilere yönelik nefret suçu işleyenlerin arasına Hizbullah da girdi.

9- Öcalan’ın Nevruz mesajında İslam kardeşliğine vurgu yapmasıyla tartışma derinleşti. Başbakan’ın siyasi danışmanı ve Ankara Milletvekili Yalçın Akdoğan, Star gazetesinde yazdığı “PKK içindeki kanatlar ve riskler” başlıklı yazısında açıkça Alevi kanadın barış istemediği gibi artniyetli bir saptama yaptı. Aynı içerikteki iddiayı Güneri Civaoğlu da dillendirdi.

Çözülemeyen sorunlarının sebebi olarak Alevilerin görülmesini sağlayacak bir atmosfer yaratmaya çalışan hükümet ve hükümete yakın çevreler ne yapmak istiyor?

Öyle ya; bu nefret söyleminin bir nedeni olsa gerek…

Nedir; bu neden?


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder