Kelime Ata, son zamanlarda dozu giderek artan Alevi nefretini “Baki
kalan bu kubbede, bir acayip Alevi nefreti imiş” başlığıyla yazdı. İşte o
yazı:
AKP tarafından
sistematik şekilde uygulanan ötekileştirme, yadırganmaktan çıkıp olağan
hale geldi. Sergilenen fütursuzluk ve pervasızlık, Alevilere karşı
yaratılan düşmanlık, bir Alevinin katlanma sınırlarının çok çok ötesine
geçmiş durumda… Hemen hemen her gün eğitim kurumlarında, işyerlerinde,
bürokraside, siyasi zeminlerde Alevilere küfrediliyor, hakaret ediliyor,
hak ihlalleri durdurulamıyor, ayrımcılık giderek daha geniş alanlarda
daha çok yapılıyor. Kötümser bir bakış açısı olabilir ama gelecek
Aleviler açısından pek parlak sayılmaz…
Vukuat-ı adiye
sayılacak kadar fazlalaşan olumsuz gelişmeler Alevilerin kaygılarını
artırıyor ama bu kaygıları anlayacak bir siyasal ve kültürel iklimin
olmaması daha çok acı veriyor insana… Çok sıkça rastlandığı üzere
Alevilerin kaygıları “laikçilerin vesvesesi” ya da “endişeli modernler”
gibi ifadelerle alaya alınabiliyor. Oysa bırakın 10 yıllık AKP
iktidarının tümünü sadece Erdoğan’ın ustalık döneminin
bir
analizi yapılsa, din referanslı düzenlemeler alt alta sıralansa Sünnilik
dairesinin dışında kalanlar için özellikle de Aleviler için gündelik
yaşamın ne denli zorlaştığı pekala anlaşılabilir.
Alevileri
her türlü marazi durumun kaynağı olarak görme, güvenlik konseptleri
çerçevesinde değerlendirme alışkanlığı aslında yeni değil… Geçmişte
Ebusuut’lar, İdrisi Bitlisi’ler, Yavuz Sultan Selimler, Kanuniler,
İkinci Mahmutlar vardı, şimdi onların yerini Recep Tayyip Erdoğan,
Mümtazer Türköne’ler, Yalçın Akdoğan’lar, Emre Aköz’ler, Güneri
Civaoğlu’lar, Mubahat Küyel’ler aldı.
Sıraladığım isimler
tanıdık gelmiş olabilir; Mubahat Küyel’i ise günümüzde pek çok insan
anımsamaz. Sağ çevreler onu felsefenin önemli isimleri arasında sayar
ama Alevilerin bu isme olan aşinalığı travmatik bir olaya dayanır.
Kendisi, 1976 yılında liselerde okutulan kitabıyla Alevilere karşı
nefret duygularını çoğaltanların başında geliyordu. Talim Terbiye Kurulu
tarafından onaylanan Felsefeye Başlangıç kitabı öyle rencide edici
ifadelerle doluydu ki, dönemin CHP milletvekillerinden Nurettin Karsu,
meclis kürsüsünde bu kitabı yırtıp atmıştı. Prof. Dr. Mubahat Kuyel,
şöyle yazıyordu:
“Şia din başkanlığı meselesinde Ali’yi
tutanlardır. Bunlar Ali’yi Tanrı mertebesine çıkaranlardır (Galiye)dır.
Ebu Bekir ve Ömer’in din başkanlığını tanımayanlara, Rafıza, Ali’nin
torununun oğlunu gerçek din başkanı sayanlara Zeydiye denir. Bunlar,
Tanrı’nın ya da Kutsal Ruh’un Ali’ye oradan da oğulları Hasan ve
Hüseyin’e geçtiğine, Tenasuh (Tanrı ruhunun insana gelip sonra, geri
döndüğüne) a inanırlar.(…) Galiye’ye göre, domuz eti ve şarap dince
yasak ve haram değildir, helaldir. Evli erkek ve kadının evlilik dışı
cinsel ilişkiler kurması (zina) da helaldir.(…) Özellikle, Şiiler
arasında ‘Ben Tanrıyım (Enel-Hakk)’, ya da ‘Cübbemin altında Tanrı var’
iddialarıyla ortaya çıkan bir kesim mutasavvıfın davranış ve
düşüncelerini ölüm karşılığıyla ödemelerinin gerçek sebebi bu olmalıdır.
Ayrıca devlet otoritesine karşı gelen bozguncu eylemler de, yine bu
teori ile felsefe yolundan yasalılaşmaya çalışmışlardır. Pir sultan
Abdal, Nesimi, Simavi…”
Bu kitap, Milliyetçi Cephe’nin
Alevilere yönelik tezgahladığı kıyım politikalarının ideolojik altlığını
oluşturan olaylardan sadece biriydi. Şimdilerde Alevilere yapılan
“Buyrun camiye” türünden davetlere “Aleviler de müslümandır”, “ibadet
yerimiz camidir” şeklindeki ikiyüzlü teranelere aldırmayın, 1963 yılında
Diyanet’te Mezhepler Müdürlüğü kurularak Alevilere de temsil imkanı
yaratılmak istendiğinde bugünün sahte demokratlarının babaları,
ideolojik akrabaları, Müslüman kardeşler “Aleviler camilerimizi
kirletecek. Camilerde mum söndü yapacaklar” diye kıyametleri
koparmışlardı.
Osmanlı’dan Cumhuriyet’e bakiye kalan, özellikle
1960’lı yıllarda da geliştirilen Alevi karşıtlığı, 1970’li yılların
sonunda kitlesel kıyımlarla sonuçlandı.
Dersim’de Alevilerin
üzerine devletin demir perçesi inmişti. Çorum’da, Maraş’ta, 1978 yılında
yaşanan Sivas olaylarında, 1993’teki Madımak katliamında ise devletin
tezgahladığı oyunun figüranları dinci- milliyetçi cephenin insanlarıydı.
Yıllarca aynı avluyu, aynı sofrayı paylaştıkları Alevileri en vahşi
yöntemlerle öldürecek kadar kin, nefret ve düşmanlık hissi duyanlar, bu
duyguları bir anda hissetmiş olamazlardı. Demek ki, bir birikim vardı.
Şimdi, geçmişin acı deneylerini kolektif hafızada anımsatan yeni
önyargılar oluşturuluyor. Geçmişte Aleviler “din düşmanı, komünist,
bölücü” gibi sözcüklerle ülkenin ve milletin bekasına tehdit gibi
görülüyordu. Şimdi, din düşmanlığına, komünistliğe ilave olarak darbeci,
Ergenekoncu, illegal örgütlerin şahin kanatları şeklinde takdim
ediliyorlar.
Yani, konjonktüre göre ötekileştirme biçimleri
değişiyor ancak Alevi nefreti bu gök kubbenin altında baki kalıyor. Ne
zaman bir düşmana ihtiyaç duyulsa ona mutlaka bir Alevi elbisesi
giydirilebiliyor; kah teolojik gerekçelerle kah siyasi gerekçelerle…
Anlaşılıyor ki, AKP ve AKP zihniyetine sahip siyasi çevreler,
bürokratlar, iş dünyası, yargı mensupları, kabine üyeleri ellerine
kalem kağıt alıp kimlerin Alevi olduğu konusunda çetele tutuyorlar. Günü
geldiğinde bu bilgiler, gündelik siyasi veya teolojik ihtiyaçlar için
tezgah üstüne çıkarılıyor.
AKP’nin göz yumduğu, bizzat katkıda
bulunduğu, teşvik ettiği nefret söylemlerini, ayrımcı uygulamaları, hak
ihlallerini sıralamak hayli zaman gerektiriyor. Ben ilk anda göze çarpan
örnekleri yazmakla yetineceğim:
1- Diyanet İşleri Başkanlığı,
2008 yılında hazırladığı strateji raporunda zorunlu din dersi ile
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kaldırılmasını talep edenleri “dine
yönelik tehdit” olarak sundu. Bugüne kadar tehdit ifadesinin stratejik
planlara niye konulduğu da izah edilemedi.
2- Aleviler, ilk
kez bir Başbakan tarafından seçim meydanlarında alenen yuhalatıldı.
Başbakan Erdoğan, kendisine verilen hapis cezasıyla ilgili olarak “beni
belli bir mezhebin hakimleri mahkum ettirdi” dedi, “Dedelerden talimat
alma dönemi bitti” diye devam etti.
3- Çorumlulardan Ebusuut Efendi ile gurur duymalarını istedi, “Yavuz Sultan Selim’in izinden gittiğini söyledi”…
4- Alevilerin Ergenekoncu olduklarına dair kanaatin gelişmesi için özel çaba harcandı.
Nobranlıkta ve nadanlıkta sınır kalmayınca 28 Şubat’ın faturası
ordudaki Alevi subaylara kesildi. Bunun ideolojik çerçevesini özetleyen
ise Mümtazer Türköne oldu. Türköne, Alevi Çalıştayı’nda ve birkaç
yazısında Alevilerin nüfuslarının az olduğunu, iktidara
gelemeyeceklerini bildikleri için darbeci eğilimlere sahip olduklarını
yazıp çizdi.
5- Yeni Osmanlıcı hayallere kapılan hükümet,
Türkiye- Suriye ilişkileri bozulduğunda Alevi silahına sarıldı. Mezhepçi
siyasetinin gereği olarak “Alevi Esat halka zulmediyor” propagandasıyla
kamuoyu oluşturdu. Kim ki Suriye politikasını eleştirdi o Baasçı ilan
edildi.
6- DHKP-C eylemlerini artırdığında yandaş medyada
DHKP-C’nin üst düzey kadrolarında Alevilerin bulunduğu, bu yüzden sağda
solda bombalar patlattıkları teması işlendi. Örgüt içinde Sünni kökenli
insanlar da vardı ama AKP zihniyetinin işine gelmiyordu bu gerçeklik…
Öyle ki, Dursun Karataş’ın bile Alevi olduğu yazıldı.
7- Sonra
birden bire “Öcalan Türkiyeli, PKK Alevi” gibi çok art niyetli bir
durum üretildi. Gazeteci Cengiz Çandar, TESEV için hazırladığı raporda
PKK içindeki Alevi kökenli yöneticilerin doğal bir AKP karşıtlığına
sahip olduklarını ve PKK’nin şahin kanadını oluşturduklarını söyledi.
Çandar’a göre, Öcalan, Türkiye’yi kucaklayabilecek bir liderdi ama ah şu
PKK’deki Aleviler olmasa…
8- Dicle Üniversitesi’nde öğrenciler
arasında çatışma çıktı. Hizbullah’ın kurdurduğu HÜDA-PAR’ın Genel
Başkanı Hüseyin Yılmaz, “Alevi ve solcu öğrenciler olayları
kışkırtıyor” şeklinde açıklama yapınca Alevilere yönelik nefret suçu
işleyenlerin arasına Hizbullah da girdi.
9- Öcalan’ın Nevruz
mesajında İslam kardeşliğine vurgu yapmasıyla tartışma derinleşti.
Başbakan’ın siyasi danışmanı ve Ankara Milletvekili Yalçın Akdoğan,
Star gazetesinde yazdığı “PKK içindeki kanatlar ve riskler” başlıklı
yazısında açıkça Alevi kanadın barış istemediği gibi artniyetli bir
saptama yaptı. Aynı içerikteki iddiayı Güneri Civaoğlu da dillendirdi.
Çözülemeyen sorunlarının sebebi olarak Alevilerin görülmesini
sağlayacak bir atmosfer yaratmaya çalışan hükümet ve hükümete yakın
çevreler ne yapmak istiyor?
Öyle ya; bu nefret söyleminin bir nedeni olsa gerek…
Nedir; bu neden?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder